English to Turkish sentences collection for daily use and to improvise the language.
For more sentences try our free android app.
1 |
Let’s try something. |
Bir şeyler deneyelim! |
2 |
I have to go to sleep. |
Yatmaya gitmek zorundayım. |
3 |
I have to go to sleep. |
Uyumam lazım. |
4 |
Today is June 18th and it is Muiriel’s birthday! |
Bugün 18 Haziran ve Muiriel’in doğum günü! |
5 |
Muiriel is 20 now. |
Muiriel şimdi 20 yaşında. |
6 |
Muiriel is 20 now. |
Muiriel şimdi 20. |
7 |
The password is “Muiriel”. |
Şifre “Muiriel”. |
8 |
The password is “Muiriel”. |
Parola “Muiriel”. |
9 |
The password is “Muiriel”. |
Şifre ” Muiriel ” dir. |
10 |
I will be back soon. |
Yakında geri döneceğim. |
11 |
I’m at a loss for words. |
Diyecek söz bulamıyorum. |
12 |
This is never going to end. |
Bu sonuna kadar asla gitmez. |
13 |
I just don’t know what to say. |
Henüz ne diyeceğimi bilmiyorum. |
14 |
I just don’t know what to say. |
Ben, henüz ne söyleyeceğimi bilmiyorum. |
15 |
That was an evil bunny. |
O kötü bir tavşandı. |
16 |
I was in the mountains. |
Ben dağlardaydım. |
17 |
I don’t know if I have the time. |
Zamanım olup olmadığını bilmiyorum. |
18 |
Education in this world disappoints me. |
Bu dünyadaki eğitim beni hayal kırıklığına uğratıyor. |
19 |
You’re in better shape than I am. |
Siz benden daha çok formdasınız. |
20 |
You are in my way. |
Sen benim yolumdasın. |
21 |
This will cost €30. |
Bu €30’a mal olacak. |
22 |
I make €100 a day. |
Günde 100 avro kazanırım. |
23 |
I may give up soon and just nap instead. |
Yakında vazgeçebilirim ve onun yerine sadece şekerleme yapabilirim. |
24 |
That won’t happen. |
O olmayacak. |
25 |
Sometimes he can be a strange guy. |
Bazen acayip bir adam olabiliyor. |
26 |
I’ll do my best not to disturb your studying. |
Çalışmanı bölmemek için elimden gelenin en iyisini yapacağım. |
27 |
I can only wonder if this is the same for everyone else. |
Sadece bunun başka biri için aynı olup olmadığını merak edebilirim. |
28 |
I miss you. |
Seni özledim. |
29 |
I miss you. |
Seni özlüyorum. |
30 |
I’ll call them tomorrow when I come back. |
Yarın geri döndüğümde onları arayacağım. |
31 |
I’ll call them tomorrow when I come back. |
Geri döndüğümde onları yarın ararım. |
32 |
I always liked mysterious characters more. |
Her zaman gizemli karakterleri daha çok sevdim. |
33 |
You should sleep. |
Uyuman gerek. |
34 |
I’m going to go. |
Gideceğim. |
35 |
I’m going to go. |
Gidiyorum. |
36 |
I told them to send me another ticket. |
Onlara bana bir bilet daha göndermelerini söyledim. |
37 |
You’re so impatient with me. |
Bana karşı çok sabırsızsın. |
38 |
I can’t live that kind of life. |
Ben o tür bir hayat yaşayamam. |
39 |
I once wanted to be an astrophysicist. |
Bir zamanlar bir astrofizikçi olmak istedim. |
40 |
I never liked biology. |
Ben biyolojiyi hiç sevmedim. |
41 |
The last person I told my idea to thought I was nuts. |
Fikrimi söylediğim son kişi deli olduğumu düşündü. |
42 |
If the world weren’t in the shape it is now, I could trust anyone. |
Dünya şimdi olduğu durumda olmasa, kimseye güvenemem. |
43 |
If the world weren’t in the shape it is now, I could trust anyone. |
Eğer dünya şimdiki şeklinde olmasaydı herhangi birine güvenebilirdim. |
44 |
It is unfortunately true. |
Bu ne yazık ki doğrudur. |
45 |
It is unfortunately true. |
Maalesef doğru. |
46 |
Most people think I’m crazy. |
Birçok kişi deli olduğumu düşünür. |
47 |
No I’m not; you are! |
Hayır, ben değilim; sensin! |
48 |
That’s MY line! |
Benim sıram! |
49 |
He’s kicking me! |
O bana tekme atıyor! |
50 |
Are you sure? |
Emin misin? |
51 |
Then there is a problem… |
Öyleyse bir sorun var… |
52 |
Oh, there’s a butterfly! |
Ah, bir kelebek var! |
53 |
Hurry up. |
Acele et! |
54 |
It doesn’t surprise me. |
O beni şaşırtmıyor. |
55 |
It doesn’t surprise me. |
Beni şaşırtmadı. |
56 |
For some reason I feel more alive at night. |
Bazı sebeplerden dolayı geceleri daha canlı hissediyorum. |
57 |
It depends on the context. |
Bu, bağlama bağlıdır. |
58 |
It depends on the context. |
O, içeriğe bağlıdır. |
59 |
Are you freaking kidding me?! |
Benimle dalga mı geçiyorsun?! |
60 |
Are you freaking kidding me?! |
Kafa mı buluyorsun benimle? |
61 |
That’s the stupidest thing I’ve ever said. |
Bu şimdiye kadar söylediğim en aptalca şey. |
62 |
That’s the stupidest thing I’ve ever said. |
Bu, söylediğim en aptalca şey. |
63 |
When I grow up, I want to be a king. |
Büyüyünce bir kral olmak istiyorum. |
64 |
America is a lovely place to be, if you are here to earn money. |
Eğer para kazanmak için buradaysan, Amerika bulunmak için hoş bir yer. |
65 |
I’m so fat. |
Çok şişmanım. |
66 |
So what? |
Öyleyse ne yapmalı? |
67 |
So what? |
Ne yani? |
68 |
So what? |
Ne olmuş? |
69 |
I’m gonna shoot him. |
Onu vuracağım. |
70 |
I’m gonna shoot him. |
Ona ateş edeceğim. |
71 |
I’m not a real fish, I’m just a mere plushy. |
Ben gerçek bir balık değilim, ben sadece basit bir peluşum. |
72 |
I’m just saying! |
Sadece diyorum! |
73 |
I’m just saying! |
Ben sadece söylüyorum! |
74 |
That was probably what influenced their decision. |
Onların kararını etkileyen muhtemelen oydu. |
75 |
I’ve always wondered what it’d be like to have siblings. |
Ben her zaman kardeşlere sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu hep merak ettim. |
76 |
It would take forever for me to explain everything. |
Her şeyi açıklamam sonsuza kadar sürer. |
77 |
That’s because you’re a girl. |
Sebebi senin bir kız olmandır. |
78 |
Let’s consider the worst that could happen. |
Olabilecek en kötü şeyi düşünelim. |
79 |
How many close friends do you have? |
Kaç tane yakın arkadaşın var? |
80 |
I may be antisocial, but it doesn’t mean I don’t talk to people. |
Asosyal olabilirim , ama bu insanlarla konuşmadığım anlamına gelmez. |
81 |
I may be antisocial, but it doesn’t mean I don’t talk to people. |
Antisosyal olabilirim fakat bu insanlarla konuşmadığım anlamına gelmez. |
82 |
This is always the way it has been. |
Bu her zaman bu şekilde olmuştur. |
83 |
I’d be unhappy, but I wouldn’t kill myself. |
Mutsuz olurdum ama kendimi öldürmezdim. |
84 |
Back in high school, I got up at 6 a.m. every morning. |
Geçmişte lisede, her sabah altıda kalkardım. |
85 |
When I woke up, I was sad. |
Uyandığımda üzgündüm. |
86 |
If I could send you a marshmallow, Trang, I would. |
Eğer sana marshmallow gönderebilseydim, Trang, yapabilecektim. |
87 |
In order to do that, you have to take risks. |
Onu yapmak için, risk almak zorundasın. |
88 |
Every person who is alone is alone because they are afraid of others. |
Yalnız olan herkes diğer insanlardan korktuğu için yalnızdır. |
89 |
Why do you ask? |
Neden soruyorsun? |
90 |
Whenever I find something I like, it’s too expensive. |
Ne zaman hoşuma giden bir şey bulsam, hep pahalı olur. |
91 |
How long did you stay? |
Ne kadar kaldın? |
92 |
Innocence is a beautiful thing. |
Masumiyet güzel bir şey. |
93 |
That is intriguing. |
O ilgi çekici. |
94 |
You are saying you intentionally hide your good looks? |
Güzel görünüşünü kasten gizlediğini söylüyorsun. |
95 |
If anyone was to ask what the point of the story is, I really don’t know. |
Eğer biri bu kitabın konusu ne diye sorarsa, gerçekten bilmiyorum. |
96 |
I didn’t know where it came from. |
Onun nereden geldiğini bilmiyordum. |
97 |
I think my living with you has influenced your way of living. |
Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum. |
98 |
This is not important. |
Bu önemli değildir. |
99 |
I didn’t like it. |
Ondan hoşlanmadım. |
100 |
She’s asking how that’s possible. |
O, onun nasıl mümkün olduğunu soruyor. |
101 |
There’s a problem there that you don’t see. |
Orada senin görmediğin bir sorun var. |
102 |
You can do it. |
Onu yapabilirsin! |
103 |
You can do it. |
Onu yapabilirsiniz. |
104 |
My physics teacher doesn’t care if I skip classes. |
Derslere gitmezsem fizik öğretmenim umursamaz. |
105 |
I wish I could go to Japan. |
Keşke Japonya’ya gidebilsem. |
106 |
I hate it when there are a lot of people. |
Bir sürü insan varsa, bundan nefret ediyorum. |
107 |
I hate it when there are a lot of people. |
Çok fazla insan olmasından nefret ediyorum. |
108 |
I have to go to bed. |
Uyumam lazım. |
109 |
I have to go to bed. |
Ben yatmaya gitmeliyim. |
110 |
After that, I left, but then I realized that I forgot my backpack at their house. |
Ondan sonra, ayrıldım ama onların evinde çantamı unuttuğumu fark ettim. |
111 |
I won’t ask you anything else today. |
Bugün sana başka bir şey sormayacağım. |
112 |
It may freeze next week. |
Gelecek hafta dondurabilir. |
113 |
Even though he apologized, I’m still furious. |
Özür dilemesine rağmen, hâlâ öfkeliyim. |
114 |
That wasn’t my intention. |
Benim niyetim o değildi. |
115 |
Thanks for your explanation. |
Açıklaman için teşekkürler. |
116 |
If you didn’t know me that way then you simply didn’t know me. |
Eğer beni bu şekilde tanımıyor idiysen, kısaca beni tanımamışsın demektir. |
117 |
I don’t know what you mean. |
Ne demek istediğini bilmiyorum. |
118 |
If I wanted to scare you, I would tell you what I dreamt about a few weeks ago. |
Seni korkutmak isteseydim, birkaç hafta önce rüyamda ne gördüğümü anlatırdım. |
119 |
There are many words that I don’t understand. |
Anlamadığım birçok kelime var. |
120 |
There are many words that I don’t understand. |
Anlamadığım bir sürü kelime var. |
121 |
There are many words that I don’t understand. |
Anlamadığım birçok sözcük var. |
122 |
There are many words that I don’t understand. |
Anlamadığım bir sürü sözcük var. |
123 |
You’re really not stupid. |
Sen gerçekten aptal değilsin. |
124 |
I need to ask you a silly question. |
Sana saçma bir soru sormalıyım. |
125 |
I wouldn’t have thought I would someday look up “Viagra” in Wikipedia. |
Günün birinde Wikipedia’da “viegra”‘ya bakacağımı düşünmemiştim. |
126 |
No one will know. |
Hiç kimse bilmeyecek. |
127 |
No one will know. |
Kimse bilmeyecek. |
128 |
I found a solution, but I found it so fast that it can’t be the right solution. |
Bir çözüm buldum. Fakat o kadar hızlı buldum ki doğru çözüm olamaz. |
129 |
It seems interesting to me. |
O bana ilginç görünüyor. |
130 |
Except that here, it’s not so simple. |
Burası dışında, çok basit değil. |
131 |
I like candlelight. |
Mum ışığını severim. |
132 |
What did you answer? |
Ne cevap verdin? |
133 |
No, he’s not my new boyfriend. |
Hayır, o benim yeni erkek arkadaşım değil. |
134 |
It’s too bad that I don’t need to lose weight. |
Ne yazık, zayıflamaya ihtiyacım yok. |
135 |
Where is the problem? |
Sorun nerede? |
136 |
I can only wait. |
Sadece bekleyebilirim. |
137 |
It’s not much of a surprise, is it? |
Bu pek sürpriz sayılmaz, değil mi? |
138 |
I love you. |
Seni seviyorum. |
139 |
I love you. |
Seni seviyorum! |
140 |
I don’t like you anymore. |
Artık seni sevmiyorum. |
141 |
I am curious. |
Meraklıyım. |
142 |
I don’t want to wait that long. |
O kadar uzun beklemek istemiyorum. |
143 |
Why don’t you come visit us? |
Niçin bizi ziyaret etmeye gelmiyorsun? |
144 |
I shouldn’t have logged off. |
Oturumu kapatmamalıydım. |
145 |
I don’t know what to do anymore. |
Artık ne yapacağımı bilmiyorum. |
146 |
I hate chemistry. |
Ben kimyadan nefret ederim. |
147 |
I didn’t want this to happen. |
Bunun olmasını istemedim. |
148 |
What other options do I have? |
Başka hangi seçeneklerim var? |
149 |
I have nothing better to do. |
Yapacak daha iyi hiçbir şeyim yok. |
150 |
I can’t explain it either. |
Onu ben de açıklayamam. |
151 |
Everyone has strengths and weaknesses. |
Herkesin güçlü ve zayıf yönleri vardır. |
152 |
Seriously though, episode 21 made me almost cry while laughing. |
Ama cidden, ben gülerken bölüm 21 neredeyse beni ağlatıyordu. |
153 |
It’s not something anyone can do. |
Bu herhangi birinin yapabileceği bir şey değil. |
154 |
I don’t know if I still have it. |
Ona hâlâ sahip olup olmadığımı bilmiyorum. |
155 |
What do you think I’ve been doing? |
Ne yapmakta olduğumu düşünüyorsun? |
156 |
Don’t underestimate my power. |
Gücümü küçümseme. |
157 |
My mom doesn’t speak English very well. |
Annem İngilizceyi pek iyi konuşmaz. |
158 |
Therein lies the problem. |
Sorun orada yatıyor. |
159 |
All you can do is trust one another. |
Tüm yapabileceğiniz birbirinize güvenmektir. |
160 |
Everyone wants to meet you. You’re famous! |
Herkes seninle tanışmak istiyor.Sen ünlüsün! |
161 |
Why are you sorry for something you haven’t done? |
Yapmadığınız bir şey için niçin üzülüyorsunuz? |
162 |
What keeps you up so late? |
Çok geç saatlere kadar seni ayakta tutan nedir? |
163 |
You’d be surprised what you can learn in a week. |
Bir haftada öğrenebileceğine şaşırırdın. |
164 |
I don’t have anyone who’d travel with me. |
Benimle seyahat edecek kimsem yok. |
165 |
You’re not fast enough. |
Sen yeterince hızlı değilsin. |
166 |
Life is hard, but I am harder. |
Hayat zordur, ama ben daha zorum. |
167 |
Bearing can be unbearable. |
Katlanma dayanılmaz olabilir. |
168 |
Stop it! You’re making her feel uncomfortable! |
Kes şunu! Onu rahatsız ediyorsun. |
169 |
Tomorrow, he will land on the moon. |
Yarın, aya inecek. |
170 |
I don’t speak Japanese. |
Japonca konuşamıyorum. |
171 |
This is a pun. |
Bu bir kelime oyunudur. |
172 |
Nobody understands me. |
Kimse beni anlamıyor. |
173 |
I learned to live without her. |
Onsuz yaşamayı öğrendim. |
174 |
I just wanted to check my email. |
Sadece e postamı kontrol etmek istedim. |
175 |
You can’t expect me to always think of everything! |
Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin. |
176 |
I suppose that behind each thing we have to do, there’s something we want to do… |
Sanırım yapmak zorunda olduğumuz her şeyin arkasında yapmak istediğimiz bir şey vardır. |
177 |
Don’t expect others to think for you! |
Her şeyi devletten beklemeyin! |
178 |
Don’t expect others to think for you! |
Başkasının senin yerine düşünmesini bekleme! |
179 |
You never have time for important things! |
Önemli şeyler için asla zamanın yoktur! |
180 |
It would take me too much time to explain to you why it’s not going to work. |
Bunun niçin işe yaramayacağını sana açıklamak çok fazla zamanımı alır. |
181 |
Are you referring to me? |
Bana mı gönderme yapıyorsun? |
182 |
It can’t be! |
Olamaz! |
183 |
Would you like something to drink? |
İçecek bir şey ister misiniz? |
184 |
Who is it? “It’s your mother.” |
Kim o? “Annen.” |
185 |
We must learn to live together as brothers, or we will perish together as fools. |
Kardeş gibi birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa aptal gibi birlikte yok olacağız. |
186 |
To tell you the truth, I am scared of heights. “You are a coward!” |
Gerçeği söylemek gerekirse. Ben yükseklikten korkuyorum,” ” Sen bir korkaksın!” |
187 |
Trust me, he said. |
O, “bana güven” dedi. |
188 |
This is what I was looking for! he exclaimed. |
Benim aradığım budur! diye haykırdı. |
189 |
This looks pretty interesting, Hiroshi says. |
Hiroshi,”Bu, oldukça ilginç görünüyor.” diyor. |
190 |
Their communication may be much more complex than we thought. |
Onların iletişimi düşündüğümüzden çok daha karmaşık olabilir. |
191 |
The phone is ringing. “I’ll get it.” |
Telefon çalıyor. “Ben bakarım.” |
192 |
The phone is ringing. “I’ll get it.” |
Telefon çalıyor. “Ben cevap veririm.” |
193 |
That’s very nice of you, Willie answered. |
Çok kibarsın diye Willie yanıtladı. |
194 |
Thank you for helping me. “Don’t mention it.” |
Bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim. ” Bir şey değil.” |
195 |
Thank you for helping me. “Don’t mention it.” |
Bana yardım ettiğin için teşekkürler. “Rica ederim.” |
196 |
Someday I’ll run like the wind. |
Bir gün rüzgar gibi koşacağım. |
197 |
She likes music. “So do I.” |
O müzik sever. ” Ben de.” |
198 |
Please don’t cry. |
Lütfen ağlama. |
199 |
Let me know if there is anything I can do. |
Yapabileceğim bir şey olup olmadığını bana bildirin. |
200 |
Class doesn’t begin until eight-thirty. |
Ders 8:30’a kadar başlamaz. |
201 |
I want a boat that will take me far away from here. |
Beni buradan uzaklara götürecek bir tekne istiyorum. |
202 |
A Japanese would never do such a thing. |
Bir Japon asla böyle bir şey yapmaz. |
203 |
Allen is a poet. |
Allen bir şair. |
204 |
The archer killed the deer. |
Okçu geyiği öldürdü. |
205 |
If you see a mistake, then please correct it. |
Bir hata görürseniz lütfen düzeltin. |
206 |
If you see a mistake, then please correct it. |
Eğer bir hata görürsen, öyleyse lütfen onu düzelt. |
207 |
Place the deck of cards on the oaken table. |
İskambil destesini meşe masaya koy. |
208 |
The Germans are very crafty. |
Almanlar çok üçkâğıtçı. |
209 |
If you don’t eat, you die. |
Yemek yemezsen, ölürsün. |
210 |
Why don’t we go home? |
Neden eve gitmiyoruz? |
211 |
I’m sorry, I can’t stay long. |
Üzgünüm, uzun kalamam. |
212 |
Ten years is a long time to wait. |
On yıl beklemek için uzun bir süre. |
213 |
Why aren’t you going? “Because I don’t want to.” |
Neden gitmiyorsun? “Çünkü istemiyorum.” |
214 |
One million people lost their lives in the war. |
Bir milyon kişi savaşta hayatını kaybetti. |
215 |
It is not rare at all to live over ninety years. |
Doksan yıldan fazla yaşamak hiç ender değildir. |
216 |
You’re an angel! |
Sen bir meleksin! |
217 |
Well, the night is quite long, isn’t it? |
Güzel, gece çok uzun, değil mi? |
218 |
Did you miss me? |
Beni özledin mi? |
219 |
Are they all the same? |
Onların hepsi aynı mı? |
220 |
Thank you very much! |
Çok teşekkür ederim! |
221 |
Thank you very much! |
Çok teşekkürler! |
222 |
I’ll take him. |
Onu ben götüreceğim. |
223 |
It’s a surprise. |
O bir sürprizdir. |
224 |
It’s a surprise. |
Sürpriz! |
225 |
That’s a good idea! |
İyi bir fikir! |
226 |
They say love is blind. |
Aşkın kör olduğunu söylüyorlar. |
227 |
Oh, I’m sorry. |
Oh,üzgünüm. |
228 |
The only useful answers are those that raise new questions. |
Tek yararlı cevaplar yeni soruları ortaya atandır. |
229 |
Poor is not the one who has too little, but the one who wants too much. |
Fakir, çok az şeye sahip olan değildir fakat çok isteyendir. |
230 |
How long does it take to get to the station? |
İstasyona gitmek ne kadar sürer? |
231 |
I don’t care what your names are. Once this job’s over, I’m out of here. |
Adlarınızın ne oldukları umurumda değil. Bu iş biter bitmez, ben burada yokum. |
232 |
Do you speak Italian? |
İtalyanca konuşuyor musun? |
233 |
May I ask a question? |
Bir soru sorabilir miyim? |
234 |
It’s quite difficult to master French in 2 or 3 years. |
2 ya da 3 yılda Fransızcada uzmanlaşmak oldukça zordur. |
235 |
It’s impossible for me to explain it to you. |
Onu sana açıklamam imkansız. |
236 |
I don’t want to spend the rest of my life regretting it. |
Hayatımın geri kalanını pişman olarak geçirmek istemiyorum. |
237 |
I would never have guessed that. |
Onu hiç tahmin etmedim. |
238 |
Imagination affects every aspect of our lives. |
Hayal hayatlarımızın her yönünü etkilemektedir. |
239 |
You’ll forget about me someday. |
Bir gün beni unutacaksınız. |
240 |
You’ll forget about me someday. |
Bir gün beni unutacaksın. |
241 |
That is rather unexpected. |
O, oldukça beklenmeyen bir durumdur. |
242 |
I wonder how long it’s going to take. |
Ne kadar süreceğini merak ediyorum. |
243 |
I can’t live without a TV. |
Televizyon olmadan yaşayamam. |
244 |
I can’t live without a TV. |
Televizyonsuz yaşayamam. |
245 |
I couldn’t have done it without you. Thank you. |
Onu sen olmadan yapamazdım. Teşekkür ederim. |
246 |
Many people drift through life without a purpose. |
Pek çok insan amaçsızca hayatın içinde sürükleniyor. |
247 |
Let me know if I need to make any changes. |
Herhangi bir değişiklik yapmam gerekip gerekmediğini bana bildir. |
248 |
I think exams are ruining education. |
Sanırım sınavlar eğitimi mahvediyorlar. |
249 |
We can’t sleep because of the noise. |
Gürültüden dolayı uyuyamıyoruz. |
250 |
Do you have a condom? |
Prezervatifin var mı? |
251 |
Do whatever he tells you. |
O sana her ne söylerse yap. |
252 |
Do whatever he tells you. |
O sana ne söylerse yap. |
253 |
I can walk to school in 10 minutes. |
On dakikada okula yürüyebilirim. |
254 |
It took me more than two hours to translate a few pages of English. |
Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı. |
255 |
It took me more than two hours to translate a few pages of English. |
Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı. |
256 |
It is already eleven. |
Saat zaten on bir. |
257 |
It is already eleven. |
Saat şimdiden on birdir. |
258 |
May I talk to Ms. Brown? |
Bayan Brown’la konuşabilir miyim? |
259 |
May I talk to Ms. Brown? |
Bayan Brown ile konuşabilir miyim? |
260 |
Yes, orange juice please, says Mike. |
Evet, portakal suyu lütfen, diyor Mark. |
261 |
Ah! is an interjection. |
Ah! bir ünlemdir. |
262 |
The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. |
Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir. |
263 |
I have a bone to pick with you. |
Seninle paylaşacak bir kozum var. |
264 |
Do you need me to give you some money? |
Sana biraz para vermeme ihtiyacın var mı? |
265 |
Paris is the most beautiful city in the world. |
Paris dünyanın en güzel şehridir. |
266 |
Hey, I may have no money, but I still have my pride. |
Hey, hiç param olmayabilir ama benim hâlâ bir gururum var. |
267 |
I have a dream. |
Benim bir hayalim var. |
268 |
This is my friend Rachel. We went to high school together. |
Bu benim arkadaşım Rachel. Birlikte liseye gittik. |
269 |
The cost of life increased drastically. |
Yaşamın maliyetini büyük ölçüde artırmıştır. |
270 |
All that which is invented, is true. |
İcat edilen her şey doğrudur. |
271 |
To be surprised, to wonder, is to begin to understand. |
Şaşırmak, merak etmek, anlamaya başlamaktır. |
272 |
But the universe is infinite. |
Fakat evren sonsuzdur. |
273 |
And yet, the contrary is always true as well. |
Ne var ki aksi de her zaman doğrudur. |
274 |
You found me where no one else was looking. |
Başka hiç kimsenin bakmadığı yerde beni buldun. |
275 |
You’re by my side; everything’s fine now. |
Yanımdasın; şimdi her şey iyi. |
276 |
What do you mean you don’t know?! |
Bilmediğini mi söylemek istiyorsun? |
277 |
You look stupid. |
Aptal görünüyorsun. |
278 |
I think I’m gonna go to sleep. |
Sanırım uyumaya gideceğim. |
279 |
My name is Jack. |
Benim adım Jack. |
280 |
I like it very much. |
Onu çok severim. |
281 |
How do you say that in Italian? |
Onu İtalyancada nasıl dersiniz? |
282 |
I have to go shopping. I’ll be back in an hour. |
Alışverişe gitmek zorundayım. Bir saat içinde döneceğim. |
283 |
Is it far from here? |
O buradan uzak mı? |
284 |
These things aren’t mine! |
Bu şeyler benimki değil! |
285 |
Would you like to dance with me? |
Benimle dans etmek ister misin? |
286 |
Italy is a very beautiful country. |
İtalya çok güzel bir ülke. |
287 |
It’s not my fault! |
Bu benim hatam değil! |
288 |
It’s not my fault! |
Benim hatam değil! |
289 |
I’d like to stay for one night. |
Ben bir gece kalmak istiyorum. |
290 |
Could you dial for me? The telephone is too high. |
Benim için arar mısın? Telefon çok yüksekte. |
291 |
Is there a youth hostel near here? |
Buraya yakın bir öğrenci yurdu var mı? |
292 |
Where are the showers? |
Duşlar nerede? |
293 |
Where are the showers? |
Duş nerede? |
294 |
Open your mouth! |
Ağzını aç! |
295 |
Is it bad? |
Bu kötü mü? |
296 |
I have lost my wallet. |
Cüzdanımı kaybettim. |
297 |
I have lost my wallet. |
Ben cüzdanımı kaybettim. |
298 |
Love is never wasted. |
Aşk asla boşa gitmez. |
299 |
Life is what happens to you while you’re busy making other plans. |
Hayat siz diğer planları yapmakla meşgulken size olanlardır. |
300 |
Not wanting is the same as having. |
İstemek sahip olmakla aynı değildir. |
301 |
He’s very sexy. |
O çok seksi. |
302 |
Pass me the salt, please. “Here you are.” |
Bana tuzu uzatın lütfen. “Buyurun.” |
303 |
There are too many things to do! |
Yapacak çok fazla şeyler var! |
304 |
Come on, play with me, I’m so bored! |
Haydi, benimle oyna, çok sıkıldım! |
305 |
Stop asking me for a drink! Go get it yourself. |
Benden içecek istemekten vazgeç! Git onu kendin al. |
306 |
Thanks to you I’ve lost my appetite. |
Sayende iştahımı kaybettim. |
307 |
I really need to hit somebody. |
Ben gerçekten birine vurmalıyım. |
308 |
Who doesn’t know this problem?! |
Bu sorunu kim bilmiyor?! |
309 |
It has been so long since I last went to Disneyland with my family. |
Son olarak ailemle birlikte Disneyland’a gittiğimden beri uzun zaman oldu. |
310 |
My parents keep arguing about stupid things. It’s so annoying! |
Ailem aptal şeyler hakkında tartışmayı sürdürüyor. Bu çok can sıkıcı! |
311 |
If you don’t want to put on sunscreen, that’s your problem. Just don’t come complaining to me when you get a sunburn. |
Güneş kremi sürmek istemiyorsan, bu senin sorunun. Güneşte yandığın zaman bana şikayete gelme. |
312 |
My friends always say I’m too calm, but my family always says I’m too annoying. |
Arkadaşlarım her zaman benim sakin olduğumu söyler fakat ailem her zaman can sıkıcı olduğumu söyler. |
313 |
So annoying… Now I get a headache whenever I use the computer! |
Çok sinir bozucu… Ne zaman bilgisayarı kullansam başıma ağrılar giriyor. |
314 |
It’s so hot that you could cook an egg on the hood of a car. |
Hava o kadar sıcak ki bir arabanın kaputunda yumurta pişirebilirsiniz. |
315 |
It is very hot today. |
Bugün hava çok sıcak. |
316 |
Nobody came. |
Hiç kimse gelmedi. |
317 |
Mathematics is the part of science you could continue to do if you woke up tomorrow and discovered the universe was gone. |
Matematik, yarın kalkarsan ve evrenin gittiğini keşfedersen yapmaya devam edebileceğin, bilimin bir parçasıdır. |
318 |
Look at me when I talk to you! |
Seninle konuşurken bana bak! |
319 |
What would the world be without women? |
Dünya kadınsız ne olurdu? |
320 |
I don’t know what to say to make you feel better. |
Seni daha iyi hissettirmek için ne söyleyeceğimi bilmiyorum. |
321 |
I was trying to kill time. |
Zaman öldürmeye çalışıyordum. |
322 |
How did you come up with this crazy idea? |
Bu çılgın fikri nasıl buldun? |
323 |
How did you come up with this crazy idea? |
Bu çılgın fikri nasıl ileri sürdün. |
324 |
How did you come up with this crazy idea? |
Bu çılgın fikir nereden aklına geldi? |
325 |
I’m tired. |
Ben yorgunum. |
326 |
I’m tired. |
Yoruldum. |
327 |
I’m tired. |
Yorgunum. |
328 |
Who wants some hot chocolate? |
Kim biraz sıcak çikolata ister? |
329 |
When do we arrive? |
Ne zaman varacağız? |
330 |
When do we arrive? |
Ne zaman varırız? |
331 |
The check, please. |
Hesap, lütfen. |
332 |
I have a headache. |
Benim başım ağrıyor. |
333 |
I have a headache. |
Başım ağrıyor. |
334 |
I have a headache. |
Baş ağrım var. |
335 |
I must admit that I snore. |
Horladığımı kabul etmek zorundayım. |
336 |
How are you? Did you have a good trip? |
Nasılsın? İyi bir yolculuk yaptın mı? |
337 |
I don’t feel well. |
İyi hissetmiyorum. |
338 |
Call the police! |
Polis çağır! |
339 |
Call the police! |
Polisi çağır! |
340 |
It’s too expensive! |
Çok pahalı! |
341 |
My shoes are too small. I need new ones. |
Benim ayakkabılarım çok küçük. Yenilerine ihtiyacım var. |
342 |
We’re getting out of here. The cops are coming. |
Buradan ayrılıyoruz. Polisler geliyor. |
343 |
Merry Christmas! |
Mutlu Noeller! |
344 |
Merry Christmas! |
Mutlu Noeller. |
345 |
It would be so cool if I could speak ten languages! |
On dil konuşabilsem, çok güzel olur! |
346 |
If you’re tired, why don’t you go to sleep? “Because if I go to sleep now I will wake up too early.” |
Eğer yorgunsan, niçin yatmaya gitmiyorsun? ” Ben şimdi yatmaya gidersem çok erken kalkacağım. |
347 |
If you’re tired, why don’t you go to sleep? “Because if I go to sleep now I will wake up too early.” |
Yorgunsan niye yatmıyorsun? “Çünkü şimdi yatarsam çok erken kalkarım” |
348 |
You should have listened to me. |
Beni dinlemeliydin. |
349 |
It’s a complete mess, and it’s getting on my nerves. |
Bu tam bir karmaşa ve benim sinirime dokunuyor. |
350 |
When the body is touched, receptors in the skin send messages to the brain causing the release of chemicals such as endorphins. |
Vücuda dokunulduğunda, derideki reseptörler beyne endorfin gibi kimyasalların salınmasına neden olan mesajlar gönderir. |
351 |
What does it involve? |
O, ne içeriyor? |
352 |
One hundred and fifty thousand couples are expected to get married in Shanghai in 2006. |
Yüz elli bin çiftin, 2006 yılında Shanghai’da evlenmesi bekleniyor. |
353 |
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests. |
Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak. |
354 |
Half a million children still face malnutrition in Niger. |
Yarım milyon çocuk Nijer’de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır. |
355 |
It will take five to ten years for the technology to be ready. |
Teknolojinin hazır olması 5-10 yıl alır. |
356 |
Bicycles are tools for urban sustainability. |
Bisikletler kentsel sürdürülebilirlik için araçlardır. |
357 |
The French government has launched an online game that challenges taxpayers to balance the national budget. |
Fransız hükümeti, ulusal bütçeyi vergi mükelleflerinin dengelemesi için meydan okuyan online bir oyunu piyasaya sürdü. |
358 |
He would be glad to hear that. |
O, onu duymaktan mutlu olurdu. |
359 |
What do you believe is true even though you cannot prove it? |
Kanıtlayamasan bile neyin doğru olduğuna inanırsın? |
360 |
Computers make people stupid. |
Bilgisayarlar insanları aptallaştırır. |
361 |
Don’t ask what they think. Ask what they do. |
Onların ne düşündüğünü sormayın. Ne yaptığını sorun. |
362 |
When you’re trying to prove something, it helps to know it’s true. |
Siz bir şeyi kanıtlamaya çalışırken, bu onun doğru olduğunu bilmenize yardım eder. |
363 |
What changes the world is communication, not information. |
Dünyayı değiştiren bilgi değil iletişimdir. |
364 |
Most scientific breakthroughs are nothing else than the discovery of the obvious. |
Bilimsel buluşların çoğu bilinenin keşfinden başka bir şey değildir. |
365 |
If you don’t understand something, it’s because you aren’t aware of its context. |
Eğer bir şeyi anlamıyorsanız, onun içeriğinin farkında olmamanızdandır. |
366 |
The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known. |
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez. |
367 |
The key question is not what can I gain but what do I have to lose. |
Kilit soru ne kaybedebilirim değil fakat kaybedecek neyim vardır. |
368 |
Anything that can be misunderstood will be. |
Yanlış anlaşılabilen herhangi bir şey olacaktır. |
369 |
Any universe simple enough to be understood is too simple to produce a mind able to understand it. |
Anlaşılması yeterince basit bir evren onu anlayabilecek bir aklı üretemeyecek kadar çok basittir. |
370 |
Why is life so full of suffering? |
Hayat niçin o kadar acı dolu? |
371 |
Despite the importance of sleep, its purpose is a mystery. |
Uykunun önemine rağmen, onun amacı bir sırdır. |
372 |
What does it mean to have an educated mind in the 21st century? |
21. yüzyılda eğitimli bir akla sahip olmak ne anlama geliyor? |
373 |
Passion creates suffering. |
Tutku acı yaratır. |
374 |
The train from Geneva will arrive at the station. |
Cenevre’den gelen tren istasyona gelecek. |
375 |
I would like to give him a present for his birthday. |
Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum. |
376 |
I would like to give him a present for his birthday. |
Doğum günü için ona bir hediye vermek istiyorum. |
377 |
I’m starving! |
Açlıktan ölüyorum! |
378 |
I’m starving! |
Ben açlıktan ölüyorum. |
379 |
Do you have friends in Antigua? |
Antigua’da arkadaşların var mı? |
380 |
A cubic meter corresponds to 1000 liters. |
Bir metreküp, 1000 litreye karşılık gelmektedir. |
381 |
I have so much work that I will stay for one more hour. |
O kadar çok işim var ki, bir saat daha kalacağım. |
382 |
I am married and have two children. |
Evliyim ve iki çocuğum var. |
383 |
He plays the piano very well. |
O çok iyi piyano çalar. |
384 |
I see it rarely. |
Ben onu nadiren görüyorum. |
385 |
I’d like to study in Paris. |
Paris’te öğretim yapmak istiyorum. |
386 |
You don’t know who I am. |
Kim olduğumu bilmiyorsun. |
387 |
Why don’t you eat vegetables? |
Niçin sebze yemiyorsun? |
388 |
Why do people go to the movies? |
İnsanlar neden sinemaya gidiyorlar? |
389 |
I’m undressing. |
Ben soyunuyorum. |
390 |
The car crashed into the wall. |
Araba duvara çarptı. |
391 |
There are no real visions. |
Gerçek görüntüler yoktur. |
392 |
There’s no point saying “Hi, how are you?” to me if you have nothing else to say. |
Söyleyecek başka bir şeyin yoksa bana “Merhaba, nasılsın?” demenin hiçbir faydası yok. |
393 |
In a dictionary like this one there should be at least two sentences with “fridge”. |
Böyle bir sözlükte ” buzdolabı ” ile ilgili en az iki cümle olmalıdır. |
394 |
Creationism is a pseudo-science. |
Yaratılışçılık, bir sözde-bilimdir. |
395 |
The wind calmed down. |
Rüzgar sakinleşti. |
396 |
Where there’s a will, there’s a way. |
İsteğin olduğu yerde, bir yol vardır. |
397 |
Who searches, finds. |
Arayan bulur. |
398 |
Who searches, finds. |
Kim ararsa, bulur. |
399 |
Rome wasn’t built in a day. |
Roma bir günde yapılmadı. |
400 |
Silence gives consent. |
Sessizlik rıza verir. |
401 |
Have you finished? “On the contrary, I have not even begun yet.” |
Bitirdin mi? “Tam tersine, henüz başlamadım bile.” |
402 |
Good morning, said Tom with a smile. |
Tom bir tebessümle, “Günaydın”, dedi. |
403 |
That was the best day of my life. |
O, hayatımdaki en iyi gündü. |
404 |
That was the best day of my life. |
Bu hayatımın en güzel günüydü. |
405 |
I don’t understand German. |
Almanca anlamıyorum. |
406 |
I made my decision. |
Kararımı verdim. |
407 |
I give you my word. |
Sana söz veriyorum. |
408 |
You are the great love of my life. |
Sen yaşamımın büyük aşkısın. |
409 |
An expert is someone who knows some of the worst mistakes that can be made in his field, and how to avoid them. |
Bir uzman sahasında yapılabilecek en kötü hatalardan bazılarını ve onlardan nasıl sakınacağını bilen biridir. |
410 |
Doing math is the only socially acceptable way to masturbate in public. |
Hesap yapmak herkesin önünde tatmin olmanın kabul edilebilir tek sosyal yoludur. |
411 |
There are 10 types of people in the world: those who understand binary, and those who don’t. |
Dünya üzerinde 10 çeşit insan vardır: ikilik sistemi anlayanlar ve anlamayanlar. |
412 |
I don’t think, therefore I am not. |
Düşünmüyorum; öyleyse yokum. |
413 |
Nowadays we want our children to make their own decisions, but we expect those decisions to please us. |
Günümüzde çocuklarımızın kendi başlarına karar almalarını istiyoruz ama o kararların hoşumuza gitmesini umut ediyoruz. |
414 |
Don’t worry, be happy! |
Endişelenme, mutlu ol! |
415 |
I find foreign languages very interesting. |
Yabancı dilleri çok ilginç buluyorum. |
416 |
I don’t like learning irregular verbs. |
Düzensiz fiilleri öğrenmeyi sevmiyorum. |
417 |
He’s already a man. |
Zaten bir adam. |
418 |
The vacation is over now. |
Şimdi tatil bitti. |
419 |
That’s the absolute truth. |
O, mutlak gerçektir. |
420 |
I’m thirsty. |
Susadım. |
421 |
I’m thirsty. |
Ben susadım. |
422 |
When I ask people what they regret most about high school, they nearly all say the same thing: that they wasted so much time. |
İnsanlara “Lise yıllarında en çok pişman olduğunuz şey nedir?” diye sorduğumda, hemen hemen hepsi aynı şeyi söylerler: Zamanımızın çoğunu boşa harcadık. |
423 |
Give him an inch and he’ll take a yard. |
Ona elini verirsen kolunu kaptırırsın. |
424 |
You did this intentionally! |
Bunu bilerek yaptın! |
425 |
You didn’t tell him anything? |
Ona bir şey söylemedin mi? |
426 |
You’re my type. |
Sen benim tipimsin. |
427 |
You’re irresistible. |
Sen dayanılmazsın. |
428 |
Could you call again later, please? |
Daha sonra tekrar arar mısınız, lütfen? |
429 |
Who am I talking with? |
Ben kiminle konuşuyorum? |
430 |
I accept, but only under one condition. |
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla. |
431 |
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. |
Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi. |
432 |
Life is beautiful. |
Hayat güzeldir. |
433 |
I can’t cut my nails and do the ironing at the same time! |
Aynı anda tırnaklarımı kesip ütü yapamam! |
434 |
I can’t take it anymore! I haven’t slept for three days! |
Artık daha fazla dayanamıyorum! Üç gündür uyumadım! |
435 |
Have you ever eaten a banana pie? |
Hiç muzlu pasta yedin mi? |
436 |
What made you change your mind? |
Senin fikrini ne değiştirdi? |
437 |
I love lasagna. |
Lazanyayı severim. |
438 |
If you know that something unpleasant will happen, that you will go to the dentist for example, or to France, then that is not good. |
Hoş olmayan bir şey olacağını biliyorsan, örneğin dişçiye gideceğini, ya da Fransa’ya, öyleyse bu iyi değil. |
439 |
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. |
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır. |
440 |
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. |
Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır. |
441 |
The brain is just a complicated machine. |
Beyin sadece karmaşık bir makinedir. |
442 |
I’m at the hospital. I got struck by lightning. |
Hastanedeyim. Yıldırım çarptı. |
443 |
What is your greatest source of inspiration? |
En büyük ilham kaynağınız nedir? |
444 |
You don’t marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without. |
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme – sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen. |
445 |
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is. |
Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte var. |
446 |
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is. |
Teoride, teori ve uygulama arasında farklılık yok. Ama uygulamada var. |
447 |
Don’t stay in bed, unless you can make money in bed. |
Yatakta para kazanamadığınız sürece, yatakta kalmayınız. |
448 |
I was rereading the letters you sent to me. |
Bana gönderdiğin mektupları tekrar okuyordum. |
449 |
I don’t want to go to school. |
Ben okula gitmek istemiyorum. |
450 |
It’s over between us. Give me back my ring! |
Aramızda her şey bitti. Yüzüğümü geri ver. |
451 |
It is raining. |
Yağmur yağıyor. |
452 |
I was planning on going to the beach today, but then it started to rain. |
Bugün plaja gitmeyi planlıyordum fakat sonra yağmur yağmaya başladı. |
453 |
She’s really smart, isn’t she? |
O gerçekten zeki, değil mi? |
454 |
She’s really smart, isn’t she? |
O sahiden zeki, değil mi? |
455 |
She’s really smart, isn’t she? |
O gerçekten akıllı, değil mi? |
456 |
She’s really smart, isn’t she? |
O sahiden akıllı, değil mi? |
457 |
Every opinion is a mixture of truth and mistakes. |
Her fikir doğru ve hataların bir karışımıdır. |
458 |
Life is a fatal sexually transmitted disease. |
Hayat ölümcül,cinsel,taşınan bir hastalıktır. |
459 |
If two men always have the same opinion, one of them is unnecessary. |
İki insan her zaman aynı görüşe sahipse, bunlardan biri gereksizdir. |
460 |
Our opinion is an idea which we have; our conviction an idea which has us. |
Bizim görüşümüz sahip olduğumuz bir fikirdir; inancımız bize sahip olan bir fikirdir. |
461 |
Tomorrow, I’m going to study at the library. |
Yarın, ben kütüphanede çalışacağım. |
462 |
Too late. |
Çok geç. |
463 |
I went to the zoo yesterday. |
Dün hayvanat bahçesine gittim. |
464 |
We won the battle. |
Biz savaşı kazandık. |
465 |
Hello? Are you still here? |
Merhaba? Hâlâ burada mısın? |
466 |
Hello? Are you still here? |
Alo? Hâlâ burada mısın? |
467 |
I make lunch every day. |
Ben her gün öğle yemeği yaparım. |
468 |
I watched TV this morning. |
Bu sabah TV izledim. |
469 |
I read a book while eating. |
Yemek yerken bir kitap okurum. |
470 |
I slept a little during lunch break because I was so tired. |
Çok yorgun olduğum için öğle yemeği molası sırasında biraz uyudum. |
471 |
I started learning Chinese last week. |
Ben geçen hafta Çince öğrenmeye başladım. |
472 |
It is easier to hit on people on the Internet than in the street. |
İnternet üzerinden insanlara asılmak sokakta asılmaktan daha kolaydır. |
473 |
I live near the sea, so I often get to go to the beach. |
Denize yakın yaşıyorum. Bu yüzden sık sık plaja giderim. |
474 |
Someday I will buy a cotton candy machine. |
Bir gün bir pamuk şekeri makinesi satın alacağım. |
475 |
It’s practical to have a laptop. |
Bu bir dizüstü bilgisayara sahip olmak pratiktir. |
476 |
Your glasses fell on the floor. |
Gözlüğün yere düştü. |
477 |
How many times a day do you look at yourself in the mirror? |
Günde kaç kaç kez aynada kendinize bakarsınız? |
478 |
We went to London last year. |
Geçen yıl Londra’ya gittik. |
479 |
We went to London last year. |
Biz geçen yıl Londra’ya gittik. |
480 |
She doesn’t want to talk about it. |
O, o konu hakkında konuşmak istemiyor. |
481 |
I lost my inspiration. |
Ben ilhamımı kaybettim. |
482 |
If you don’t have anything to do, look at the ceiling of your room. |
Yapacak bir şeyiniz yoksa, odanızın tavanına bakın. |
483 |
It doesn’t mean anything! |
O hiçbir şey demek değildir! |
484 |
Be patient please. It takes time. |
Sabırlı olun lütfen. Bu zaman alır. |
485 |
Close the door when you leave. |
Çıkarken kapıyı kapat. |
486 |
Close the door when you leave. |
Giderken kapıyı kapat. |
487 |
This is such a sad story. |
Bu öylesine hüzünlü bir hikaye. |
488 |
If there’s no solution, then there’s no problem. |
Bir çözüm yoksa, öyleyse hiçbir sorun yok. |
489 |
If there’s no solution, then there’s no problem. |
Çözüm yoksa sorun da yoktur. |
490 |
My little brother is watching TV. |
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor. |
491 |
My little brother is watching TV. |
Benim küçük erkek kardeşim TV izliyor. |
492 |
An astute reader should be willing to weigh everything they read, including anonymous sources. |
Akıllı bir okuyucu, anonim kaynaklar dahil, okudukları her şeyi tartmak için istekli olmalıdır. |
493 |
The formation and movement of hurricanes are capricious, even with our present-day technology. |
Günümüz teknolojisiyle bile kasırgaların oluşum ve hareketleri kaprislidir. |
494 |
Aaah!! My computer is broken! |
Eyvah!! Bilgisayarım bozuldu! |
495 |
Yes, it happens from time to time. |
Evet, o zaman zaman olur. |
496 |
Most people have a great disinclination to get out of bed early, even if they have to. |
İnsanların çoğu bunu yapmak zorunda olsalar bile yataktan erken kalkma konusunda çok isteksizdirler. |
497 |
The convicted drug dealer was willing to comply with the authorities to have his death sentence reduced to a life sentence. |
Mahkûm uyuşturucu satıcısı ölüm cezasını ömür boyu hapis cezasına düşürtmek için yetkililere boyun eğmeye istekliydi. |
498 |
Even people who don’t believe in the Catholic church venerate the Pope as a symbolic leader. |
Katolik kilisesine inanmayan insanlar bile Papa’ya sembolik bir lider olarak saygı duyuyorlar. |
499 |
His essay gave only a superficial analysis of the problem, so it was a real surprise to him when he got the highest grade in the class. |
Onun denemesi, sorunun sadece yüzeysel bir analizini yaptı, bu yüzden sınıfta en yüksek notu aldığında ona gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu. |
500 |
Professors should explain everything in detail, not be succinct and always tell students to go home and read their books. |
Profesörler, her şeyi detaylı bir şekilde açıklamalılar, kısa ve öz olmamalılar ve her zaman öğrencilere eve gitmelerini ve kitaplarını okumalarını söylemeliler. |
501 |
Prosecutors in court have to substantiate their claims in order to prove a suspect is guilty. |
Bir şüphelinin suçlu olduğunu ispatlamak için mahkemedeki savcılar iddialarını kanıtlamak zorundadır. |
502 |
The people who come on the Maury Povich show often make pretentious claims about their lovers cheating on them. |
Maury Povich’e gelen insanlar genellikle sevgililerinin onları aldattıkları ile ilgili önemli iddialarda bulunmaktadırlar. |
503 |
It is a prevalent belief, according to a nationwide poll in the United States, that Muslims are linked with terrorism. |
ABD’de ülke çapındaki bir ankete göre Müslümanların terörle bağlantılı olduğu yaygın bir inançtır. |
504 |
My roommate is prodigal when it comes to spending money on movies; he buys them the day they’re released, regardless of price. |
Oda arkadaşım, filmlere para harcama söz konusu olduğunda, müsriftir; o fiyatı ne olursa olsun, onları piyasaya çıktığı gün alıyor. |
505 |
The profane language used on network television makes many parents with young children not want to subscribe to cable. |
Ağ televizyonda kullanılan saygısız dil küçük çocuklu ebeveynlerin kabloluya abone olmayı istememelerine sebep oluyor. |
506 |
Teachers must get tired of rectifying the same mistakes over and over again in their students’ papers. |
Öğretmenler öğrencilerinin kağıtlarındaki aynı hataları tekrar tekrar düzeltmekten bıkmış olmalı. |
507 |
James had a great fear of making mistakes in class and being reprimanded. |
James derste hatalar yapmaktan ve azarlanmaktan çok korkardı. |
508 |
I would like to retract my previous statement. |
Önceki ifademi geri almak istiyorum. |
509 |
To win his audience, the speaker resorted to using rhetorical techniques he learned from his communication courses. |
Seyircisini kazanmak için konuşmacı, iletişim kurslarından öğrendiği retorik teknikleri kullanarak başvurdu. |
510 |
His father would never sanction his engagement to a girl who did not share the same religious beliefs as their family. |
Babası onların ailesi gibi aynı dini inançları paylaşmayan bir kızla onun nişanını tasdik etmedi. |
511 |
Spenser’s mother often scrutinizes him for every small mistake he makes. |
Spenser’in annesi onun yaptığı her küçük hatayı sık sık irdeler. |
512 |
Bill Clinton spoke in ambiguous language when asked to describe his relationship with Monica Lewinsky. |
Bill Clinton Monica Lewinsky ile olan ilişkisini açıklamak isterken muğlak bir dil kullandı. |
513 |
I like my job very much. |
İşimi çok seviyorum. |
514 |
Ray was willing to corroborate Gary’s story, but the police were still unconvinced that either of them were telling the truth. |
Ray, Gary’nin hikayesini desteklemek istiyordu fakat polisler onların ikisininde gerçeği söylediklerine ikna olmamışlardı. |
515 |
The murderer was convicted and sentenced to life in prison. |
Katilin suçu kanıtlandı ve ömür boyu hapse mahkum edildi. |
516 |
There was a feeling of constraint in the room; no one dared to tell the king how foolish his decision was. |
Odada bir baskı hissi vardı; Hiç kimse krala kararının ne kadar aptalca olduğunu söylemeye cesaret etmedi. |
517 |
The politician pushed for reform by denouncing the corruption of the government officials. |
Siyasetçi devlet memurlarının yolsuzluğunu kınayarak reformu ısrarla istedi. |
518 |
I dreamt about you. |
Seni rüyamda gördüm. |
519 |
I have to get a new computer. |
Yeni bir bilgisayar almak zorundayım. |
520 |
I won’t lose! |
Kaybetmeyeceğim! |
521 |
Classes are starting again soon. |
Dersler yakında tekrar başlıyor. |
522 |
I think I’m gonna sneeze. Give me a tissue. |
Sanırım hapşıracağım… Bana bir mendil ver. |
523 |
I’ve changed my website’s layout. |
Ben web sitemin düzenini değiştirdim. |
524 |
He won’t beat me. |
O beni yenemez. |
525 |
I have to do laundry while it’s still sunny. |
Hava güneşliyken çamaşır yıkamak zorundayım. |
526 |
You had plenty of time. |
Çok zamanın vardı. |
527 |
Stop criticizing me! |
Beni eleştirmekten vazgeç. |
528 |
Stop criticizing me! |
Beni eleştirmeyi bırak |
529 |
I’m almost done. |
Neredeyse bitirdim. |
530 |
How many sandwiches are there left? |
Kaç tane sandviç kaldı? |
531 |
We could see the sunset from the window. |
Pencereden gün batımını görebiliyorduk. |
532 |
It’s driving me crazy. |
O, beni çıldırtıyor. |
533 |
Did you say that I could never win? |
Hiç kazanamadığımı söyledin mi? |
534 |
What happened? There’s water all over the apartment. |
Ne oldu? Dairenin her yerinde su var. |
535 |
I am alive even though I am not giving any sign of life. |
Herhangi bir yaşam belirtisi vermememe rağmen hayattayım. |
536 |
Never try to die. |
Ölmeyi asla deneme. |
537 |
I am too old for this world. |
Bu dünya için çok yaşlıyım. |
538 |
Life begins when you pay taxes. |
Yaşam vergi ödeyince başlar. |
539 |
It is never too late to learn. |
Öğrenmek için asla çok geç değildir. |
540 |
It’s just five in the morning, but nevertheless it is light out. |
Henüz sabahın beşiydi ama yine de aydınlıktı. |
541 |
He told me the story of his life. |
O bana hayatının hikayesini anlattı. |
542 |
What are you talking about? |
Sen neden bahsediyorsun? |
543 |
I want a piece of candy. |
Bir parça şeker istiyorum. |
544 |
I knew that today would be fun. |
Bugünün eğlenceli olacağını biliyordum. |
545 |
It might sound far-fetched, but this is a real problem. |
Bu zoraki görünebilir ama gerçek bir problemdir. |
546 |
When are we eating? I’m hungry! |
Ne zaman yiyoruz? Ben açım! |
547 |
I have class tomorrow. |
Yarın dersim var. |
548 |
I can’t believe it! |
Ben ona inanamıyorum! |
549 |
Thank you. “You’re welcome.” |
Teşekkürler. “Bir şey değil.” |
550 |
Thank you. “You’re welcome.” |
“Teşekkür ederim.” — “Rica ederim.” |
551 |
Winter is my favorite season. |
Kış benim gözde mevsimimdir. |
552 |
I learned a lot from you. |
Senden çok şey öğrendim. |
553 |
We walked a lot. |
Çok yürüdük. |
554 |
I spent twelve hours on the train. |
Trende on iki saat geçirdim. |
555 |
Hold on, someone is knocking at my door. |
Bekle , biri kapıma vuruyor. |
556 |
Hold on, someone is knocking at my door. |
Bekle , biri kapımı çalıyor. |
557 |
He’s sleeping like a baby. |
Bir bebek gibi uyuyor. |
558 |
He’s sleeping like a baby. |
Bebek gibi uyuyor. |
559 |
You’re sick. You have to rest. |
Sen hastasın. Dinlenmek zorundasın. |
560 |
There’s a secret path on the left. |
Solda gizli bir patika var. |
561 |
She’s asking for the impossible. |
O, imkansızı istiyor. |
562 |
He disappeared without a trace. |
O, bir iz bırakmadan gözden kayboldu. |
563 |
I can place the palms of my hands on the floor without bending my knees. |
Ellerimin avuç içlerini dizlerimi bükmeden yere değdirebilirim. |
564 |
There cannot be progress without communication. |
İletişim olmadan ilerleme olamaz. |
565 |
The world doesn’t revolve around you. |
Dünya senin etrafında dönmüyor. |
566 |
Are you saying my life is in danger? |
Hayatım tehlikede mi diyorsun? |
567 |
Do you have any idea what my life is like? |
Hayatımın neye benzediği hakkında bir fikrin var mı? |
568 |
This place has a mysterious atmosphere. |
Bu yerin gizemli bir atmosferi var. |
569 |
I look forward to hearing your thoughts on this matter. |
Bu konu ile ilgili düşüncelerini duymaya can atıyorum. |
570 |
My life is hollow without him. |
Hayatım onsuz boş. |
571 |
I don’t want to fail my exams. |
Sınavımda başarısız olmak istemiyorum. |
572 |
My mother bought two bottles of orange juice. |
Annem iki şişe portakal suyu aldı. |
573 |
She was wearing a black hat. |
O, siyah bir şapka giyiyordu. |
574 |
She was wearing a black hat. |
Siyah bir şapka takıyordu. |
575 |
We made pancakes for breakfast. |
Sabah kahvaltısı için gözleme yaptık. |
576 |
I spent the whole afternoon chatting with friends. |
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim. |
577 |
I want to be more independent. |
Ben daha özgür olmak istiyorum. |
578 |
Are you just going to stand there all day? |
Bütün gün sadece orada mı duracaksın? |
579 |
A rabbit has long ears and a short tail. |
Bir tavşanın uzun kulakları ve kısa bir kuyruğu var. |
580 |
Your secret will be safe with me. |
Sırrın benimle güvende olacak. |
581 |
I don’t want to hear any more of your complaining. |
Artık şikâyet ettiğini duymak istemiyorum. |
582 |
You should have refused such an unfair proposal. |
Böyle haksız bir öneriyi reddetmen gerekirdi. |
583 |
I don’t have the strength to keep trying. |
Denemeye devam edecek gücüm yok. |
584 |
I didn’t mean to give you that impression. |
Sana o izlenimi vermeyi amaçlamamıştım. |
585 |
I didn’t mean to give you that impression. |
Sana o izlenimi vermek istememiştim. |
586 |
I’m tired of eating fast food. |
Ayaküstü yemekten usandım. |
587 |
I can’t wait to go on a vacation. |
Tatile gitmek için sabırsızlanıyorum. |
588 |
The rooms in this hotel are really very bad at muffling sounds. I can hear my neighbor chewing his gum! |
Bu oteldeki odalar ses yalıtımında gerçekten çok kötü. Komşumun sakızını çiğnemesini duyabiliyorum. |
589 |
Where is the bathroom? |
Tuvalet nerededir? |
590 |
If you lend someone $20 and never see that person again, it was probably worth it. |
Eğer birine 20 dolar ödünç verirseniz ve o kişiyi asla yeniden görmezseniz, muhtemelen ona değmiştir. |
591 |
The essence of liberty is mathematics. |
Özgürlüğün özü matematiktir. |
592 |
The essence of liberty is mathematics. |
Hürriyetin özü matematiktir. |
593 |
His story was too ridiculous for anyone to believe. |
Onun hikayesi herhangi birinin inanması için çok fazla saçma. |
594 |
Each person is a world. |
Her insan bir dünyadır. |
595 |
I have French nationality but Vietnamese origins. |
Milliyetim Fransız ama Vietnam kökenliyim. |
596 |
It’s very frustrating to try to find your glasses when you can’t see anything without glasses. |
İnsan gözlüksüz bir şey göremediğinden, gözlüğü yokken gözlük araması çok sinir bozucu bir şey. |
597 |
Do you think mankind will someday colonize the Moon? |
Sence insanlık bir gün Ay’ı sömürgeleştirecek mi? |
598 |
I’m crazy about you. |
Ben senin için deli oluyorum. |
599 |
Life in prison is worse than the life of an animal. |
Hapishanedeki yaşam bir hayvanın yaşamından daha kötüdür. |
600 |
I am proud to be a part of this project. |
Bu projenin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. |
601 |
The answer leads us to a vicious circle. |
Cevap bizi kısır bir döngüye götürür. |
602 |
I’m too lazy to do my homework. |
Ödevimi yapamayacak kadar tembelim. |
603 |
Freedom is not free. |
Özgürlük bedava değildir. |
604 |
I want an MP3 player! |
Ben bir MP3 çalar istiyorum! |
605 |
What?! You ate my chocolate bear?! |
Ne?! Sen benim çikolata ayımı mı yedin?! |
606 |
Where are you? |
Neredesiniz? |
607 |
Where are you? |
Sen neredesin? |
608 |
Where are you? |
Neredesin? |
609 |
It’s a dead end. |
Bu bir çıkmaz sokak. |
610 |
Life is not long, it is wide! |
Yaşam uzun değil geniştir! |
611 |
When I was your age, Pluto was a planet. |
Ben senin yaşındayken Plüton bir gezegendi. |
612 |
The elevators in a skyscraper are vital systems. |
Bir gökdelendeki asansörler hayati sistemlerdir. |
613 |
He spent the evening reading a book. |
O, akşamı bir kitap okuyarak geçirdi. |
614 |
If I don’t do it now, I never will. |
Onu şimdi yapmazsam, asla yapamam. |
615 |
This song is so moving that it brings tears to my eyes. |
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı. |
616 |
There are a lot of things you don’t know about my personality. |
Kişiliğimle ilgili bilmediğin çok şey var. |
617 |
I have been told that I am pragmatic, and I am. |
Bana pragmatik olduğum söylendi, ve öyleyim. |
618 |
I’m running out of ideas. |
Fikirlerim tükeniyor. |
619 |
The seven questions that an engineer has to ask himself are: who, what, when, where, why, how and how much. |
Mühendisin kendine sormak zorunda olduğu yedi soru: kim, ne, ne zaman, nerede, niçin, nasıl ve ne kadar. |
620 |
You are still asking yourself what the meaning of life is? |
Yaşamın anlamının ne olduğunu kendine soruyor musun hala? |
621 |
When can one say that a person has alcohol issues? |
Bir kişinin alkol sorunlarının olduğunu ne zaman söyleyebiliriz. |
622 |
Check that your username and password are written correctly. |
Kullanıcı adı ve şifrenizin doğru yazıldığını kontrol edin. |
623 |
Goodbyes are always sad. |
Vedalar her zaman üzücüdür. |
624 |
Don’t forget about us! |
Bizi unutma! |
625 |
Don’t forget about us! |
Bizi unutma. |
626 |
Don’t forget about us! |
Bizi unutmayın. |
627 |
Which is your luggage? |
Bagajınız hangisidir? |
628 |
I suggest that we go out on Friday. |
Cuma günü dışarı çıkmamızı öneriyorum. |
629 |
Who painted this painting? |
Bu resmi kim yaptı? |
630 |
We men are used to waiting for the women. |
Biz, erkekler kadınları beklemeye alışığız. |
631 |
We men are used to waiting for the women. |
Biz erkekler kadınları beklemeye alışkınız. |
632 |
He’s Argentinean and he gives tennis lessons. |
O Arjantinli ve tenis dersleri veriyor. |
633 |
I’ve got a pacemaker. |
Benim bir kalp pilim var. |
634 |
Can I pay by credit card? |
Kredi kartı ile ödeyebilir miyim? |
635 |
I feed my cat every morning and every evening. |
Ben kedimi her sabah ve her akşam beslerim. |
636 |
Could you please repeat that? |
Lütfen onu tekrarlar mısın? |
637 |
Every effort deserves a reward. |
Her çaba ödülü hak ediyor. |
638 |
More than 90 percent of visits to a web page are from search engines. |
Bir web sayfası ziyaretçilerinin %90’ından daha fazlası arama motorlarındandır. |
639 |
I need your advice. |
Tavsiyene ihtiyacım var. |
640 |
Any chance you know where I put my keys? |
Anahtarlarımı nereye koyduğumu bilmen için şans var mı? |
641 |
I’m getting ready for the worst. |
En kötüsü için hazırlanıyorum. |
642 |
Why did you wake me up to tell me something that big? Now, I’ll never be able to concentrate on my work! |
Niçin o kadar mühim bir şeyi söylemek için beni uyandırdın? Şimdi, asla işime konsantre olamayacağım. |
643 |
Take good care of yourself. |
Kendinize iyi bakın. |
644 |
As he sits in the dark, typing away at his computer, he hears the sound of morning birds chirping away and realizes he has been up all night – but the insomniac still refuses to sleep. |
O karanlıkta otururken bilgisayarında yazı yazıyor, cıvıl cıvıl öten sabah kuşlarının sesini duyuyor ve bütün gece uyumadığını fark ediyor- fakat uykusuzluk hastası hâlâ uyumayı reddediyor. |
645 |
Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self. |
Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın. |
646 |
The functions sine and cosine take values between -1 and 1 (-1 and 1 included). |
Sinüs ve kosinüs fonksiyonları -1 ve 1 arasında bir değer alır (-1 ve 1 dahil). |
647 |
I am against using death as a punishment. I am also against using it as a reward. |
Ölümü bir ceza olarak kullanmaya karşıyım. Onu bir ödül olarak da kullanmaya karşıyım. |
648 |
Can I stay at your place? I have nowhere to go. |
Yanında kalabilir miyim? Gidecek hiçbir yerim yok. |
649 |
We are haunted by an ideal life, and it is because we have within us the beginning and the possibility for it. |
İdeal bir hayatın peşindeyiz, bunun sebebi içimizde onun için başlangıç ve olasılığa sahip olmamızdır. |
650 |
A known mistake is better than an unknown truth. |
Bilinen bir hata bilinmeyen bir gerçekten daha iyidir. |
651 |
Life is not an exact science, it is an art. |
Hayat mutlak bilim değil, bir sanattır. |
652 |
Only those who risk going too far will know how far one can go. |
Sadece çok uzağa gitme riskini alanlar birinin ne kadar uzağa gidebileceğini bilecektir. |
653 |
My interest is in the future because I’m going to spend the rest of my life there. |
Merakım gelecekte çünkü hayatımın geri kalanını orada geçireceğim. |
654 |
Nothing is impossible for the man who doesn’t have to do it himself. |
Bir şeyi kendisi yapmak zorunda olmayan biri için hiçbir şey imkansız değildir. |
655 |
It is not the strongest of the species that survives, not the most intelligent, but the one most responsive to change. |
O, yaşayan türlerin en güçlüsü değil, en zekisi değil fakat değişmek için en duyarlı olanıdır. |
656 |
I can’t understand why people are frightened of new ideas. I’m frightened of the old ones. |
İnsanların yeni fikirlerden neden korktuklarını anlayamıyorum. Ben eskilerinden korkarım. |
657 |
Hope is not a strategy. |
Ummak bir strateji değildir. |
658 |
They are waiting for you in front of the door. |
Kapının önünde senin için bekliyorlar. |
659 |
Do you have a pen on you? |
Yanınızda bir kaleminiz var mı? |
660 |
Whose is this? |
Bu kimin? |
661 |
It’s a good deal. |
Bu gerçek bir pazarlık. |
662 |
Pick up your things and go away. |
Eşyalarını al ve uzaklaş. |
663 |
The sooner, the better. |
Ne kadar erken olursa, o kadar iyidir. |
664 |
The sooner, the better. |
Ne kadar erken o kadar iyi |
665 |
He doesn’t look his age. |
O yaşında görünmüyor. |
666 |
Do you like rap? |
Rap sever misin? |
667 |
I love trips. |
Gezileri seviyorum. |
668 |
I’ve been waiting for hours. |
Saatlerdir bekliyorum. |
669 |
That’s the snag. |
Şu, budak. |
670 |
I don’t know him. |
Onu tanımıyorum. |
671 |
I liked this film. |
Bu filmi sevdim. |
672 |
It’s not important. |
Önemli değil. |
673 |
It’s not important. |
O önemli değil. |
674 |
I don’t care. |
Umurumda değil. |
675 |
I go shopping every morning. |
Her sabah alışverişe çıkarım. |
676 |
Speech is silver, but silence is golden. |
Konuşma gümüştür ama susma altındır. |
677 |
Speech is silver, but silence is golden. |
Söz gümüşse sükût altındır. |
678 |
Fifty-two per cent of British women prefer chocolate to sex. |
Britanyalı kadınların yüzde elli ikisi çikolatayı sekse tercih ediyor. |
679 |
I’m not convinced at all. |
Hiç de ikna olmadım. |
680 |
Why do you want to leave today? |
Niçin bugün gitmek istiyorsun? |
681 |
I’m going to take my car. |
Benim arabayı alacağım. |
682 |
It’s too good to be true. |
O, gerçek olamayacak kadar çok iyi. |
683 |
It’s too good to be true. |
Bu gerçek olamayacak kadar çok iyi. |
684 |
Logic is a systematic method of coming to the wrong conclusion with confidence. |
Mantık, yanlış sonuca inançla ulaşmanın sistematik bir metodudur. |
685 |
If you see a man approaching you with the obvious intention of doing you good, you should run for your life. |
Sana faydalı olmak amacıyla sana yaklaşan bir adam görürsen, hayatın için koşmalısın. |
686 |
Better late than never. |
Geç olması hiç olmamasından daha iyidir. |
687 |
Better late than never. |
Geç olsun da güç olmasın. |
688 |
Like father, like son. |
Tıpkı babasına benziyor. |
689 |
Like father, like son. |
Elma ağacın dibine düşer. |
690 |
The early bird catches the worm. |
Erken kalkan erken yol alır. |
691 |
In life there are ups and downs. |
İnişler ve çıkışlar vardır hayatta. |
692 |
No news is good news. |
Herhangi bir haber olmaması iyi bir haber. |
693 |
If you think education is expensive, wait till you see what ignorance costs you. |
Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsan,cahilliğin sana neye mâl olduğunu görene kadar bekle. |
694 |
I was expecting it! |
Onu bekliyordum! |
695 |
I don’t expect anything from you. |
Senden bir şey beklemiyorum. |
696 |
People who will lie for you, will lie to you. |
Senin için yalan söyleyecek insanlar, sana da yalan söylerler. |
697 |
There’s no doubt. |
Hiç şüphe yok. |
698 |
There isn’t any solution. |
Hiç çözüm yok. |
699 |
I didn’t know he drank so much. |
Onun o kadar çok içtiğini bilmiyordum. |
700 |
It’s well done. |
İyi bitti. |
701 |
Do you want fruit juice? |
Meyve suyu istiyor musun? |
702 |
He’s a good person. |
O iyi bir kişidir. |
703 |
He’s a good person. |
O iyi bir insan. |
704 |
Do as you want. |
Nasıl istersen öyle yap. |
705 |
Do as you want. |
İstediğiniz gibi yapın. |
706 |
Enjoy your meal! |
Afiyet olsun! |
707 |
There’s no love without jealousy. |
Kıskançlık olmadan sevgi yoktur. |
708 |
There was not a bloody soul. |
Lanet olası bir ruh yoktu. |
709 |
We are cut from the same cloth. |
Biz aynı kumaştan kesilmişiz. |
710 |
The walls have ears. |
Duvarların kulakları vardır. |
711 |
I’ve got a frog in my throat. |
Boğazımda gıcık var. |
712 |
Make yourself at home. |
Kendi evinizde gibi davranın. |
713 |
Make yourself at home. |
Evindeymişsin gibi davran. |
714 |
Why aren’t you coming with us? |
Niçin bizimle birlikte gelmiyorsun? |
715 |
Why are you telling me about hippos all of the sudden? I don’t see the connection between that and your twelve red goldfishes. |
Birdebire su aygırlarını bana niçin anlatıyorsun? O ve senin on iki kırmızı akvaryum balığının arasındaki bağlantıyı anlamıyorum. |
716 |
Don’t listen to him, he’s talking nonsense. |
Onu dinleme, o saçma sapan konuşuyor. |
717 |
Don’t listen to him, he’s talking nonsense. |
Ona kulak asma; boş konuşuyor. |
718 |
You can’t get lost in big cities; there are maps everywhere! |
Büyük kentlerde kaybolmazsın, her yerde haritalar var! |
719 |
We are sorry, the person you are trying to contact is not available. |
Üzgünüz, iletişim kurmaya çalıştığınız kişi mevcut değil. |
720 |
I don’t want it anymore. |
Artık onu istemiyorum. |
721 |
He came several times. |
O defalarca geldi. |
722 |
We wonder why. |
Sebebini merak ediyoruz. |
723 |
We must think about friends. |
Biz arkadaşları düşünmeliyiz. |
724 |
I’m going to take a bath. |
Banyo yapacağım. |
725 |
It was raining when we left, but by the time we arrived, it was sunny. |
Biz ayrıldığımızda yağmur yağıyordu, fakat vardığımızda hava güneşliydi. |
726 |
We left by train. |
Biz trenle gittik. |
727 |
I don’t know if he would have done it for me. |
Onu benim için yapıp yapmadığını bilmiyorum. |
728 |
Would you like to come? |
Gelmek ister misin? |
729 |
Would you like to come? |
Gelmek ister misiniz? |
730 |
I knew he would accept. |
Kabul edeceğini biliyordum. |
731 |
She would willingly come but she was on vacation. |
Seve seve gelirdi fakat o tatildeydi. |
732 |
I thought it was true. |
Ben onun doğru olduğunu düşündüm. |
733 |
I thought it was true. |
Ben bunun gerçek olduğunu zannediyordum. |
734 |
This is the town I told you about. |
Bu sana bahsettiğim şehir. |
735 |
I have to give back the book before Saturday. |
Kitabı Cumartesiden önce geri vermek zorundayım. |
736 |
I went to drink a beer with friends. |
Arkadaşlarla birlikte bir bira içmek için gittim. |
737 |
Yesterday we had fun. |
Dün eğlendik. |
738 |
They quarreled. |
Onlar tartıştılar. |
739 |
I ate caviar. |
Ben havyar yedim. |
740 |
He changed a lot since the last time. |
Son kezden bu yana o çok değişti. |
741 |
You took the wrong key. |
Sen yanlış anahtarı aldın. |
742 |
I managed to get in. |
İçeri girmeyi başardım. |
743 |
How much is it? |
Fiyatı ne kadar? |
744 |
I’ll bring you the bill immediately. |
Size faturayı hemen getireceğim. |
745 |
Here is your change. |
İşte paranızın üstü. |
746 |
Did you leave a tip? |
Bir bahşiş bıraktın mı? |
747 |
I’m sorry, I don’t have change. |
Maalesef, bozuk param yok. |
748 |
The situation is worse than we believed. |
Durum sandığımızdan daha kötü. |
749 |
We have to expect the worst. |
En kötüsünü beklemek zorundayız. |
750 |
They don’t even know why. |
Hatta sebebini bile bilmiyorlar. |
751 |
I want you to tell me the truth. |
Bana gerçeği söylemeni istiyorum. |
752 |
Florence is the most beautiful city in Italy. |
Floransa, İtalya’daki en güzel şehir. |
753 |
I talked to friends. |
Ben arkadaşlarla konuştum. |
754 |
I’m glad to see you back. |
Seni tekrar gördüğüme memnun oldum. |
755 |
You changed a lot. |
Sen çok değiştin. |
756 |
Those who know him like him. |
Onu tanıyanlar onu seviyorlar. |
757 |
Tell me what happened. |
Bana ne olduğunu anlat. |
758 |
They are sensible girls. |
Onlar duyarlı kızlar. |
759 |
It’s more difficult than you think. |
O düşünmenden daha zordur. |
760 |
He told me he would go to Venice. |
Bana Venedik’e gideceğini söyledi. |
761 |
Who are those guys? |
Şu adamlar kimdir? |
762 |
I don’t agree with him. |
Onunla aynı fikirde değilim. |
763 |
The spirit is willing, but the flesh is weak. |
Ruh isteklidir fakat beden güçsüzdür. |
764 |
It seems to me that the train is late. |
Bana öyle geliyor ki tren geç kaldı. |
765 |
I don’t know if I’ll have time to do it. |
Onu yapmak için zamanım olup olmayacağını bilmiyorum. |
766 |
Wolves won’t usually attack people. |
Kurtlar genellikle insanlara saldırmazlar. |
767 |
Can somebody help me? “I will.” |
Birisi bana yardımcı olabilir mi? “Ben olurum.” |
768 |
You’ve given me your cold. |
Soğuk algınlığını bana bulaştırdın. |
769 |
Her garden is a work of art. |
Onun bahçesi bir sanat eseridir. |
770 |
I’d rather be a bird than a fish. |
Bir balık olmaktansa bir kuş olmayı yeğlerim. |
771 |
Water freezes at zero degrees Celsius, doesn’t it? |
Su sıfır derecede donar, değil mi? |
772 |
If you take care of the small things, the big things will take care of themselves. |
Eğer küçük şeyleri halledersen, büyük şeyler kendiliğinden hallolur. |
773 |
Every man’s work, whether it be literature or music or a picture or architecture or anything else, is always a portrait of himself. |
Her erkeğin işi, ister edebi ya da müzik ya da bir resim ya da mimari ya da başka bir şey olsun, her zaman kendisinin bir portresidir. |
774 |
How dare you say such a thing to me? |
Böyle bir şeyi ne cüretle bana söylersin? |
775 |
You ask me to do the impossible. |
Sen imkansızı yapmamı rica ediyorsun. |
776 |
I brought you a little something. |
Sana küçük bir şey getirdim. |
777 |
You are as tall as I am. |
Sen benim kadar uzunsun. |
778 |
You have the same racket as I have. |
Benimki ile aynı rakete sahipsin. |
779 |
Go and speak to my colleague. |
Git ve iş arkadaşımla konuş. |
780 |
Tell me about it! |
Bana ondan bahset! |
781 |
Maria has long hair. |
Maria’nın uzun saçı var. |
782 |
I have to take medicine. |
İlaç almak zorundayım. |
783 |
I’m taking a walk in a park. |
Ben bir parkta yürüyüş yapıyorum. |
784 |
If you are free, give me a hand. |
İşin yoksa, bana yardım et. |
785 |
I work even on Sunday. |
Ben pazar günü bile çalışırım. |
786 |
It happened a long time ago. |
O uzun zaman önce oldu. |
787 |
Where have you been? |
Neredeydin? |
788 |
Where have you been? |
Nerelerdesiniz? |
789 |
It’s been snowing all night. |
Bütün gece kar yağıyordu. |
790 |
How come you know so much about Japanese history? |
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun? |
791 |
Could you turn on the light, please? |
Lütfen ışığı açar mısınız? |
792 |
Turn right at the crossroad. |
Kavşaktan sağa dön. |
793 |
They forgot to lock the door. |
Onlar kapıyı kilitlemeyi unuttular. |
794 |
He was born on July 28th, 1888. |
O, 28 Temmuz, 1888’de doğdu. |
795 |
Will you listen to me for a few minutes? |
Beni birkaç dakikalığına dinleyecek misiniz? |
796 |
Will you listen to me for a few minutes? |
Beni birkaç dakikalığına dinleyecek misin? |
797 |
How did your interview go? |
Röportajın nasıl gitti? |
798 |
I have to write a letter. Do you have some paper? |
Mektup yazmam gerekiyor. Kağıdın var mı? |
799 |
Could you do me a favour please? |
Bana bir iyilik yapar mısınız, lütfen? |
800 |
No, I’m not mad at you, I’m just disappointed. |
Hayır, sana kızgın değilim, sadece hayal kırıklığına uğradım. |
801 |
She is mad at me. |
O bana deli oluyor. |
802 |
I can’t believe my eyes. |
Gözlerime inanamıyorum. |
803 |
I couldn’t say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. |
Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem. |
804 |
An eye for an eye, a tooth for a tooth. |
Göze göz, dişe diş. |
805 |
You are to come with me. |
Benimle geleceksin. |
806 |
You have to come with me. |
Benimle gelmek zorundasın. |
807 |
You are supposed to obey the law. |
Yasalara uymalısın. |
808 |
Can you do bookkeeping? |
Muhasebecilik yapabilir misin? |
809 |
You have no sense of direction. |
Senin yön duyun yok. |
810 |
You should know better than to ask a lady her age. |
Bir bayana yaşının sorulmayacağını bilecek kadar akıllı olmalısın. |
811 |
You should know better than to ask a lady her age. |
Bir bayana yaşını sormayacak kadar mantıklı olmalısın. |
812 |
You should pay your rent in advance. |
Kiranı peşin olarak ödemelisin. |
813 |
You must keep your room clean. |
Odanı temiz tutmalısın. |
814 |
You must take off your hat in the room. |
Odada şapkanı çıkarmak zorundasın. |
815 |
You are wavering. |
Sendeliyorsun. |
816 |
You are wavering. |
Titriyorsun. |
817 |
Have you ever climbed Mt. Fuji? |
Fuji Dağı’na hiç tırmandın mı? |
818 |
You should take care of your sick mother. |
Hasta annene bakmalısın. |
819 |
You have to learn standard English. |
Standart İngilizce öğrenmelisin. |
820 |
You are not at all wrong. |
Asla hatalı değilsin. |
821 |
I have a feeling you’ll be a very good lawyer. |
Senin çok iyi bir avukat olacağına dair içimde bir his var. |
822 |
Can you keep a secret? |
Sır tutabilir misin? |
823 |
Can you keep a secret? |
Sır saklayabilir misin? |
824 |
You are tired, and so am I. |
Sen yorgunsun, ve ben de. |
825 |
You are tired, aren’t you? |
Yorgunsun, değil mi? |
826 |
You are tired, aren’t you? |
Siz yorgunsunuz, değil mi? |
827 |
Are you not tired? |
Yorgun değil misin? |
828 |
You look tired. You ought to rest for an hour or two. |
Yorgun görünüyorsun. Bir veya iki saat istirahat etmelisin. |
829 |
You are too sensitive to criticism. |
Eleştiremeyecek kadar çok duyarlısın. |
830 |
You can rely on him. |
Ona güvenebilirsiniz. |
831 |
You can rely on her. |
Ona güvenebilirsiniz. |
832 |
You must help her, and soon! |
Ona yardım etmelisin, ve çabucak! |
833 |
You must not take advantage of her innocence. |
Onun masumiyetinden yararlanmamalısın. |
834 |
You must not take advantage of her innocence. |
Onun saflığından yararlanmamalısın. |
835 |
You should have acted on her advice. |
Onun tavsiyesi üzerine hareket etmeliydin. |
836 |
You are treading on her corns. |
Onun bam teline basıyorsun. |
837 |
I think that you ought to apologize to her. |
Ben ondan özür dilemen gerektiğini düşünüyorum. |
838 |
I think that you ought to apologize to her. |
Sanırım ondan özür dilemelisin. |
839 |
You must apologize to her, and that at once. |
Ondan özür dilemelisin. ve derhal. |
840 |
You must apologize to her, and that at once. |
Ondan özür dilemelisin ve bunu derhal yapmalısın. |
841 |
Just a minute. |
Bir dakika. |
842 |
You asked after her? What did she say? |
Onun halini hatırını sordun mu? O ne dedi? |
843 |
You are expecting too much of her. |
Ondan çok şey bekliyorsun. |
844 |
Did you meet her? |
Onunla buluştun mu? |
845 |
Do you want to see her very much? |
Onu görmeyi çok istiyor musun? |
846 |
Did you fall in love with her at first sight? |
İlk görüşte ona âşık oldun mu? |
847 |
You were taken in by her. |
Onun tarafından aldatıldın. |
848 |
You told her that you had finished the work three days before. |
Ona üç gün önce işi bitirmiş olduğunu söyledin. |
849 |
Unlike her, you are diligent. |
Onun aksine sen gayretlisin. |
850 |
You are not less pretty than her. |
Ondan daha az güzel değilsin. |
851 |
When did you see her dancing with him? |
Onunla ne zaman dans ettiğini gördünüz mü? |
852 |
You’ll come to like her. |
Onu sevmeyi öğreneceksin. |
853 |
Are you aware of how much she loves you? |
Onun seni ne kadar çok sevdiğinin farkında mısın? |
854 |
I think you had better call on him. |
Sanırım onu ziyaret etsen iyi olur. |
855 |
You must be careful not to make him angry. |
Onu kızdırmamak için dikkatli olmalısın. |
856 |
You must give him up for dead. |
Ona ölü gözüyle bakmalısın. |
857 |
You needn’t have seen him to the door. |
Kapıya kadar onunla ilgilenmene gerek yoktu. |
858 |
You shouldn’t look down on him. |
Ona tepeden bakmamalısın. |
859 |
You are selling him short. |
Onu küçümsüyorsun. |
860 |
You must not look upon him as great. |
Ona harika gözüyle bakmamalısın. |
861 |
You’re required to help them. |
Ona yardım etmen gerek. |
862 |
Are you younger than him? |
Ondan daha genç misin? |
863 |
All that you have to do is to wait for his reply. |
Tüm yapmanız gereken, onun cevabını beklemek. |
864 |
You must take his age into account. |
Onun yaşını dikkate almalısın. |
865 |
Are you for or against his idea? |
Onun fikrinin lehinde mi yoksa aleyhinde misin? |
866 |
You must pay attention to his advice. |
Onun tavsiyesine kulak vermelisin. |
867 |
You should have accepted his advice. |
Sen onun tavsiyesini kabul etmeliydin. |
868 |
You may make use of his library. |
Onun kütüphanesinden yararlanabilirsin. |
869 |
All that you have to do is to follow his advice. |
Yapacağın tek şey onun tavsiyesini dinlemek. |
870 |
You should have helped him with his work. |
Ona işinde yardım etmiş olman gerekirdi. |
871 |
You should have helped him with his work. |
Ona işinde yardım etmen gerekirdi. |
872 |
You should have helped him with his work. |
Ona işinde yardım etmeliydin. |
873 |
You should pay more attention to what he says. |
Onun dediklerine daha fazla dikkat etmelisin. |
874 |
You must pay attention to him. |
Ona dikkat etmelisin. |
875 |
You should pay more attention to his warnings. |
Onun uyarılarına daha fazla önem vermelisin. |
876 |
You should not play on his generous nature. |
Zengin doğasında oynamamalısın. |
877 |
You overestimate him. |
Ona fazla değer veriyorsun. |
878 |
Did you accept his statement as true? |
Onun söylediklerini doğru mu kabul ettin? |
879 |
You should have told him the truth. |
Ona gerçeği söylemeliydin. |
880 |
You should tell him the truth. |
Ona gerçeği söylemelisin. |
881 |
You had better tell him the truth. |
Ona gerçeği söylesen iyi olur. |
882 |
You ought to ask him for advice. |
Ondan tavsiye istemelisin. |
883 |
Didn’t you write a letter to him? |
Ona bir mektup yazmadın mı? |
884 |
You ought to thank him. |
Ona teşekkür etmelisin. |
885 |
You can trust him to keep his word. |
Sözünü tutması konusunda ona güvenebilirsin. |
886 |
Do you know who he is? |
Onun kim olduğunu biliyor musunuz? |
887 |
Have you ever seen him swimming? |
Hiç onu yüzerken gördün mü? |
888 |
Do you think he made that mistake on purpose? |
Onun bu hatayı bilerek yaptığını mı düşünüyorsun? |
889 |
Do you think he made that mistake on purpose? |
Onun o hatayı kasıtlı yaptığını mı düşünüyorsun? |
890 |
You should get your hair cut. |
Saçını kestirmelisin. |
891 |
You must be a fool. |
Sen bir aptal olmalısın. |
892 |
Can you ride a horse? |
Ata binebilir misin? |
893 |
You can’t ride a horse. |
Sen ata binemezsin. |
894 |
You should work hard. |
Sıkı çalışmalısın. |
895 |
You must study hard. |
Sıkı çalışmalısınız. |
896 |
You don’t have a temperature. |
Ateşin yok. |
897 |
You must not come in. |
İçeri girmemelisin. |
898 |
You don’t have to go to school on Sunday. |
Pazar günü okula gitmek zorunda değilsin. |
899 |
What do you usually do on Sundays? |
Pazar günleri genellikle ne yaparsın? |
900 |
Are you a Japanese student? |
Sen bir Japon öğrenci misin? |
901 |
Are you a Japanese student? |
Siz bir Japon öğrenci misiniz? |
902 |
Do you keep a diary? |
Bir günlük tutuyor musunuz? |
903 |
You work too hard. |
Siz çok çalışıyorsunuz. |
904 |
You are working too hard. Take it easy for a while. |
Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al. |
905 |
Do you live here? |
Burada mı yaşıyorsun? |
906 |
You don’t go to school on Sunday, do you? |
Pazar günü okula gitmiyorsun, değil mi? |
907 |
You must go home at once. |
Hemen eve gitmelisin. |
908 |
It is necessary for you to see a doctor at once. |
Hemen bir doktora görünmen gerekli. |
909 |
You won’t be late, will you? |
Geç kalmayacaksın, değil mi? |
910 |
Sooner or later, you will regret your idleness. |
Er ya da geç, bu başıboşluğundan pişman olacaksın. |
911 |
You should have refused his request flatly. |
Onun ricasını açıkça reddetmeliydin. |
912 |
Who are you waiting for? |
Kimi bekliyorsun? |
913 |
You must build up your courage. |
Cesaretini toplamalısın. |
914 |
Whom are you speaking of? |
Kimden bahsediyorsun? |
915 |
Are you meeting someone here? |
Burada biriyle buluşacak mısın? |
916 |
Your reading is very advanced. |
Okuman çok gelişmiş. |
917 |
You look very pale. |
Çok solgun görünüyorsun. |
918 |
I’m proud of you. |
Seninle gurur duyuyorum. |
919 |
You’re running a big risk in trusting him. |
Ona güvenerek büyük bir riske giriyorsun. |
920 |
What do you want to be when you grow up? |
Büyüdüğünde ne olmak istersin? |
921 |
You look bored. |
Sıkılmış görünüyorsun. |
922 |
Do you like to be kept waiting? |
Bekletilmek hoşuna mı gidiyor? |
923 |
All you have to do is to take care of yourself. |
Yapmanız gereken tek şey kendinize bakmaktır. |
924 |
You may have read this book already. |
Bu kitabı önceden okumuş olabilirsin. |
925 |
You will be up against many difficulties. |
Birçok zorluklarla mücadele edecek. |
926 |
Can you throw a fastball? |
Hızlıtop fırlatabilir misin? |
927 |
You know quite a lot about Sumo. |
Sumo hakkında bayağı çok şey biliyorsun. |
928 |
You look as healthy as ever. |
Siz her zamanki kadar sağlıklı görünüyorsunuz. |
929 |
You should have locked, or at least closed, all the doors. |
Bütün kapıları kilitlemeli, en azından kapatmalısın. |
930 |
You are a good student. |
Sen iyi bir öğrencisin. |
931 |
You made the same mistake as last time. |
Son kez yaptığın aynı hatayı yaptın. |
932 |
You should follow your teacher’s advice. |
Öğretmeninin tavsiyesini dinlemelisin. |
933 |
You ought to ask for your teacher’s permission. |
Öğretmeninin iznini istemelisin. |
934 |
You ran a red light. |
Kırmızı ışıkta geçtin. |
935 |
Can you eat raw oysters? |
Çiğ istiridye yiyebilir misin? |
936 |
You seem to be an honest man. |
Sen dürüst bir adam gibi görünüyorsun. |
937 |
You have to get this work finished by noon. |
Öğleye kadar bu işi bitirtmelisin. |
938 |
Do you believe in God? |
Allah’a inanıyor musun? |
939 |
You must clear the table. |
Tabloyu temizlemelisin. |
940 |
I think you’d better go on a diet. |
Sanırım diyet yapsan iyi olur. |
941 |
You had better not eat too much. |
Çok yemezseniz iyi edersiniz. |
942 |
You are way off track. |
Sen yoldan çıkmışsın. |
943 |
I think you’d better take a rest; you look ill. |
Sanırım dinlensen iyi olur; hasta görünüyorsun. |
944 |
You’re going too far. |
Çok uzağa gidiyorsun. |
945 |
What do you want to do in the future? |
Gelecekte ne yapmak istiyorsun? |
946 |
You are free to go out. |
Dışarı çıkmak için özgürsün. |
947 |
You are free to go out. |
Dışarı çıkmak için özgürsünüz. |
948 |
You are free to go out. |
Dışarı çıkmakta serbestsin. |
949 |
You are welcome to do anything you like. |
İstediğinizi yapabilirsiniz. |
950 |
Did you do your homework by yourself? |
Ödevini kendin mi yaptın? |
951 |
You should give up drinking. |
İçmekten vazgeçmelisin. |
952 |
You should give up drinking and smoking. |
Sigara ve içki içmekten vazgeçmelisin. |
953 |
You ought not to have spent so much money on your hobby. |
Hobin için o kadar çok para harcamamalısın. |
954 |
Are you writing a letter? |
Bir mektup yazıyor musunuz? |
955 |
You should pay back your debts. |
Borçlarını ödemelisin. |
956 |
You should pay your debts. |
Borçlarını ödemen gerekir. |
957 |
You should get your car fixed. |
Arabanı tamir ettirmelisin. |
958 |
Can you drive a car? |
Bir araba sürebilir misin? |
959 |
You can drive a car, can’t you? |
Araba sürebilirsin, değil mi? |
960 |
You should apologize. |
Özür dilemelisin. |
961 |
Did you actually see the accident? |
Gerçekten kazayı gördün mü? |
962 |
You must work hard in order not to fail. |
Başarısız olmamak için çok çalışmalısın. |
963 |
You should try to form the habit of using your dictionaries. |
Sözlüklerini kullanma alışkanlığı oluşturmaya gayret etmelisin. |
964 |
Do you know how to use a dictionary? |
Bir sözlüğü nasıl kullanacağınızı biliyor musunuz? |
965 |
You should learn how to use your dictionary. |
Sözlüğünü nasıl kullanacağını öğrenmelisin. |
966 |
You are free to go home. |
Eve gitmekte özgürsün. |
967 |
You should learn to restrain yourself. |
Kendini dizginlemeyi öğrenmelisin. |
968 |
You should be ashamed of your ignorance. |
Sen bilgisizliğinden dolayı mahcup olmalısın. |
969 |
What account can you give of your misbehavior? |
Kötü davranışınla ilgili ne hesap verebilirsin? |
970 |
You should attend to your own business. |
Sen kendi işine bakmalısın. |
971 |
You are responsible for what you do. |
Yaptığından sorumlusun. |
972 |
You must do it yourself. |
Onu kendin yapmalısın. |
973 |
Are you sure of your facts? |
Gerçeklerinden emin misin? |
974 |
You should have introduced yourself. |
Kendini tanıtmalıydın. |
975 |
You must control yourself. |
Kendinizi kontrol etmelisiniz. |
976 |
You are the next in line for promotion. |
Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin. |
977 |
You ought to get to work on time. |
İşe zamanında başlamalısın. |
978 |
You should look after the children from time to time. |
Zaman zaman çocuklara bakmalısın. |
979 |
You write a very good hand. |
Çok iyi bir el yazın var. |
980 |
You must face the facts. |
Gerçeklerle yüzleşmen gerekir. |
981 |
You ought to see a dentist. |
Bir diş hekimini ziyaret etmen gerekiyor. |
982 |
You must employ your capital well. |
Sermayeni iyi şekilde kullanmalısın. |
983 |
You may as well prepare for your examination. |
Siz de muayene için hazırlanabilirsiniz. |
984 |
You may laugh at me. |
Benimle alay edebilirsin. |
985 |
You may use my new car. |
Sen benim yeni arabamı kullanabilirsin. |
986 |
You must do as I tell you. |
Sana söylediğim gibi yapmalısın. |
987 |
You are to do as I tell you. |
Sana söylediğim gibi yapacaksın. |
988 |
Are you for or against my plan? |
Planımın lehinde mi yoksa aleyhinde misiniz? |
989 |
I wish you had told me the truth. |
Keşke bana gerçeği söyleseydin. |
990 |
You lied to me, didn’t you? |
Sen bana yalan söyledin, değil mi? |
991 |
You don’t know how worried I am. |
Ne kadar endişeli olduğumu bilmiyorsun. |
992 |
You were late for work. |
İşe geç kaldınız. |
993 |
You should go about your business. |
İşinizi yapmalısınız. |
994 |
Did you call me up last night? |
Dün gece beni aradın mı? |
995 |
You ought to have come to see me yesterday. |
Dün beni görmeye gelmeliydin. |
996 |
Did you go out last night? |
Dün gece dışarı çıktın mı? |
997 |
Did you hear about the fire yesterday? |
Dün yangını duydun mu? |
998 |
Why were you absent yesterday? |
Dün neden yoktun? |
999 |
I advise you to be careful in making notes for the lecture. |
Dersi not alırken dikkatli olmanızı tavsiye ederim. |
1000 |
All you have to do is do your best. |
Tüm yapmanız gereken elinizden geleni yapmaktır. |
1001 |
You should carry out his offer. |
Onun teklifini gerçekleştirmelisin. |
1002 |
You must do your best. |
Elinizden geleni yapmalısınız. |
1003 |
You should be ready for the worst. |
En kötüsü için hazır olmalısınız. |
1004 |
You work too hard these days. Aren’t you tired? |
Bugünlerde çok çalışıyorsun. Yorgun değil misin? |
1005 |
You can get in touch with him at his home tonight. |
Bu gece onun evinde onunla temasa geçebilirsin. |
1006 |
You’d better not see her now. |
Onu şimdi görmeseniz iyi olur. |
1007 |
You look happy today. |
Bugün mutlu görünüyorsun. |
1008 |
You have a little fever today, don’t you? |
Senin bugün biraz ateşin var, değil mi? |
1009 |
It would be better for you to stay in bed today. |
Bugün yatakta kalsan daha iyi olurdu. |
1010 |
You look pale today. |
Bugün solgun görünüyorsun. |
1011 |
You’d better not go out today. |
Bugün dışarı çıkmasan iyi olur. |
1012 |
You must not go out today. |
Bugün dışarı çıkmamalısın. |
1013 |
You had better not see her today. |
Bugün onu görmesen iyi olur. |
1014 |
You look very charming today. |
Bugün çok çekici görünüyorsun. |
1015 |
You ought to be on time if you start now. |
Eğer şimdi başlarsan vaktinde varman gerekir. |
1016 |
You worked a lot this week. |
Bu hafta çok çalıştın. |
1017 |
What are you about now? |
Sen şimdi ne yapıyorsun? |
1018 |
You’d better start now. |
Şimdi başlasan iyi olur. |
1019 |
You had better go. |
Gitsen iyi olur. |
1020 |
You don’t have to go to the party unless you want to. |
İstemiyorsan partiye gitmek zorunda değilsin. |
1021 |
You have to go. |
Gitmek zorundasın. |
1022 |
It’s necessary for you to go. |
Senin gitmen gereklidir. |
1023 |
You’d better not go. |
Gitmesen iyi olur. |
1024 |
Are you happy? |
Mutlu musun? |
1025 |
You are really full of curiosity, aren’t you? |
Gerçekten çok meraklısın, değil mi? |
1026 |
You’ve got to learn to hold your tongue. |
Dilini tutmayı öğrenmelisin. |
1027 |
You must do as you are told to do. |
Sana söylenildiği gibi yapmalısın. |
1028 |
It was careless of you to lose the key. |
Anahtarı kaybetmek senin dikkatsizliğindi. |
1029 |
You made a wise choice. |
Mantıklı bir seçim yaptın. |
1030 |
You had better give up smoking for your health. |
Sigaradan vazgeçmen sağlığın için daha iyi olur. |
1031 |
How many times a month do you write home? |
Eve ayda kaç defa mektup yazıyorsun? |
1032 |
You must go through with your plan. |
Planını gerçekleştirmelisin. |
1033 |
You are the master of your own destiny. |
Kendi kaderinin kaptanısın. |
1034 |
You must judge for yourself. |
Kendini yargılamalısın. |
1035 |
You must live up to your principles. |
İlkelerine uyarak yaşamalısın. |
1036 |
You are wearing your socks inside out. |
Çoraplarını ters giyiyorsun. |
1037 |
You need not take off your shoes. |
Ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekmiyor. |
1038 |
I suppose you’re hungry. |
Sanırım açsın. |
1039 |
Do you ever dream about flying through the sky? |
Gökyüzünde uçmayı hiç hayal eder misin? |
1040 |
You must come back before nine o’clock. |
Dokuzdan önce dönmelisin. |
1041 |
You can get a loan from a bank. |
Bir bankadan kredi alabilirsin. |
1042 |
You had better not smoke while on duty. |
Görev başında sigara içmesen iyi olur. |
1043 |
You’d better hurry up. |
Acele etsen iyi olur. |
1044 |
Do you know who Rie Miyazawa is? |
Rie Miyazawa’nın kim olduğunu biliyor musunuz? |
1045 |
Where are you going to spend the vacation? |
Tatilini nerede geçireceksin? |
1046 |
You are in need of a holiday. |
Senin tatile ihtiyacın var. |
1047 |
You must go up the hill. |
Tepeye çıkmalısın. |
1048 |
You broke the rule. |
Kuralı bozdun. |
1049 |
You must act in accordance with the rules. |
Kurallara uygun davranmalısın. |
1050 |
You should conform to the rules. |
Kurallara uymalısın. |
1051 |
You’re stepping into dangerous territory. |
Tehlikeli alana adım atıyorsun. |
1052 |
You look pale. |
Solgun görünüyorsun. |
1053 |
You look pale. You had better lie down in bed at once. |
Solgun görünüyorsun. Derhal yatağa uzansan iyi olur. |
1054 |
You are as white as a sheet. |
Bir çarşaf kadar beyazsın. |
1055 |
I think that you’re wrong. |
Bence hatalısın. |
1056 |
Have you ever read any Chinese poems? |
Hiç Çin şiiri okudun mu? |
1057 |
You’ve done a perfect job. |
Mükemmel bir iş yaptın. |
1058 |
You are nothing but a student. |
Sen öğrenciden başka bir şey değilsin. |
1059 |
You are nothing but a student. |
Alt tarafı bir öğrencisin. |
1060 |
You may be late for school. |
Okula geç kalabilirsin. |
1061 |
Would you like to go abroad? |
Yurt dışına gitmek ister misin? |
1062 |
Do you plan to go abroad? |
Yurtdışına gitmeyi planlıyor musunuz? |
1063 |
You should have attended the meeting. |
Toplantıya katılmalıydın. |
1064 |
You are not entitled to attend the meeting. |
Toplantıya katılmak için yetkili değilsiniz. |
1065 |
You are not entitled to attend the meeting. |
Toplantıya katılma hakkınız yok. |
1066 |
Will you stay at home? |
Evde kalacak mısın? |
1067 |
You will stay at home. |
Sen evde kalacaksın. |
1068 |
What grade are you in? |
Kaçıncı sınıfa gidiyorsun? |
1069 |
What grade are you in? |
Kaçıncı sınıftasın? |
1070 |
You continue making the same mistakes time after time. |
Tekrar tekrar aynı hataları yapıyorsun. |
1071 |
You may go anywhere. |
İstediğiniz yere gidebilirsiniz. |
1072 |
What time are you going on duty? |
Görevinin başına ne zaman gidiyorsun? |
1073 |
What time will you get to the station? |
Saat kaçta istasyona gideceksin? |
1074 |
You’re too suspicious about everything. |
Her şey hakkında çok kuşkulusun. |
1075 |
How many books do you have? |
Kaç tane kitabın var? |
1076 |
What are you looking for? |
Ne arıyorsunuz? |
1077 |
What are you looking at? |
Neye bakıyorsun? |
1078 |
What do you intend to do? |
Ne yapmaya niyet ediyorsun? |
1079 |
What do you want to be? |
Ne olmak istiyorsun? |
1080 |
What will you have? |
Ne istiyorsunuz? |
1081 |
What will you have? |
Ne alacaksınız? |
1082 |
What are you going to have? |
Ne istiyorsunuz? |
1083 |
What are you going to have? |
Ne yiyeceksiniz? |
1084 |
What are you going to have? |
Ne alacaksınız? |
1085 |
What woke you up? |
Seni ne uyandırdı? |
1086 |
What did you come here so early for? |
Buraya neden bu kadar erken geldin? |
1087 |
Please let me know what you want. |
Lütfen bana ne istediğinizi bildirin. |
1088 |
What do you like? |
Ne seversin? |
1089 |
What do you want now? |
Şimdi ne istiyorsun? |
1090 |
Do you belong to any clubs? |
Herhangi bir kulübe üyemisin? |
1091 |
Do you love music? |
Müzik seviyor musunuz? |
1092 |
Do you love music? |
Müzik sever misin? |
1093 |
You really have an ear for music. |
Senin gerçekten müzik kulağın var. |
1094 |
You are not a coward. |
Sen bir korkak değilsin. |
1095 |
You dropped your pencil. |
Kalemini düşürdün. |
1096 |
Do you have any pencils? |
Hiç kalemin var mı? |
1097 |
Do you have any pencils? |
Hiç kurşun kalemin var mı? |
1098 |
Do you study English? |
İngilizce çalışır mısın? |
1099 |
You can’t speak English, can you? |
İngilizce konuşamazsın, değil mi? |
1100 |
He asked me if I could speak English. |
Bana İngilizce konuşup konuşamadığımı sordu. |
1101 |
Can you swim? |
Sen yüzebiliyor musun? |
1102 |
You are tallest. |
Sen en uzunsun. |
1103 |
You must not tell a lie. |
Yalan söylememelisin. |
1104 |
What are you driving at? |
Ne demek istiyorsun? |
1105 |
Did you read it at all? |
Onu hiç okudunuz mu? |
1106 |
You should follow the doctor’s advice. |
Doktorun tavsiyesine uymalısın. |
1107 |
You’d better consult the doctor. |
Doktora danışsan iyi olur. |
1108 |
You are strong-minded. |
Güçlü bir iraden var. |
1109 |
You are strong-minded. |
Hafızan kuvvetli. |
1110 |
You’ve done it! |
Onu yaptın! |
1111 |
Do you remember seeing me before? |
Beni daha önce gördüğünü hatırlıyor musun? |
1112 |
You should return home before it gets dark. |
Hava kararmadan önce eve dönmen gerekir. |
1113 |
You are in a safe place. |
Güvenli bir mekândasın. |
1114 |
You’ve set a bad example. |
Sen kötü bir örnek oldun. |
1115 |
How many days will you remain in London? |
Londra’da kaç gün kalacaksın? |
1116 |
Don’t you like apples? |
Elma sevmez misin? |
1117 |
You don’t like love stories. |
Aşk hikayelerinden hoşlanmıyorsun. |
1118 |
You are too ready to speak ill of others. |
Başkalarının hakkında kötü konuşmaya gereğinden fazla hazırsın. |
1119 |
How dare you speak to me like that? |
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin? |
1120 |
How dare you speak like that! |
Ne cüretle böyle konuşursun? |
1121 |
How dare you say that? |
Ne cüretle bunu söylüyorsun? |
1122 |
You’re really a hard worker. |
Sen gerçekten sıkı bir işçisin. |
1123 |
You have a good sense of humor. |
İyi bir mizah duygusuna sahipsin. |
1124 |
Have you ever seen a UFO? |
Hiç ufo gördünüz mü? |
1125 |
You are no longer a mere child. |
Artık sadece bir çocuk değilsin. |
1126 |
You are apt to be forgetful. |
Unutkanlığa yatkınsın. |
1127 |
You should act more calmly. |
Daha sakin hareket etmelisin. |
1128 |
It would be better for you to read more books. |
Daha fazla kitap okuman senin için daha iyi olurdu. |
1129 |
You must study more. |
Daha fazla ders çalışmalısın. |
1130 |
You must study more. |
Daha çok çalışmalısın. |
1131 |
You should have known better. |
Onu daha iyi tanımalıydın. |
1132 |
You should know better. |
Daha iyi bilmelisin. |
1133 |
You should study harder. |
Daha çok çalışmalısın. |
1134 |
You must study much harder. |
Çok daha sıkı çalışmalısın. |
1135 |
You should be more careful. |
Daha dikkatli olmalısın. |
1136 |
You should take better care of yourself. |
Kendine daha iyi bakmalısın. |
1137 |
You should have completed it long ago. |
Onu uzun zaman önce tamamlamalıydın. |
1138 |
You should have worked harder. |
Daha sıkı çalışmalıydın. |
1139 |
You should have been more careful. |
Daha dikkatli olmalıydın. |
1140 |
You should have come earlier. |
Daha erken gelmeliydin. |
1141 |
Do you like Mozart’s music? |
Mozart’ın müziğini sever misin? |
1142 |
Do you like Mozart’s music? |
Mozart’ın müziğini sever misiniz? |
1143 |
Have you taken your medicine yet? |
İlacını aldın mı? |
1144 |
You are old enough to stand on your own feet. |
Kendi ayakların üzerinde duracak kadar yetişkinsin. |
1145 |
Now that you’re grown up, you must not behave like that. |
Mademki büyüyorsun, böyle davranmamalısın. |
1146 |
You are now an adult. |
Sen şimdi bir yetişkinsin. |
1147 |
You must go to bed now. |
Şimdi yatmaya gitmelisin. |
1148 |
You had better go to bed now. |
Şimdi yatmaya gitsen iyi olur. |
1149 |
You must get up a little earlier. |
Biraz daha erken kalkmalısın. |
1150 |
You must be less impatient. |
Daha az sabırsız olmalısın. |
1151 |
Have you finished doing your homework yet? |
Ödevini yapmayı bitirmedin mi daha? |
1152 |
Have you done all your homework? |
Bütün ev ödevini yaptın mı? |
1153 |
Now that you have passed your test, you can drive on your own. |
Artık sınavı geçtiğine göre, kendi başına araba kullanabilirsin. |
1154 |
You are not a child any more. |
Sen artık bir çocuk değilsin. |
1155 |
You may go home now. |
Şimdi eve gidebilirsiniz. |
1156 |
It is time you went to school. |
Okula gitme zamanı. |
1157 |
Have you turned in your report? |
Raporunu teslim ettin mi? |
1158 |
It’s high time you got going. |
Gitmenin zamanı geldi de geçiyor bile. |
1159 |
Have you finished the work yet? |
İşi bitirdin mi? |
1160 |
You are old enough to know this. |
Bunu bilmek için yeterince yaşlısın. |
1161 |
Now that you are eighteen, you can get a driver’s license. |
Mademki on sekiz yaşındasın, ehliyet alabilirsin. |
1162 |
You are now old enough to support yourself. |
Sen şimdi kendini geçindirecek kadar yaşlısın. |
1163 |
You surprised everybody. |
Herkesi şaşırttın. |
1164 |
You haven’t changed at all. |
Sen hiç değişmedin. |
1165 |
You have made the very same mistake again. |
Aynı hatayı tekrar yaptın. |
1166 |
You haven’t washed your hands yet, have you? |
Ellerini henüz yıkamadın, değil mi? |
1167 |
Can you speak French? |
Fransızca konuşur musun? |
1168 |
You can’t speak French, can you? |
Fransızca konuşamazsın, değil mi? |
1169 |
You’d better go by bus. |
Otobüsle gitsen iyi olur. |
1170 |
It appears that you have made a foolish mistake. |
Aptalca bir hata yapmışsın gibi görünüyor. |
1171 |
You have to go to the party. |
Partiye gitmek zorundasın. |
1172 |
I tried to reach you on the phone, but I was unable to get through. |
Telefonda sana ulaşmaya çalıştım,ancak bu mümkün olmadı. |
1173 |
How tall you are! |
Ne kadar uzunsun! |
1174 |
How kind you are! |
Ne kadar naziksiniz! |
1175 |
How rude of you! |
Ne kadar kabasın! |
1176 |
How lucky you are! |
Ne kadar şanslısın! |
1177 |
You’re such a cute boy. |
Sen sevimli bir çocuksun. |
1178 |
Do you want anything? |
Bir şey istiyor musunuz? |
1179 |
Why can’t you come? |
Neden gelemiyorsun? |
1180 |
Why did you try to run away? |
Neden kaçmaya çalıştın? |
1181 |
Why did you not go to the office? |
Neden ofise gitmedin? |
1182 |
Why do you accuse my son? |
Oğlumu neden suçluyorsun? |
1183 |
Why do you accuse my son? |
Neden oğlumu suçluyorsun? |
1184 |
Why do you accuse my son? |
Neden benim oğlumu suçluyorsun? |
1185 |
Why did you absent yourself from class yesterday? |
Dün niçin derste yoktun? |
1186 |
What prevented you from coming earlier? |
Erken gelmeni ne engelledi? |
1187 |
What prevented you from coming earlier? |
Erken gelmene ne mâni oldu? |
1188 |
Why do you want to study abroad? |
Neden yurtdışında okumak istiyorsun? |
1189 |
Why do you want to study abroad? |
Neden yurtdışında okumak istiyorsunuz? |
1190 |
Why do you want to study abroad? |
Neden yurtdışında öğrenim görmek istiyorsunuz? |
1191 |
Why do you want to buy this book? |
Neden bu kitabı satın almak istiyorsunuz? |
1192 |
What do you need the money for? |
Ne için paraya ihtiyacınız var? |
1193 |
Why did you use up all the money? |
Niçin bütün parayı harcadın? |
1194 |
You must consider what kind of work you want to do. |
Ne tür bir iş yapmak istediğinizi düşünmelisiniz. |
1195 |
How long have you been in Japan? |
Ne kadar süredir Japonya’dasınız? |
1196 |
How often do you go abroad? |
Yurtdışına ne kadar sıklıkla gidersiniz? |
1197 |
How often do you go abroad? |
Ne sıklıkta yurt dışına gidersin? |
1198 |
How long will you stay here? |
Burada ne kadar kalacaksın? |
1199 |
How long will you stay here? |
Burada ne kadar süre kalacaksın? |
1200 |
You can always count on Tom. |
Tom’a her zaman güvenebilirsin. |
1201 |
You’re a friend of Tom’s, eh? |
Sen Tom’un bir arkadaşısın, değil mi? |
1202 |
How do you get to school? |
Okula nasıl gidersin? |
1203 |
Which club do you belong to? |
Hangi kulübe üyesin? |
1204 |
How high can you jump? |
Ne kadar yükseğe sıçrayabilirsin? |
1205 |
How high can you jump? |
Siz ne kadar yükseğe sıçrayabilirsiniz? |
1206 |
How tall are you? |
Ne kadar uzunsun? |
1207 |
How tall are you? |
Boyun ne kadar? |
1208 |
You are very brave. |
Çok cesursun. |
1209 |
You look very tired. |
Çok yorgun görünüyorsun. |
1210 |
You look very tired. |
Çok yorgun gözüküyorsun. |
1211 |
That’s very sweet of you. |
Çok tatlısın. |
1212 |
Which bed do you want to use? |
Hangi yatağı kullanmak istiyorsun? |
1213 |
It’s about time you got here! |
Burada olmanın vakti çoktan geldi. |
1214 |
Which one do you take? |
Hangisini alırsın? |
1215 |
Which of your parents do you take after? |
Ebeveynlerinden hangisine benziyorsun? |
1216 |
You may go anywhere you like. |
İstediğiniz her yere gidebilirsiniz. |
1217 |
Wherever you go, you’ll be welcomed. |
Nereye giderseniz gidin, siz karşılanacaksınız. |
1218 |
Which college are you aiming for? |
Siz hangi üniversiteyi hedefliyorsunuz? |
1219 |
Where do you attend high school? |
Nerede liseye devam ediyorsun? |
1220 |
Where were you? |
Neredeydin? |
1221 |
Do you feel at home anywhere? |
Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz? |
1222 |
Where did you get your degree? |
Diplomanı nerede aldın? |
1223 |
How did you obtain these old postage stamps? |
Bu eski posta pullarını nasıl elde ettiniz? |
1224 |
How about you? |
Peki ya sen? |
1225 |
What are you doing? |
Ne yapıyorsun? |
1226 |
How did you come to know her? |
Nasıl oldu da onu tanıdın? |
1227 |
Why don’t you try to get your money back? |
Paranızı geri almayı neden denemiyorsunuz? |
1228 |
What has made you decide to work for our company? |
Sizi bizim şirketimiz için çalışmaya ne karar verdirdi? |
1229 |
How did you come up with such a good excuse? |
Böyle iyi bir bahaneyi nasıl buldunuz? |
1230 |
How did you come up with such a good excuse? |
Böyle bir bahaneyi nasıl ileri sürdünüz? |
1231 |
Why did you say such a thing? |
Niçin böyle bir şey söyledin? |
1232 |
What have you come here for? |
Buraya ne için geldiniz? |
1233 |
What have you come here for? |
Ne için buraya geldiniz? |
1234 |
What has brought you here? |
Seni buraya ne getirdi? |
1235 |
You don’t know German, do you? |
Almanca bilmiyorsun, değil mi? |
1236 |
You’d better go home as soon as possible. |
Mümkün olduğu kadar kısa sürede eve gitsen iyi olur. |
1237 |
You don’t like chocolate, do you? |
Çikolata sevmezsin, değil mi? |
1238 |
You should make sure of the fact without hesitation. |
Tereddüt etmeden gerçekten emin olmalısın. |
1239 |
You smoke far too much. You should cut back. |
Çok fazla sigara içiyorsun. Azaltmalısın. |
1240 |
You’ve been had. |
Aptal yerine konuldun. |
1241 |
You should give up smoking. |
Sigarayı bırakmalısın. |
1242 |
You must give up smoking. |
Sigara içmeyi bırakmalısın. |
1243 |
You should give up smoking and drinking. |
Sigara ve içki içmekten vazgeçmelisin. |
1244 |
All you have to do is wash the dishes. |
Yapman gereken bütün şey bulaşıkları yıkamak. |
1245 |
You are to start at once. |
Hemen başlamalısın. |
1246 |
You are to start at once. |
Hemen başlamalısınız. |
1247 |
You needn’t have taken a taxi. |
Taksi çağırmana gerek yoktu. |
1248 |
You have many books. |
Birçok kitabın var. |
1249 |
You have many books. |
Çok sayıda kitabın var. |
1250 |
Are you able to type? |
Yazabiliyor musunuz? |
1251 |
You must not depend so much on others. |
Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın. |
1252 |
You need not have hurried so much. |
Bu kadar acele etmene gerek yoktu. |
1253 |
You don’t need to worry about such a thing. |
Böyle bir şey hakkında üzülmene gerek yok. |
1254 |
You shouldn’t do such a thing. |
Böyle bir şey yapmamalısın. |
1255 |
You are old enough to know better than to act like that. |
Öyle davranılmayacağını bilecek yaştasın. |
1256 |
You shouldn’t have done such a thing. |
Böyle bir şey yapmamalıydın. |
1257 |
You can bank on that. |
Ona güvenebilirsin. |
1258 |
Who did you give it to? |
Onu kime verdin? |
1259 |
You could have done it. |
Onu yapabilirdin. |
1260 |
Have you finished it? |
Onu bitirdin mi? |
1261 |
Do you have one? |
Bir tanesine sahip misin? |
1262 |
You should have done it earlier. It cannot be helped now. |
Bunu daha önce yapmalıydın. Şimdi yapılacak bir şey yok. |
1263 |
What did you open it with? |
Onu ne ile açtın? |
1264 |
You shouldn’t have done it. |
Onu yapmamalıydın. |
1265 |
You must do it at once. |
Onu derhal yapmalısın. |
1266 |
When did you finish it? |
Onu ne zaman bitirdin? |
1267 |
You have to cope with those difficult problems. |
Bu zor sorunların üstesinden gelmek zorundasın. |
1268 |
You will not be able to catch the train. |
Trene yetişemeyeceksiniz. |
1269 |
Do you know the reason? |
Sebebi biliyor musunuz? |
1270 |
Could you solve the problem? |
Sorunu halledebildin mi? |
1271 |
You should have introduced yourself to the girl. |
Bu kıza kendini tanıtmalıydın. |
1272 |
You ought to know better at your age. |
Senin yaşında daha iyi bilmelisin. |
1273 |
You ought to have seen the exhibition. |
Sergiyi görmeliydin. |
1274 |
Have you finished reading the novel? |
Romanı okumayı bitirdin mi? |
1275 |
You should emphasize that fact. |
O gerçeği vurgulamalısın. |
1276 |
Did you watch the game? |
Maçı izledin mi? |
1277 |
Did you cut the paper? |
Kağıdı kestin mi? |
1278 |
You shouldn’t have eaten the fish raw. |
Balığı çiğ olarak yememeliydin. |
1279 |
Are you in favor of the plan or not? |
Planın lehinde misiniz yoksa değil misiniz? |
1280 |
You must get rid of that bad habit. |
O kötü alışkınlıktan kurtulmalısın. |
1281 |
You look smart in the shirt. |
Gömlekle zeki görünüyorsun. |
1282 |
You’d better not go there. |
Oraya gitmesen iyi olur. |
1283 |
You may go there. |
Oraya gidebilirsin. |
1284 |
Do you deny that you went there? |
Oraya gittiğini red mi ediyorsun? |
1285 |
You should have done so. |
Öyle yapmalıydın. |
1286 |
You aren’t a spy, are you? |
Sen casus değilsin, değil mi? |
1287 |
You should have told me a long time ago. |
Uzun bir süre önce bana söylemeliydin. |
1288 |
You’ve got a lot of guts. |
Sen oldukça cesursun. |
1289 |
You’d better have your hair cut at once. |
Saçını hemen kestirsen iyi olur. |
1290 |
You may go at once. |
Derhal gidebilirsin. |
1291 |
You may go at once. |
Bir kerelik gidebilirsin. |
1292 |
You may go at once. |
Hemen gidebilirsin. |
1293 |
You’ll get well soon. |
Yakında iyileşirsin. |
1294 |
You will soon be convinced I am right. |
Yakında haklı olduğuma ikna edileceksin. |
1295 |
You are to do it at once. |
Onu derhal yapmalısın. |
1296 |
You’d better go to see your family doctor at once. |
Derhal aile doktorunla görüşmeye gitmelisin. |
1297 |
You ought to do it at once. |
Onu derhal yapmalısın. |
1298 |
You’re forever making mistakes. |
Sürekli hatalar yapıyorsun. |
1299 |
You can stay with us for the time being. |
Şimdilik bizimle kalabilirsin. |
1300 |
What are you staring at? |
Neye bakıyorsun? |
1301 |
Did you do this on your own? |
Bunu tek başına mı yaptın? |
1302 |
I hope you can come up with a better plan than this. |
Umarım bundan daha iyi bir plan bulabilirsin. |
1303 |
You must put these mistakes right. |
Bu hataları düzeltmelisin. |
1304 |
You must read this book also. |
Bu kitabı da okumalısın. |
1305 |
Have you read this book already? |
Bu kitabı daha önce okudunuz mu? |
1306 |
Have you read this book yet? |
Bu kitabı okumuş muydun? |
1307 |
You are not to leave this room. |
Bu odadan ayrılmayacaksın. |
1308 |
Do you know what this box is made of? |
Bu kutunun neyden yapıldığını biliyor musun? |
1309 |
Where did you go last Sunday? |
Geçen Pazar nereye gittin? |
1310 |
Can you swim across the river? |
Nehri yüzerek geçebilir misin? |
1311 |
All you have to do is sign this paper. |
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır. |
1312 |
You can use this car. |
Bu arabayı kullanabilirsiniz. |
1313 |
You are asking too much for this car. |
Bu araba için çok fazla istiyorsun. |
1314 |
You are old enough to understand this. |
Bunu anlayacak kadar yaşlısın. |
1315 |
You are suitable for the job. |
Sen iş için uygunsun. |
1316 |
You have no choice in this matter. |
Bu konuda başka seçeneğin yok. |
1317 |
You should make use of this chance. |
Bu şansı kullanmalısınız. |
1318 |
Can you read this kanji? |
Bu kanjiyi okuyabilir misin? |
1319 |
You’ll soon get accustomed to this cold weather. |
Bu soğuk havaya çabuk alışırsınız. |
1320 |
You should take advantage of this chance. |
Bu fırsatı değerlendirmelisin. |
1321 |
You are safe so long as you stay here. |
Burada kaldığın sürece güvendesin. |
1322 |
You are to stay here. |
Burada kalacaksınız. |
1323 |
You are secure from danger here. |
Burada tehlikelerden korunuyorsun. |
1324 |
You can study here. |
Burada çalışabilirsin. |
1325 |
You can study here. |
Burada eğitim görebilirsiniz. |
1326 |
You’d better not wait here. |
Burada beklemesen iyi olur. |
1327 |
Are you going to sing here? |
Burada şarkı söyleyecek misin? |
1328 |
You are prohibited from smoking here. |
Burada sigara içemezsin. |
1329 |
You had better get away from here at once. |
Derhal buradan uzaklaşsan iyi olur. |
1330 |
You’ve drunk three cups of coffee. |
Üç fincan kahve içtin. |
1331 |
You have to study hard to catch up with your class. |
Sınıfınla aynı düzeye gelmek için çok çalışmalısın. |
1332 |
You ought to take your father’s advice. |
Babanın tavsiyesini dinlemelisin. |
1333 |
You look just like your big brother. |
Sadece büyük erkek kardeşine benziyorsun. |
1334 |
Haven’t you got any money? |
Hiç paran yok mu? |
1335 |
Aren’t you happy? |
Mutlu değil misin? |
1336 |
You have done very well. |
Çok iyi yaptın. |
1337 |
You are, so to speak, a fish out of water. |
Tabiri caizse, sudan çıkmış balık gibisin. |
1338 |
You are now among the elite. |
Sen şimdi seçkinlerin arasındasın. |
1339 |
When did you come to Japan? |
Japonya’ya ne zaman geldin? |
1340 |
When will you leave here? |
Ne zaman buradan ayrılacaksın? |
1341 |
You are at liberty to leave any time. |
Her zaman gitmekte özgürsün. |
1342 |
When will you be free? |
Ne zaman boş olacaksın? |
1343 |
When did you begin studying English? |
İngilizce çalışmaya ne zaman başladınız? |
1344 |
You are always as busy as a bee. |
Her zaman bir arı kadar meşgulsün. |
1345 |
You’re always criticizing me! |
Her zaman beni eleştiriyorsun. |
1346 |
You always like to trip me up, don’t you? |
Bana çelme takmak her zaman hoşuna gidiyor, değil mi? |
1347 |
You’re always finding fault with me. |
Her zaman hatayı bende buluyorsun. |
1348 |
You always take things too easy. |
Hep lakayıt takılıyorsun. |
1349 |
You are always complaining. |
Her zaman şikâyet ediyorsun. |
1350 |
You are always wearing a loud necktie. |
Her zaman parlak renkli kravat takıyorsun. |
1351 |
You are always the cause of my worries. |
Her zaman benim endişelerimin nedeni sensin. |
1352 |
You’re always anticipating trouble. |
Her zaman sorunu tahmin ediyorsun. |
1353 |
You always excuse your faults by blaming others. |
Diğerleri suçlayarak her zaman hatalarını mazur görüyorsun. |
1354 |
You always insist that you are in the right. |
Her zaman haklı olduğun konusunda ısrar ediyorsun. |
1355 |
You are always doubting my word. |
Her zaman sözümden şüphe ediyorsun. |
1356 |
You are always finding fault with me. |
Her zaman hatayı bende buluyorsun. |
1357 |
You are always finding fault with me. |
Her zaman beni hatalı buluyorsun. |
1358 |
You always talk back to me, don’t you? |
Sen bana her zaman sert karşılık verirsin, değil mi? |
1359 |
What time do you usually get up? |
Genellikle saat kaçta kalkarsın? |
1360 |
What time do you usually go to bed? |
Genellikle ne zaman yatarsın? |
1361 |
You are always watching TV. |
Her zaman televizyon izliyorsun. |
1362 |
You are watching TV all the time. |
Sürekli televizyon izliyorsun. |
1363 |
You are always hearing but not listening. |
Hep duyuyoruz ama dinlemiyoruz. |
1364 |
You are quite a man. |
Tam bir erkek. |
1365 |
Once you begin, you must continue. |
Bir kez başladın mı, devam etmelisin. |
1366 |
You will know the truth some day. |
Gerçeği bir gün öğreneceksin. |
1367 |
You are naughty. |
Sen yaramazsın. |
1368 |
You are naughty. |
Çok yaramazsın. |
1369 |
How much money do you want? |
Ne kadar para istiyorsun? |
1370 |
You have some books. |
Birkaç kitabın var. |
1371 |
You’ve given me good advice. |
Bana iyi öğüt verdin. |
1372 |
You are a good boy. |
Sen hoş bir çocuksun. |
1373 |
You need not to have called me up so late at night. |
Beni gece çok geç saatte aramak zorunda değildin. |
1374 |
You shouldn’t talk back to your parents like that. |
Ebeveynlerine karşılık vermemelisin. |
1375 |
You are right in a way. |
Bir bakıma haklısın. |
1376 |
Have you ever been to America? |
Amerika’da hiç bulundun mu? |
1377 |
You cannot buy that judge. |
O hakimi satın alamazsın. |
1378 |
I wish you had told me the truth then. |
Keşke o zaman bana gerçeği söyleseydin. |
1379 |
Are you on the committee? |
Komitede misiniz? |
1380 |
You should have taken a chance then. |
O zaman şansını denemeliydin. |
1381 |
You must stick to your promise. |
Sözüne sadık kalmalısın. |
1382 |
You’re a philosopher, aren’t you? |
Sen bir filozofsun, değil mi? |
1383 |
You are supposed to come at 7 o’clock. |
Saat 7:00’de gelmelisin. |
1384 |
You are expected to come by 5:00. |
5:00’e kadar gelmeniz bekleniyor. |
1385 |
You’ll be able to drive a car in a few days. |
Birkaç gün içinde araba sürebileceksin. |
1386 |
Can you do it in one day? |
Onu bir günde yapabilir misin? |
1387 |
You should have refused his offer. |
Onun önerisini reddetmeliydin. |
1388 |
You need to have breakfast. |
Sabah kahvaltısı yapmalısın. |
1389 |
You need to have breakfast. |
Kahvaltı yapman gerekiyor. |
1390 |
Did you leave the window open? |
Pencereyi açık bıraktın mı? |
1391 |
You should by all means read the book. |
Bu kitabı mutlaka okumalısın. |
1392 |
Are you doing what you think is right? |
Doğru olduğunu düşündüğün şeyi yapıyor musun? |
1393 |
You made the mistake on purpose, didn’t you? |
Hatayı bilerek yaptın, değil mi? |
1394 |
You have to report to the police at once. |
Derhal polise bildirmek zorundasın. |
1395 |
You must always keep your hands clean. |
Ellerini her zaman temiz tutmalısın. |
1396 |
When did you begin learning German? |
Ne zaman Almanca öğrenmeye başladın? |
1397 |
Please go on with your story. |
Lütfen hikayene devam et. |
1398 |
Your story reminded me of my younger days. |
Senin hikâyen bana gençlik günlerimi hatırlattı. |
1399 |
I can hardly hear you. |
Siz güçlükle duyabiliyorum. |
1400 |
Please give me your permanent address. |
Lütfen bana kalıcı adresinizi verin. |
1401 |
Your parents didn’t come, did they? |
Annen ve baban gelmedi, değil mi? |
1402 |
Meg called you during your absence. |
Sen yokken Meg seni aradı. |
1403 |
I understand your position perfectly. |
Senin konumunu mükemmel şekilde anlıyorum. |
1404 |
If I were in your situation, I would do the same thing. |
Sizin durumunuzda olsam, aynı şeyi yaparım. |
1405 |
Is there anything you want that you don’t have? |
Sahip olmadığın istediğin bir şey var mı? |
1406 |
Your prophecy has come true. |
Kehanetin gerçekleşti. |
1407 |
Your friendship is most precious to me. |
Arkadaşlığın benim için değerli. |
1408 |
I admire you for your courage. |
Cesaretin için sana hayranım. |
1409 |
I admire your courage. |
Ben cesaretine hayranım. |
1410 |
I’ll keep your problems in mind. |
Problemlerini aklımda tutacağım. |
1411 |
You have lovely eyes, don’t you? |
Güzel gözlerin var, değil mi? |
1412 |
Your driver’s license has expired. |
Sürücü belgenin kullanım süresi doldu. |
1413 |
Write your name in capitals. |
Adını büyük harflerle yaz. |
1414 |
I know your name. |
Senin adını biliyorum. |
1415 |
Didn’t you hear your name called? |
İsminin söylendiğini duymadın mı? |
1416 |
Your daughter is not a child anymore. |
Kızınız artık bir çocuk değildir. |
1417 |
I admire your ignorance. |
Ben senin görmezliğine hayranım. |
1418 |
I have no interest in putting my money into your dreams. |
Hayallerinize paramı koymakla ilgilenmiyorum. |
1419 |
This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it’s more than just wishful thinking. |
Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır. |
1420 |
Your dream will come true some day. |
Rüyan bir gün gerçekleşecektir. |
1421 |
Your dream will come true some day. |
Hayalin günün birinde gerçek olacak. |
1422 |
It won’t be long before your dream comes true. |
Hayallerinin gerçekleşmesine az kaldı. |
1423 |
The day is sure to come when your dream will come true. |
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek. |
1424 |
The day will surely come when your dream will come true. |
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesinlikle gelecek. |
1425 |
The time will come when your dream will come true. |
Hayalinin gerçekleşeceği zaman gelecek. |
1426 |
You have a regular pulse. |
Düzenli bir nabzın var. |
1427 |
Tell me about your program for the future. |
Gelecek için programın hakkında bana anlat. |
1428 |
Your comic books are on the shelf. |
Senin çizgi romanların raftalar. |
1429 |
How pretty your sister is! |
Kız kardeşin ne kadar güzel! |
1430 |
What has become of your sister? |
Kız kardeşine ne oldu. |
1431 |
When did your sister leave Tokyo for London? |
Kız kardeşin Tokyo’dan Londra’ya ne zaman hareket etti? |
1432 |
What grade is your sister in? |
Kız kardeşin hangi sınıfta? |
1433 |
What’s your real purpose? |
Gerçek amacın nedir? |
1434 |
Your book is double the size of mine. |
Senin kitabın benimkinin boyutunun iki katı kadar. |
1435 |
Your book is on the desk. |
Kitabın masanın üstünde. |
1436 |
I will be your guarantor. |
Ben senin garantörün olacağım. |
1437 |
Better to get advice from your lawyer. |
Avukatından tavsiye alsan iyi olur. |
1438 |
I am sick of your complaint. |
Ben, şikâyetinden bıktım. |
1439 |
Your allotment is $20. |
Senin hissen 20 dolar. |
1440 |
Your dress is unsuitable for the occasion. |
Elbisen ortam için uygun değil. |
1441 |
Your room is out of order. |
Sizin oda dağınık. |
1442 |
Your room is twice the size of mine. |
Senin odan benimkinin boyutunun iki katı kadar. |
1443 |
Your room must always be kept clean. |
Odanız her zaman temiz tutulmalıdır. |
1444 |
Please give my regards to your father. |
Lütfen babanıza selamlarımı iletin. |
1445 |
I’m tired of your complaints. |
Ben senin şikâyetlerinden usandım. |
1446 |
Your smile always makes me happy. |
Gülüşün beni hep mutlu ediyor. |
1447 |
It’s your move. |
Hamle sırası sende. |
1448 |
It’s your move. |
Senin hamlen. |
1449 |
Your hair is too long. |
Saçınız çok uzun. |
1450 |
Your hair really does look untidy. |
Saçınız gerçekten dağınık görünüyor. |
1451 |
Your remarks are off the point. |
Düşünceleriniz konudan uzak. |
1452 |
I can’t help being a fool. |
Bir aptal olmamak elimde değil. |
1453 |
Your problem is similar to mine. |
Senin sorunun benimkine benziyor. |
1454 |
You should know better at your age. |
Senin yaşında daha iyi bilmelisin. |
1455 |
At your age, I would think so, too. |
Senin yaşında ben de öyle düşünürdüm. |
1456 |
At your age, you ought to know better. |
Senin yaşında daha iyi bilmelisin. |
1457 |
Tell me about your daily life. |
Bana günlük yaşantından bahset. |
1458 |
At your age you ought to support yourself. |
Senin yaşında kendini geçindirmelisin. |
1459 |
Your second button is coming off. |
İkinci düğmen kopuyor. |
1460 |
You may read whichever book you like. |
İstediğin kitabı okuyabilirsin. |
1461 |
Without your consent, nothing can be done about it. |
Senin rızan olmadan, bu konuda hiçbir şey yapılamaz. |
1462 |
Your motive was admirable, but your action was not. |
Senin güdün takdire değer fakat eylemin değmez. |
1463 |
Check your answers with his. |
Cevaplarını onunkiyle karşılaştır. |
1464 |
Check your answer with his. |
Cevabını onunki ile karşılaştır. |
1465 |
Compare your answers with the teacher’s. |
Cevaplarını öğretmeninki ile karşılaştır. |
1466 |
Compare your answer with Tom’s. |
Cevabını Tom’unkiyle karşılaştır. |
1467 |
Compare your answer with Tom’s. |
Cevabını Tom’unki ile karşılaştır. |
1468 |
Your answer isn’t correct. Try again. |
Cevabın doğru değil, tekrar dene. |
1469 |
Your answer is right. |
Cevabınız doğru. |
1470 |
Your answer is anything but perfect. |
Yanıtınız mükemmel olmaktan uzak. |
1471 |
Your answer is wrong. |
Cevabınız yanlış. |
1472 |
Your answer is far from perfect. |
Cevabınız mükemmel olmaktan uzak. |
1473 |
Your answer is far from satisfactory. |
Cevabınız tatmin edici olmaktan uzaktır. |
1474 |
I think your answer is correct. |
Sanırım cevabınız doğru. |
1475 |
It doesn’t matter whether your answer is right or wrong. |
Cevabınızın yanlış ya da doğru olması önemli değil. |
1476 |
Your efforts will soon pay off. |
Çabalarınız yakında karşılığını verecek. |
1477 |
I’m sure your efforts will result in success. |
Çabalarının başarıyla sonuçlanacağından eminim. |
1478 |
Your efforts will pay off one day. |
Çabalarınız bir gün karşılığını verecektir. |
1479 |
Your efforts will bear fruit someday. |
Çabalarınız bir gün meyvesini verecektir. |
1480 |
Your effort will be rewarded in the long run. |
Çabanız uzun vadede ödüllendirilecektir. |
1481 |
I hope your efforts will bear fruit. |
İnşallah çabalarınız meyvesini verecektir. |
1482 |
Come and see me when it is convenient for you. |
Senin için uygun olduğunda gel ve beni gör. |
1483 |
You can come and see me whenever it’s convenient for you. |
Senin için ne zaman uygun olursa gelebilir ve beni görebilirsin. |
1484 |
I forget your phone number. |
Ben telefon numaranızı unutuyorum. |
1485 |
I forget your telephone number. |
Telefon numaranı unuttum. |
1486 |
Had I known your telephone number, I would have called you. |
Telefon numaranı bilseydim, seni arardım. |
1487 |
May I use your phone? |
Telefonunuzu kullanabilir miyim? |
1488 |
Your suggestion came up at the meeting. |
Teklifiniz toplantıda ele alındı. |
1489 |
His proposal is out of the question. |
Onun önerisi, söz konusu değil. |
1490 |
Your suggestion will be rejected by the teacher. |
Öneriniz öğretmen tarafından reddedilecektir. |
1491 |
Your proposal is a bit extreme. |
Öneriniz biraz aşırı. |
1492 |
Your suggestion is of no practical use. |
Teklifiniz işe yaramaz. |
1493 |
I can’t agree to your proposal on the ground that it is not fair and reasonable. |
Adil ve makul olmadığından dolayı önerinizi kabul edemem. |
1494 |
I am in favor of your proposal. |
Ben önerinini lehindeyim. |
1495 |
I cannot agree to your proposal. |
Ben önerini kabul edemem. |
1496 |
There is certain to be some opposition to your suggestion. |
Senin önerine kesinlikle bir muhalefet olacak. |
1497 |
I don’t mean to object to your proposal. |
Amacım önerine itiraz etmek değil. |
1498 |
Bring your brother with you. |
Erkek kardeşini yanında getir. |
1499 |
Is there no alternative to what you propose? |
Teklif ettiğine alternatif yok mudur? |
1500 |
Your brother said you’d gone to Paris. |
Erkek kardeşin Paris’e gittiğini söyledi. |
1501 |
You’ll be paid according to the amount of work you do. |
Sana yaptığın işin miktarına göre ödeme yapılacak. |
1502 |
How many schools are there in your city? |
Şehrinizde kaç tane okul var? |
1503 |
Can I count on your loyalty? |
Ben sadakatine güvenebilir miyim? |
1504 |
I’ll act on your advice. |
Tavsiyeniz üzerine hareket edeceğim. |
1505 |
If only I had taken your advice. |
Keşke tavsiyenizi dinleseydim. |
1506 |
If it were not for your advice, I would be at a loss. |
Eğer tavsiyeniz olmasa, ne yapacağımı bilemem. |
1507 |
Without your advice, I would have been robbed of my bag. |
Tavsiyen olmasaydı çantam çalınmış olurdu. |
1508 |
If it had not been for your advice, I would have failed. |
Tavsiyeniz olmasa, başarısız olurdum. |
1509 |
It’s none of your business. |
Seni ilgilendirmez. |
1510 |
It’s none of your business. |
Onun sizinle bir ilgisi yok. |
1511 |
It’s none of your business. |
Bu sizi ilgilendirmez. |
1512 |
It’s none of your business. |
Bu seni ilgilendirmez. |
1513 |
Mind your own business! |
Seni ilgilendirmez. |
1514 |
Mind your own business! |
Kendi işine bak! |
1515 |
When is your birthday? |
Doğum günün ne zaman? |
1516 |
I will give you a bicycle for your birthday. |
Doğum günün için sana bir bisiklet vereceğim. |
1517 |
Your birthday is drawing near. |
Doğum günün yaklaşıyor. |
1518 |
You shall have a bicycle for your birthday. |
Doğum günün için bir bisikletin olacaktır. |
1519 |
I’ll find someone to fill in for you. |
Senin yerine çalışacak birini bulacağım. |
1520 |
Aren’t you being very rude? |
Çok kabalaşmıyor musun? |
1521 |
Your son has come of age. |
Oğlun reşit oldu. |
1522 |
Your son took part in the student movement, I hear. |
Oğlunuz öğrenci hareketi içinde yer aldı, ben duydum. |
1523 |
Is this your son, Betty? |
Bu senin oğlun mu, Betty? |
1524 |
I cannot accept your gift. |
Ben hediyeni kabul edemem. |
1525 |
I’m fed up with your constant complaining. |
Ben sürekli şikâyet etmenden bıktım. |
1526 |
What’s your major field? |
Asıl branş alanın nedir? |
1527 |
Your explanation won’t wash; it’s too improbable to be true. |
Açıklamanız inandırıcı olmayacak; o gerçek olamayacak kadar imkansız. |
1528 |
Your explanation sounds plausible, but it just doesn’t hold water. |
Açıklama makul geliyor ama bu sadece tutarlı değil. |
1529 |
Go back to your seat. |
Koltuğunuza geri dönün. |
1530 |
Go back to your seat. |
Koltuğuna geri dön. |
1531 |
You may have good reason to think that your youth is over. |
Gençliğinin bittiğini düşünmek için iyi bir nedenin olabilir. |
1532 |
I can hear you, but I can’t see you. |
Seni işitebiliyorum ama seni göremiyorum. |
1533 |
I don’t for a moment doubt your honesty. |
Dürüstlüğünden bir an şüphe etmem. |
1534 |
Your policy is mistaken. |
Senin politikan yanlış. |
1535 |
Your marks were well below average this term. |
Bu dönem notların ortalamanın oldukça altında. |
1536 |
I was glad to hear of your success. |
Başarını duyduğuma memnun oldum. |
1537 |
I’m sure of your success. |
Başarınızdan eminim. |
1538 |
Your success excites my envy. |
Senin başarın beni kıskandırıyor. |
1539 |
Your success will largely depend upon how you will make good use of your opportunity. |
Sizin başarınız büyük ölçüde fırsatınızdan nasıl yararlanacağınıza bağlıdır. |
1540 |
Your success depends upon whether you work hard or not. |
Sizin başarınız, sıkı çalışıp çalışmamanıza bağlıdır. |
1541 |
Your success depends on whether you pass the STEP examination or not. |
Sizin başarınız STEP sınavını geçip geçmemenize bağlıdır. |
1542 |
Your success is the result of your hard work. |
Başarınız sıkı çalışmanızın sonucudur. |
1543 |
I am glad to hear of your success. |
Başarını duyduğuma memnun oldum. |
1544 |
Which of your parents do you take after in character? |
Karakter olarak hangi ebeveynine benziyorsun? |
1545 |
You’re wide of the mark. |
Sizin tahmin hedeften uzak. |
1546 |
Your guess is entirely off the mark. |
Senin tahminin tamamen yanlış. |
1547 |
Your philosophy of life varies from mine. |
Senin yaşam felsefen benimkinden farklı. |
1548 |
You have no one but yourself to blame. |
Kendinden başka suçlayacak kimsen yok. |
1549 |
With reference to your request, I will support. |
Ricana istinaden, destekleyeceğim. |
1550 |
I read your new book with real delight. |
Gerçek bir zevkle kitabını okudum. |
1551 |
Your new dress becomes you very well. |
Yeni elbisen sana çok iyi yakışıyor. |
1552 |
Let me put down your new phone number in my notebook. |
Yeni telefon numaranı bilgisayarıma kaydedeyim. |
1553 |
Your behavior is creating a lot of problems. |
Davranışın çok sayıda sorun yaratıyor. |
1554 |
I am far from pleased with your behavior. |
Davranışından memnun olmaktan uzağım. |
1555 |
What was it that caused you to change your mind? |
Fikrini değiştirmene sebep olan neydi? |
1556 |
I didn’t mean to hurt you. |
Seni incitmek istemedim. |
1557 |
I didn’t mean to hurt you. |
Amacım seni incitmek değildi. |
1558 |
I didn’t mean to hurt you. |
Seni incitmek istememiştim. |
1559 |
I don’t like your taste in color. |
Senin renk zevkinden hoşlanmıyorum. |
1560 |
I like the way you smile. |
Gülümseme tarzını seviyorum. |
1561 |
Your advice is always helpful to me. |
Senin nasihatın bana her zaman yardımcı olmuştur. |
1562 |
I expect your help. |
Ben senin yardımını bekliyorum. |
1563 |
I don’t need your help. |
Benim sizin yardımınıza ihtiyacımız yok. |
1564 |
He is equal to the task. |
O, görev için uygundur. |
1565 |
We’ll start whenever you are ready. |
Hazır olduğunda başlayacağız. |
1566 |
We will exempt you from attending. |
Seni katılmaktan muaf tutacağız. |
1567 |
Write your address here. |
Adresini buraya yaz. |
1568 |
Your income is about twice as large as mine is. |
Gelirin, benimkinin yaklaşık iki katı kadar büyük. |
1569 |
I’ll miss your cooking. |
Aşçılığını özleyeceğim. |
1570 |
I received your letter yesterday. |
Mektubunu dün aldım. |
1571 |
Your letter made me happy. |
Mektubun beni mutlu etti. |
1572 |
Are your hands clean? |
Ellerin temiz mi? |
1573 |
Please lend me your car. |
Lütfen arabanı bana ödünç ver. |
1574 |
Would you mind lending me your car? |
Arabanı bana ödünç verir misin? |
1575 |
Give me a lift in your car. |
Beni arabanızla gideceğim yere kadar götürün. |
1576 |
Give me a lift in your car. |
Beni arabanıza alın. |
1577 |
Give me a lift in your car. |
Beni arabanızla gittiğiniz yere kadar götürün. |
1578 |
May I take your picture? |
Resmini çekebilir miyim? |
1579 |
May I take your picture? |
İzin ver senin fotoğrafını çekeyim. |
1580 |
I would like your picture. |
Resmini istiyorum. |
1581 |
Your questions were too direct. |
Sorularınız çok doğrudandı. |
1582 |
Will you lend me your dictionary? |
Bana sözlüğünü ödünç verir misin? |
1583 |
May I borrow your dictionary? |
Sözlüğünü ödünç alabilir miyim? |
1584 |
Could you lend me your bicycle for a couple of days? |
Bisikletini birkaç günlüğüne bana ödünç verebilir misin? |
1585 |
Your bicycle is similar to mine. |
Bisikletiniz benimkine benziyor. |
1586 |
Your bike is better than mine. |
Senin bisikletin benimkinden daha iyi. |
1587 |
Is your watch correct? |
Saatinizin doğru mudur? |
1588 |
Your watch seems to be very valuable. |
Saatiniz çok değerli görünüyor. |
1589 |
Your watch is similar to mine in shape and color. |
Senin saatin şekil ve renk olarak benimkine benziyor. |
1590 |
Your watch is ten minutes slow. |
Saatiniz on dakika geri. |
1591 |
What time is it by your watch? |
Saatin kaçı gösteriyor? |
1592 |
What time is it by your watch? |
Saatiniz kaçı gösteriyor? |
1593 |
Where are your things? |
Şeylerin nerede? |
1594 |
Your examination results are excellent. |
Sınav sonuçların mükemmel. |
1595 |
Just follow your heart. |
Sadece kalbini izle. |
1596 |
I think your work is all right. |
Bence işiniz tamam. |
1597 |
Your work is below average. |
işiniz ortalamanın altında. |
1598 |
What do you do? |
Ne iş yaparsınız? |
1599 |
How is your work coming along? |
İşin nasıl gidiyor? |
1600 |
May we accompany you on your walk? |
Yürüyüşünüzde size eşlik edebilir miyiz? |
1601 |
Compare your composition with the example. |
Kompozisyonunuzu örnekle karşılaştırın. |
1602 |
Your composition is very good, and it has few mistakes. |
Kompozisyonun çok iyi, ve çok az sayıda hatası var. |
1603 |
Your composition is as good as ever. |
Besten her zamanki gibi iyi. |
1604 |
Your composition is perfect except for a few mistakes. |
Birkaç hata hariç kompozisyonun mükemmel. |
1605 |
Your composition is free from all grammatical mistakes. |
Kompozisyonunda hiçbir dil bilgisi hatası yok. |
1606 |
Your composition is free from all grammatical mistakes. |
Kompozisyonun tüm dil bilgisi hatalarından uzak. |
1607 |
There are few mistakes in your composition. |
Kompozisyonunda çok az sayıda hata var. |
1608 |
Your essay has some mistakes, but as a whole it is very good. |
Denemenin birkaç hatası var fakat bir bütün olarak çok iyi. |
1609 |
Your composition has a few mistakes. |
Kompozisyonunun birkaç hatası var. |
1610 |
Where do you come from? |
Nerelisin? |
1611 |
Where do you come from? |
Nerelisiniz? |
1612 |
Do you eat rice in your country? |
Ülkende pirinç yer misiniz? |
1613 |
Your behavior is too extraordinary. |
Davranışınız çok sıradışı. |
1614 |
I can’t decide unless you tell me your plan. |
Bana planını söylemezsen karar veremem. |
1615 |
Express your idea clearly. |
Fikrini açıkça ifade et. |
1616 |
We have decided to adopt your idea. |
Fikrini benimsemeye karar verdik. |
1617 |
Your ideas are different from mine. |
Senin fikirlerin benimkinden farklı. |
1618 |
Your idea is absolutely impossible. |
Fikrin kesinlikle imkansızdır. |
1619 |
Your view is too optimistic. |
Senin görüşün çok iyimser. |
1620 |
Your ideas are quite old fashioned. |
Fikirlerin oldukça çağ dışı. |
1621 |
Your thoughts are of no significance at all. |
Düşüncelerinizin hiçbir anlamı yok. |
1622 |
Your idea differs entirely from mine. |
Fikriniz benimkinden tamamen farklı. |
1623 |
I liked your idea and adopted it. |
Fikrini beğendim ve benimsedim. |
1624 |
You may invite any person you like. |
İstediğin herhangi bir kişiyi davet edebilirsin. |
1625 |
Choose your favorite racket. |
En sevdiğin raketi seç. |
1626 |
Do as you like. |
İstediğiniz gibi yapın. |
1627 |
Make your choice. |
Seçimini yap. |
1628 |
I am amazed at your audacity. |
Senin cüretine şaşırıyorum. |
1629 |
I know what you mean. |
Ne demek istediğinizi biliyorum. |
1630 |
What you are saying does not make sense. |
Söylediğinin anlamı yok. |
1631 |
I don’t quite follow you. |
Seni takip etmiyorum. |
1632 |
You are not consistent. |
Sen tutarlı değilsin. |
1633 |
It appears to me that you are right. |
Bana öyle geliyor ki sen haklısın. |
1634 |
I accept what you say to some extent. |
Söylediğini bir miktar kabul ediyorum. |
1635 |
I think you’re right. |
Sanırım sen haklısın. |
1636 |
You may be right. |
Haklı olabilirsin. |
1637 |
What you say is right. |
Söylediğin şey doğrudur. |
1638 |
I find it difficult to believe. |
İnanması güç geldi. |
1639 |
You are off the point. |
Konunun dışına çıktın. |
1640 |
What you say is usually true. |
Senin söylediğin çoğunlukla doğru oluyor. |
1641 |
You should pay more attention to what you say. |
Ne söylediğine daha çok dikkat etmelisin. |
1642 |
I don’t follow. |
Ben izlemiyorum. |
1643 |
I don’t get what you mean. |
Ne demek istediğini anlamıyorum. |
1644 |
What’s become of your dog? |
Köpeğine ne oldu? |
1645 |
I have been anxious about your health. |
Sağlığınla ilgili kaygılandım. |
1646 |
You can go or stay, as you wish. |
Gidebilirsin ya da kalabilirsin, nasıl isterseniz. |
1647 |
I will go along with your plan. |
Planını destekleyeceğim. |
1648 |
Your plan seems better than mine. |
Senin planın benimkinden daha iyi görünüyor. |
1649 |
I approve of your plan. |
Ben planınızı onaylıyorum. |
1650 |
Tell me about your plan. |
Bana planından bahset. |
1651 |
There is a big hole in your stocking. |
Çorabında büyük bir delik var. |
1652 |
Your shoes are here. Where are mine? |
Sizin ayakkabılarınız burada. Benimkiler nerede? |
1653 |
Your shoes are here. |
Sizin ayakkabılar burada. |
1654 |
I’m sick of listening to your complaints. |
Şikâyetlerini dinlemekten bıktım. |
1655 |
I cannot help laughing at your folly. |
Çılgınlığınıza gülmemek elimde değil. |
1656 |
You can read any book that interests you. |
Sizi ilgilendiren herhangi bir kitap okuyabilirsiniz. |
1657 |
It is not wise to put your money on a horse. |
Bir at üzerinde para yatırmak akıllıca değil. |
1658 |
Had it not been for your cooperation, I could not have finished the work in time. |
İşbirliğin olmasaydı, işi zamanında bitiremezdim. |
1659 |
Do you know what you’re asking? |
Ne sorduğunu biliyor musun? |
1660 |
I forbid you to smoke. |
Senin sigara içmeni yasaklıyorum. |
1661 |
His argument is more radical than yours. |
Onun iddiası seninkinden daha radikal. |
1662 |
Your poor memory is due to poor listening habits. |
Senin kötü hafızan senin kötü dinleme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. |
1663 |
I think your basic theory is wrong. |
Sanırım temel teorin yanlış. |
1664 |
Your wish will come true in the near future. |
İsteğiniz yakın gelecekte gerçekleşecek. |
1665 |
What’s your wish? |
Dileğin nedir? |
1666 |
Your eyes remind me of stars. |
Gözlerin bana yıldızları hatırlatıyor. |
1667 |
That is no business of yours. |
Bu sizi ilgilendirmez. |
1668 |
That is no business of yours. |
Bu seni ilgilendirmez. |
1669 |
Where is your school? |
Okulun nerede? |
1670 |
Make a sketch of your house. |
Evinizin bir krokisini yapın. |
1671 |
I wish I could live near your house. |
Keşke senin evine yakın yaşayabilsem. |
1672 |
How many rooms are there in your house? |
Evinizde kaç oda var? |
1673 |
Let’s meet halfway between your house and mine. |
Senin evinin ve benimkinin arasında orta noktada buluşalım. |
1674 |
How far is it from your house to the park? |
Senin evin parka ne kadar uzakta? |
1675 |
Let’s discuss your love problems on the way back from school. |
Senin aşk problemlerini okuldan geri dönerken tartışalım. |
1676 |
The time has come for you to play your trump card. |
Kozunu oynama zamanın geldi. |
1677 |
It is surprising that your wife should object. |
Karının itiraz etmesi şaşırtıcı. |
1678 |
Can I use your pencil? |
Ben senin kurşun kalemini kullanabilir miyim? |
1679 |
Can I use your pencil? |
Ben kalemini kullanabilir miyim? |
1680 |
Your pencils need sharpening. |
Kurşun kalemlerin açılmalı. |
1681 |
You burnt a hole in my coat with your cigarette. |
Sigaranla ceketimde bir delik açtın. |
1682 |
Your speech will be recorded in history. |
Senin konuşman tarihte kaydedileck. |
1683 |
I count on your help. |
Sizin yardımınıza güveniyorum. |
1684 |
Your English is improving. |
İngilizcen gelişiyor. |
1685 |
Your English is perfect. |
Senin İngilizcen mükemmel. |
1686 |
I think your English has improved a lot. |
İngilizcenin çok geliştiğini düşünüyorum. |
1687 |
Your English has improved a lot. |
Senin İngilizcen çok gelişti. |
1688 |
Your method of teaching English is absurd. |
Senin İngilizce öğretme yöntemin saçmadır. |
1689 |
I want your opinion. |
Ben senin görüşünü istiyorum. |
1690 |
Your opinion is similar to mine. |
Senin fikrin benimkine benziyor. |
1691 |
Your opinion is very constructive. |
Düşünceniz çok yapıcı. |
1692 |
I agree with some of your opinions. |
Fikirlerinden bazılarına katılıyorum. |
1693 |
Your idea sounds like a good one. |
Fikrin iyi bir fikir gibi geliyor. |
1694 |
I’ll study your report. |
Ben senin raporunu çalışacağım. |
1695 |
I was disappointed with your paper. |
Kitabınla hayal kırıklığına uğradım. |
1696 |
Your selfishness will lose you your friends. |
Bencilliğin sana arkadaşlarına mâl olacak. |
1697 |
Your selfishness will lose you your friends. |
Bencilliğin sana arkadaşlarını kaybettirecek. |
1698 |
I entirely approve of what you say. |
Söylediklerinizi tamamen onaylıyorum. |
1699 |
I am losing my patience with you. |
Sana karşı sabrımı kaybediyorum. |
1700 |
Your method is different from mine. |
Sizin yöntem benimkinden farklı. |
1701 |
You’re on the right track. |
Siz doğru yoldasınız. |
1702 |
Your time is up. |
Zamanın bitti. |
1703 |
I’ll give you anything that you want. |
Sana istediğin bir şeyi vereceğim. |
1704 |
Can I use your pen? |
Ben senin kalemini kullanabilir miyim? |
1705 |
Your pen is better than mine. |
Senin dolma kalemin benimkinden iyidir. |
1706 |
As you make your bed, so you must lie in it. |
Kendi düşen ağlamaz. |
1707 |
Your plan sounds great. |
Planın muhteşem görünüyor. |
1708 |
If I find your passport, I’ll call you at once. |
Pasaportunu bulursam seni hemen ararım. |
1709 |
Your tie blends well with your suit. |
Kravatın takım elbisen ile uymuş. |
1710 |
Your tie has come undone. |
Kravatın çözülmedi. |
1711 |
Your dress is very nice. |
Senin elbisen çok hoş. |
1712 |
I’ll give you a call before I visit you. |
Ziyaret etmeden önce sizi ararım. |
1713 |
I’ll come to your place. |
Senin yerine geleceğim. |
1714 |
I’m glad that your team won the game. |
Takımınızın maçı kazandığına memnun oldum. |
1715 |
I’ll make a model plane for you. |
Senin için bir model uçak yapacağım. |
1716 |
I’m not going out on a limb for you because you never helped me before. |
Daha önce bana hiç yardım etmediğinden dolayı senin için riske girmeyeceğim. |
1717 |
I will do all I can for you. |
Senin için yapabileceğim her şeyi yapacağım. |
1718 |
Don’t be angry with me, for I did it for your sake. |
Bana kızma, ben onu senin hatırın için yaptım. |
1719 |
I am ready to do anything for you. |
Ben senin için herhangi bir şeyi yapmaya hazırım. |
1720 |
I will do anything for you. |
Senin için her şeyi yapacağım. |
1721 |
I’d do any damn thing for you. |
Ben sizin için herhangi bir lanet şeyi yapardım. |
1722 |
I’d jump through hoops for you. |
Ben sizin için çemberlerden atlamak isterdim. |
1723 |
Your excellent work puts me to shame. |
Mükemmel işin beni utandırır. |
1724 |
Your shirt button is coming off. |
Gömleğinin düğmesi düşüyor. |
1725 |
I respect you for what you have done. |
Yaptığın için sana saygı duyuyorum. |
1726 |
We are worried about you. |
Senin hakkında endişeliyiz. |
1727 |
I have absolute trust in you. |
Benim sana tam güvenim var. |
1728 |
Your cake is delicious. |
Kek’in lezzetli. |
1729 |
Your collar has a stain on it. |
Yakanda bir leke var. |
1730 |
Your collar has a stain on it. |
Senin yakanda leke var. |
1731 |
Here is your bag. |
İşte senin çantan. |
1732 |
I took your umbrella by mistake. |
Yanlışlıkla senin şemsiyeni aldım. |
1733 |
Your mother is in critical condition. |
Annen kritik durumda. |
1734 |
I’d like to see your father. |
Babanla görüşmek istiyorum. |
1735 |
Your sister looks as noble as if she were a princess. |
Kız kardeşin sanki bir prenses kadar asil görünüyor. |
1736 |
Is your uncle still abroad? |
Amcan hâlâ yurt dışında mı? |
1737 |
What does your aunt do? |
Teyzen ne iş yapar? |
1738 |
Where does your uncle live? |
Amcan nerede yaşıyor? |
1739 |
I have no idea what you mean. |
Ne demek istediğin hakkında hiçbir fikrim yok. |
1740 |
I’m tired of your everlasting grumbles. |
Bitmek bilmeyen yakınmalarından bıktım. |
1741 |
Your chair is identical to mine. |
Senin sandalyen benimki ile tamamen aynı. |
1742 |
I believe you. |
Sana inanıyorum. |
1743 |
I believe you. |
Size inanıyorum. |
1744 |
I don’t agree with you. |
Sizinle aynı fikirde değilim. |
1745 |
Your idea is definitely worth thinking about. |
Fikriniz kesinlikle düşünmeye değer. |
1746 |
I will dry your T-shirt. |
Tişörtünü kurutacağım. |
1747 |
Your T-shirt will dry soon. |
Tişörtün birazdan kurur. |
1748 |
I regret that I told you. |
Sana söylediğime pişmanım. |
1749 |
I regret that I told you. |
Sana söylediğim şeyden dolayı pişmanım. |
1750 |
I have something to tell you. |
Sana söyleyecek bir şeyim var. |
1751 |
I was almost afraid to talk to you. |
Neredeyse seninle konuşmaya korkuyordum. |
1752 |
I have some good news for you. |
Senin için bazı iyi haberlerim var. |
1753 |
I will find you a good doctor. |
Sana iyi bir doktor bulacağım. |
1754 |
I want you to go to the post office. |
Postaneye gitmeni istiyorum. |
1755 |
I’ll make you a model plane. |
Sana bir model uçak yapacağım. |
1756 |
I want you to read this book. |
Ben senin bu kitabı okumanı istiyorum. |
1757 |
I have a message for you from her. |
Sizin için ondan bir mesajım var. |
1758 |
You can’t have understood what he said. |
Onun söylediğini anlamış olamazsın. |
1759 |
I feel for you. |
Çektiklerinizi anlıyorum. |
1760 |
I refuse to be treated like a slave by you. |
Senin tarafından bir köle gibi davranılmayı reddediyorum. |
1761 |
You are wanted on the phone. |
Telefonda isteniyorsun. |
1762 |
I couldn’t call you; the telephone was out of order. |
Seni arayamadım; telefon bozuktu. |
1763 |
I’ll lend it to you. |
Ben onu sana ödünç vereceğim. |
1764 |
I’ll make you a new suit. |
Ben sana yeni bir takım yapacağım. |
1765 |
I ordered you to get out. |
Sana çıkmanı emrettim. |
1766 |
I was going to write to you, but I was too busy. |
Sana yazacaktım ama çok meşguldüm. |
1767 |
Who is that girl waving to you? |
Sana el sallayan kız kimdir? |
1768 |
I’ll teach you how to drive a car. |
Bir arabayı nasıl süreceğini sana öğreteceğim. |
1769 |
I would like you to go instead of me. |
Benim yerime senin gitmeni istiyorum. |
1770 |
I’ll lend you my notebook. |
Defterimi sana ödünç vereceğim. |
1771 |
I want you to go. |
Ben gitmeni istiyorum. |
1772 |
I have been reflecting on what you said to me. |
Senin bana söylediğine kafa yoruyorum. |
1773 |
I wanted to show it to you. |
Ben size onu göstermek istedim. |
1774 |
I’m very glad to see you. |
Seni gördüğüme çok memnun oldum. |
1775 |
I am looking forward to seeing you. |
Seni görmek için can atıyorum. |
1776 |
How I’ve missed you! |
Seni nasıl da özledim! |
1777 |
I’ll tell you how to swim. |
Nasıl yüzüleceğini sana anlatacağım. |
1778 |
I would like you to come with me. |
Benimle birlikte gelmeni istiyorum. |
1779 |
You ought to have seen it. |
Onu görmeliydin. |
1780 |
I want you to work harder. |
Daha çok çalışmanı istiyorum. |
1781 |
I want to see you again. |
Seni tekrar görmek istiyorum. |
1782 |
I’m leaving it to you. |
Onu size bırakıyorum. |
1783 |
You have a bright future. |
Parlak bir geleceğin var. |
1784 |
You have no cause for anger. |
Kızmak için nedenin yok. |
1785 |
You’ve got nothing to complain of. |
Şikâyet etmekten başka yapacak bir şeyin yok. |
1786 |
You have a tendency to talk too fast. |
Çok hızlı konuşma eğiliminiz var. |
1787 |
I expect you to be punctual. |
Dakik olmanı bekliyorum. |
1788 |
There is nothing wrong with you. |
Sende hata yok. |
1789 |
You have a gift for music. |
Senin müziğe doğuştan yeteneğin var. |
1790 |
I can’t lie to you. |
Sana yalan söyleyemem. |
1791 |
I can’t hide the fact from you. |
Gerçeği sizden saklayamam. |
1792 |
You make me feel so guilty. |
Sen bana çok suçlu hissettiriyorsun. |
1793 |
I expect you to work harder. |
Daha çok çalışmanı bekliyorum. |
1794 |
There are few high-ranking positions left open for you. |
Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var. |
1795 |
You are entitled to try once again. |
Bir kez daha deneme hakkın var. |
1796 |
You are hopeless. |
Sen umutsuzsun. |
1797 |
You have a good friend in me. |
Benim içimde iyi bir arkadaşın var. |
1798 |
I’m afraid this job is too much for you. |
Korkarım bu iş senin için çok fazla. |
1799 |
I expect you know all about it. |
Ben sizin bu konuda her şeyi bildiğinizi umuyorum. |
1800 |
You have no business doing it. |
Onu yapmaya hakkın yok. |
1801 |
You deserve the prize. |
Ödülü hak ediyorsun. |
1802 |
You have no right to say so. |
Öyle söylemeye hakkın yok. |
1803 |
I blush for you. |
Senin adına utanıyorum. |
1804 |
Green suits you. |
Yeşil size uyar. |
1805 |
Green suits you. |
Yeşil size uyuyor. |
1806 |
I am disgusted with you. |
Senden iğreniyorum. |
1807 |
I can’t thank you enough. |
Sana yeterince teşekkür edemem. |
1808 |
I can’t thank you enough. |
Ben yeterince teşekkür edemiyorum. |
1809 |
You have no right to oppose our plan. |
Planımıza karşı çıkmaya hakkın yok. |
1810 |
All you can do is to wait. |
Tüm yapabileceğin beklemektir. |
1811 |
I can’t keep up with you. |
Sana ayak uyduramıyorum. |
1812 |
I’d like to talk with you in private. |
Ben sizinle özel olarak konuşmak istiyorum. |
1813 |
How can you say that? |
Onu nasıl söyleyebilirsin? |
1814 |
You should have seen it. |
Onu görmeliydiniz. |
1815 |
You should have seen it. |
Onu görmeliydin. |
1816 |
I’ll stand behind you if you are going to do it. |
Eğer onu yapacaksan, arkanda olacağım. |
1817 |
I’ll stand behind you if you are going to do it. |
Eğer onu yapacaksan arkanda duracağım. |
1818 |
I guess that you can’t do it. |
Sanırım onu yapamazsın. |
1819 |
I guess that you can’t do it. |
Sanırım sen onu yapamazsın. |
1820 |
We want you to sing the song. |
Şarkıyı söylemeni istiyoruz. |
1821 |
Didn’t I tell you so? |
Size öyle söylemedim mi? |
1822 |
I’m anxious to see you. |
Seni görmek için can atıyorum. |
1823 |
You shall have a reward. |
Siz bir ödül alacaksınız. |
1824 |
I’ll lend you this book. |
Ben bu kitabı size ödünç vereceğim. |
1825 |
I’ll give you this pendant. |
Bu kolyeyi size vereceğim. |
1826 |
I’ll give you this camera. |
Bu kamerayı size vereceğim. |
1827 |
I’ll give you this money. |
Ben bu parayı size vereceğim. |
1828 |
Never did I dream of meeting you here. |
Burada seninle buluşmayı asla hayal etmedim. |
1829 |
It is quite a surprise to see you here. |
Seni burada görmek oldukça sürpriz oldu. |
1830 |
I little dreamed of seeing you here. |
Seni burada görmeyi çok az hayal ettim. |
1831 |
You play the guitar quite like a professional, don’t you? |
Sen oldukça bir profesyonel gibi gitar çalıyorsun, değil mi? |
1832 |
Let me give you some advice. |
Sana biraz tavsiye vereyim. |
1833 |
I’ll treat you. |
Ben sizi tedavi edeceğim. |
1834 |
I’ll treat you. |
Size ısmarlayacağım. |
1835 |
I have a nice present to give you. |
Size verecek hoş bir hediyem var. |
1836 |
Can you do that? |
Onu yapabilir misin? |
1837 |
I owe you ten dollars. |
Sana on dolar borçluyum. |
1838 |
You should not play a joke on me. |
Siz benimle şaka yapmamalısınız. |
1839 |
Do your work in your own way. |
Kendi tarzınızla işinizi yapın. |
1840 |
I thought you’d be the last person to do such a thing. |
Böyle bir şey olacak son kişi olduğunuzu düşündüm. |
1841 |
If I were you, I’d be able to succeed. |
Yerinde olsam başarabilirdim. |
1842 |
You can make it! Go for it. I’ll stand by you. |
Onu yapabilirsin! Kim tutar seni. Yardımına hazır olacağım. |
1843 |
You deserve to succeed. |
Başarılı olmayı hak ediyorsun. |
1844 |
I can’t think of life without you. |
Sensiz hayat düşünemiyorum. |
1845 |
I have no more time to talk with you. |
Seninle konuşmak için daha fazla zamanım yok. |
1846 |
You and I are good friends. |
Sen ve ben iyi arkadaşlarız. |
1847 |
You and I are the same age. |
Sen ve ben aynı yaştayız. |
1848 |
Is it right that you and I should fight? |
Senin ve benim dövüşmemiz gerektiği doğru mu? |
1849 |
What’s your relation with him? |
Onunla akrabalığınız nedir? |
1850 |
He, just like you, is a good golfer. |
O, tam senin gibi, iyi bir golfçü. |
1851 |
I as well as you am to blame. |
Senin kadar ben de suçlanacağım. |
1852 |
I am not excited any more than you are. |
Ben senden daha heyecanlı değilim. |
1853 |
I, as well as you, was late for school yesterday. |
Dün senin kadar ben de okula geç kaldım. |
1854 |
I share your idea. |
Ben senin fikrini paylaşıyorum. |
1855 |
I bought the same shirt as yours. |
Seninki gibi aynı gömleği aldım. |
1856 |
He is no more a fool than you are. |
O senden daha fazla bir aptal değil. |
1857 |
There is a fundamental difference between your opinion and mine. |
Senin fikrinle benimki arasında temel bir fark vardır. |
1858 |
I’d like to go to the seaside with you. |
Seninle sahile gitmek istiyorum. |
1859 |
I wish I could go to the party with you. |
Keşke seninle birlikte partiye gelebilsem. |
1860 |
I beg to differ, as I disagree with your analysis of the situation. |
Senin durum analizinle ilgili aynı fikirde olmadığım için, maalesef aynı görüşte değilim. |
1861 |
It pains me to disagree with your opinion. |
Fikrine katılmamak beni üzüyor. |
1862 |
I often think about the place where I met you. |
Ben sık sık seninle tanıştığım yer hakkında düşünüyorum. |
1863 |
I would like to go to the concert with you. |
Seninle birlikte konsere gitmek istiyorum. |
1864 |
You really are hopeless. |
Sen gerçekten ümitsizsin. |
1865 |
There is enough bread for all of you. |
Hepinize yetecek kadar ekmek var. |
1866 |
Divide the cake among you three. |
Turtayı üçünüz aranızda bölüşün. |
1867 |
Divide the cake among you three. |
Üçünüz arasında pastayı bölüştürün. |
1868 |
You students are supposed to be diligent. |
Öğrenciler gayretli olmalılar. |
1869 |
How old will you be next year? |
Gelecek yıl kaç yaşında olacaksın. |
1870 |
You must not smoke till you grow up. |
Büyüyünceye kadar sigara içmemelisin. |
1871 |
What are you learning from the teacher? |
Öğretmenden ne öğreniyorsun? |
1872 |
You are young boys. |
Siz genç erkeksiniz. |
1873 |
You are young boys. |
Siz genç erkeklersiniz. |
1874 |
You belong to the next generation. |
Sen gelecek nesile aitsin. |
1875 |
You may swim now. |
Şimdi yüzebilirsin. |
1876 |
You are to hand in your assignments by Monday. |
Ödevlerini pazartesiye kadar elden teslim edeceksin. |
1877 |
You didn’t need to hurry. |
Acele etmene gerek yoktu. |
1878 |
You must conform to the rules. |
Kurallara uymak zorundasın. |
1879 |
All of you did good work. |
Hepiniz iyi iş yaptınız. |
1880 |
What do you learn at school? |
Okulda ne öğreniyorsun? |
1881 |
You should try to be more polite. |
Daha kibar olmayı denemelisin. |
1882 |
You should try to be more polite. |
Daha kibar olmaya çalışmalısınız. |
1883 |
All of you are diligent. |
Hepiniz çalışkansınız. |
1884 |
You must start at once. |
Derhal başlamalısın. |
1885 |
It is imperative for you to act at once. |
Derhal hareket etmen zorunludur. |
1886 |
You must study hard and learn many things. |
Çok çalışmalısın ve çok şey öğrenmelisin. |
1887 |
All you have to do is to learn this sentence by heart. |
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek. |
1888 |
Are you students at this school? |
Bu okulda öğrenci misiniz? |
1889 |
You have to share the cake equally. |
Pastayı eşit olarak paylaşmak zorundasın. |
1890 |
You should know what to read. |
Ne okuyacağını bilmelisin. |
1891 |
Compare your translation with the one on the blackboard. |
Çevirini tahtada olanla karşılaştır. |
1892 |
Compare your sentence with the one on the blackboard. |
Cümleni tahtadakiyle karşılaştır. |
1893 |
Who is your teacher? |
Öğretmenin kimdir? |
1894 |
What was the cause of your quarrel? |
Sizin tartışmanızın nedeni neydi? |
1895 |
I don’t approve your decision. |
Senin kararını tasvip etmiyorum. |
1896 |
I wonder which of you will win. |
Hanginizin kazanacağını merak ediyorum. |
1897 |
There are merits and demerits to both your opinions so I’m not going to decide right away which to support. |
Her iki görüşün avantajları ve dezavantajları vardır bu yüzden hangisini destekleyeceğime hemen karar vermeyeceğim. |
1898 |
Your team is stronger than ours. |
Senin takım bizimkinden daha güçlü. |
1899 |
Any of you can do it. |
Sizden biri onu yapabilir. |
1900 |
If you’re going to the beach, count me in. |
Sahile gidersen beni de dahil et. |
1901 |
Boys, don’t make any noise. |
Çocuklar, hiç gürültü yapmayın? |
1902 |
Not only you but I also was to blame. |
Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım. |
1903 |
Not only are you wrong, but I am wrong too. |
Sadece siz değil aynı zamanda ben de hatalıyım. |
1904 |
We are both to blame. |
Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım. |
1905 |
You are not the only one responsible for it, I am too. |
Onun için sadece siz değil aynı zamanda ben de sorumluyum. |
1906 |
Only you answered the question. |
Soruyu sadece siz yanıtladınız. |
1907 |
Only you can carry the bag. |
Çantayı sadece siz taşıyabilirsiniz. |
1908 |
What a memory you have. |
Ne hafızan var! |
1909 |
You’re the only one who can do it. |
Onu yapabilecek tek kişisin. |
1910 |
I’m quite all right if you have no objection to it. |
Eğer sizin bir itirazınız yoksa ben oldukça iyiyim. |
1911 |
You are the man I’ve been looking for. |
Aradığım adamsın. |
1912 |
You’re the best man for the job. |
Bu iş için en iyi adamsın. |
1913 |
Don’t you move from here. |
Buradan ayrılmayın. |
1914 |
I hadn’t recognized the importance of this document until you told me about it. |
Sen bana söyleyene kadar ben bu belgenin önemini fark etmemiştim. |
1915 |
I was disappointed at your absence. |
Yokluğun beni hayal kırıklığına uğrattı. |
1916 |
I had been to the hospital before you came. |
Sen gelmeden önce hastanedeydim. |
1917 |
I had no idea that you were coming. |
Geleceğin hakkında fikrim yoktu. |
1918 |
It doesn’t matter whether you come or not. |
Gelip gelmemen önemli değil. |
1919 |
It does not matter to me whether you come or not. |
Gelip gelmemen benim için önemli değil. |
1920 |
It’s a pity that you can’t come. |
Ne yazık ki gelemezsin. |
1921 |
As long as you are here, we might as well begin. |
Burada olduğuna göre, başlayabiliriz. |
1922 |
What is it that you want? |
İstediğiniz nedir? |
1923 |
I want you. |
Seni istiyorum. |
1924 |
Either you or your friend is wrong. |
Ya sen ya da arkadaşın hatalı. |
1925 |
I’m amazed by the ease with which you solve the problem. |
Ben problemi kolaylıkla çözmene şaşırdım. |
1926 |
I will have left when you return. |
Döndüğünüzde gitmiş olacağım. |
1927 |
He will have left here by the time you return. |
Sen dönmeden önce o buradan ayrılmış olacak. |
1928 |
I will have left here before you return. |
Sen dönmeden önce ben buradan ayrılmış olacağım. |
1929 |
I take it from your silence that you are not satisfied with my answer. |
Sessizliğinden cevabımdan tatmin olmadığın sonucuna vardım. |
1930 |
We thought we would write out the directions, in case you got lost. |
Kaybolma ihtimalinize karşı yönleri yazmayı düşündük. |
1931 |
I want to know if you’ll be free tomorrow. |
Yarın boş olup olmadığını bilmek istiyorum. |
1932 |
I am glad that you have returned safe. |
Sağ salim geri döndüğüne memnunum. |
1933 |
What would you do if you were in my place? |
Benim yerimde olsaydın ne yapardın? |
1934 |
I would like you to think about what you would have done in my place. |
Ben yerimde ne yapacağını düşünmeni istiyorum. |
1935 |
What would you do in my place? |
Benim yerimde ne yapardın? |
1936 |
That you don’t believe me is a great pity. |
Bana inanmaman çok üzücü. |
1937 |
The information you gave me is of little use. |
Bana verdiğin bilgi az kullanılır. |
1938 |
You or I will be chosen. |
Siz ya da ben seçileceğim. |
1939 |
Either you or I am wrong. |
Ya siz ya da ben hatalıyım. |
1940 |
It is not necessary for you to take his advice if you don’t want to. |
Siz istemiyorsanız onun tavsiyesini almanıza gerek yok. |
1941 |
If you’re busy, I’ll help you. |
Eğer meşgulseniz, ben size yardımcı olacağım. |
1942 |
If you’re busy, I’ll help you. |
Meşgulsen, sana yardım edeceğim. |
1943 |
If you’re busy, I’ll help you. |
Meşgulseniz, size yardım edeceğim. |
1944 |
Didn’t they teach you common sense as well as typing at the school where you studied? |
Eğitim yaptığın okulda yazı yazmanın yanı sıra sağduyuyu öğretmediler mi? |
1945 |
I noticed you entering my room. |
Ben seni odaya girerken fark ettim. |
1946 |
Never did I dream that you would lose. |
Kaybolacağını asla hayal etmedim. |
1947 |
I will lend you whatever book you need. |
İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim. |
1948 |
I need you. |
Sana ihtiyacım var. |
1949 |
You do not necessarily have to go there yourself. |
Oraya mutlaka kendin gitmek zorunda değilsin. |
1950 |
Whether you like her or not, you can’t marry her. |
Ondan hoşlan ya da hoşlanma, onunla evlenemezsin. |
1951 |
I don’t know whether you like her or not. |
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum. |
1952 |
I don’t know whether you like her or not. |
Ondan hoşlanıp hoşlanmadığını bilmiyorum. |
1953 |
It is not good that you did not ask her name. |
Onun adını sormamış olman iyi değil. |
1954 |
It is cruel of you to find fault with her. |
Onda kusur bulduğun için zalimsin. |
1955 |
Does he know that you love him? |
Senin onu sevdiğini o biliyor mu? |
1956 |
I can’t approve of your going out with him. |
Onunla çıkmanı onaylayamam. |
1957 |
I don’t approve of your going out with him. |
Onunla çıkmanı onaylamıyorum. |
1958 |
I saw you with a tall boy. |
Seni uzun boylu bir çocukla gördüm. |
1959 |
He is no more foolish than you are. |
O senden daha aptal değildir. |
1960 |
It is amazing that you won the prize. |
Ödülü kazanman şaşırtıcı. |
1961 |
It is amazing; you should have won the prize. |
Şaşırtıcı; ödülü kazanmalıydın. |
1962 |
I’ll take over your duties while you are away from Japan. |
Sen Japonya’dan uzaktayken görevlerini ben üsleneceğim. |
1963 |
I am going to do it whether you agree or not. |
Kabul etsende etmesende onu yapacağım. |
1964 |
I don’t object to your going out to work, but who will look after the children? |
Ben çalışmak için dışarı gitmene itiraz etmiyorum fakat çocuklara kim bakacak. |
1965 |
I’m very happy you’ll be visiting Tokyo next month. |
Gelecek ay Tokyo’yu ziyaret edeceğin için çok mutluyum. |
1966 |
You have good reason to be angry. |
Kızgın olmak için iyi nedenin var. |
1967 |
The success resulted from your efforts. |
Başarı çabalarının sonucudur. |
1968 |
We were just talking about you when you called. |
Sen aradığında biz de tam senden bahsediyorduk. |
1969 |
It is difficult for you to climb to the mountaintop. |
Doruğa tırmanman zordur. |
1970 |
It’s quite plain that you haven’t been paying attention. |
Dikkat etmediğin oldukça açık. |
1971 |
Your advice led me to success. |
Senin nasihatın beni başarıya götürdü. |
1972 |
Your advice led me to success. |
Senin nasihatından dolayı başarabildim. |
1973 |
Your advice led me to success. |
Bana verdiğin nasihattan dolayı başarabildim. |
1974 |
It is a pity that you can’t join us. |
Ne yazık ki bize katılamazsın. |
1975 |
You had better not wake me up when you come in. |
İçeri geldiğin zaman beni uyandırmasan iyi olur. |
1976 |
I sincerely hope that you will soon recover from your illness. |
İçtenlikle umuyorum ki yakında hastalığından iyileşeceksin. |
1977 |
Unless you make a decision quickly, the opportunity will be lost. |
Çabucak karar vermezsen, fırsat kaybedilecek. |
1978 |
I hope that you will get well soon. |
İnşallah yakında iyileşirsin. |
1979 |
I found the very thing you had been looking for. |
Tam aradığın şeyi buldum. |
1980 |
It is plain that you have done this before. |
Bunu daha önce yaptığın açık. |
1981 |
I don’t care whichever you choose. |
Hangisini seçtiğin umurumda değil. |
1982 |
It is not surprising that you should be scolded by your teacher. |
Öğretmenin tarafından azarlanman sürpriz değil. |
1983 |
You speak first; I will speak after. |
Önce sen konuş, ben daha sonra konuşacağım. |
1984 |
I guess you are right. |
Haklısınız sanırım. |
1985 |
I guess you are right. |
Sanırım haklısınız. |
1986 |
If you are honest, I will hire you. |
Eğer dürüstsen, seni işe alacağım. |
1987 |
Do what you think is right. |
Doğru olduğunu düşündüğün şeyi yap. |
1988 |
Your success depends on your efforts. |
Sizin başarınız sizin çabalarınıza bağlıdır. |
1989 |
Whether you will succeed or not depends on your efforts. |
Başarılı olup olmayacağın çabalarına bağlıdır. |
1990 |
I’m so glad that you succeeded. |
Başardığına çok memnun oldum. |
1991 |
I am glad that you have succeeded. |
Başardığına memnun oldum. |
1992 |
I’m glad to hear of your success. |
Başarını duyduğuma memnun oldum. |
1993 |
Tell me when you will call me. |
Bana beni ne zaman arayacağını söyle. |
1994 |
What happened to the girl you were sharing the bedroom with? |
Yatak odanı paylaştığın kıza ne oldu? |
1995 |
You may or may not win. |
Kazanabilirsin ya da kazanamayabilirsin. |
1996 |
I will do it on the condition that you help me. |
Bana yardım etmen şartıyla onu yaparım. |
1997 |
If it were not for your help, I might have failed. |
Yardımınız olmasaydı, ben başarısız olabilirdim. |
1998 |
Thanks to your help, I could understand the book quite well. |
Yardımın sayesinde, kitabı oldukça iyi anlayabildim. |
1999 |
Your o’s look like a’s. |
Senin O’ların A’ya benziyor. |
2000 |
They will have arrived there before you start. |
Sen başlamadan önce onlar oraya varmış olacak. |
2001 |
He came after you left. |
Sen gittikten sonra geldi. |
2002 |
He came after you left. |
Sen ayrıldıktan sonra geldi. |
2003 |
You must do your homework at once. |
Derhal ev ödevini yapmalısın. |
2004 |
Who took care of the dog while you were away? |
Sen uzaktayken köpeğe kim baktı? |
2005 |
I will wait till you have written the letter. |
Sen mektubu yazıncaya kadar bekleyeceğim. |
2006 |
It is strange that you should fail. |
Başarısız olman tuhaf. |
2007 |
The reason why you failed is you did not try hard enough. |
Başarısız olmanın nedeni yeterince sıkı çabalamamandır. |
2008 |
When you speak of a pay-raise before recognition, I am inclined to think you are putting the cart before the horse. |
Tanınmadan önce maaş zammından bahsedersen senin işleri ters yaptığını düşünme eğiliminde olurum. |
2009 |
A time will come when you will regret your action. |
Yaptığına pişman olacağın bir zaman gelecek. |
2010 |
You may as well go yourself. |
Kendiniz de gidebilirsiniz. |
2011 |
You should talk to the teacher yourself. |
Öğretmenle kendiniz konuşmalısınız. |
2012 |
We heard the news that you had passed the exam. |
Sınavı geçtiğin haberini duyduk. |
2013 |
I don’t like you any more than you like me. |
Seni senin beni sevdiğinden daha çok sevmiyorum. |
2014 |
I love you more than you love me. |
Ben seni senin beni sevdiğinden daha çok seviyorum. |
2015 |
Either you or I must go in his place. |
Ya sen ya da ben onun yerine gitmeliyim. |
2016 |
What’s the reason that made you call me? |
Sana beni aratan neden nedir? |
2017 |
What is it that you want me to do? |
Benim yapmamı istediğin şey nedir? |
2018 |
I can’t thank you enough for what you did for me. |
Benim için yaptıkların için yeterince teşekkür edemiyorum. |
2019 |
I hope you will join us in the parade and march along the street. |
Geçit töreninde bize katılacağınızı ve cadde boyunca yürüyüş yapacağınızı umuyoruz. |
2020 |
I wish you could come with us. |
Keşke bizimle gelebilsen. |
2021 |
I’ll look after your affairs when you are dead. |
Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım. |
2022 |
I don’t have as much money as you think. |
Düşündüğün kadar çok paraya sahip değilim. |
2023 |
I don’t have as much money as you think. |
Düşündüğün kadar çok param yok. |
2024 |
How much money did you spend in total? |
Toplamda kaç para harcadın? |
2025 |
Can you account for all the money you spent? |
Harcadığın tüm paranın hesabını verebilir misin? |
2026 |
I will wait until you have finished your homework. |
Ev ödevini bitirinceye kadar bekleyeceğim. |
2027 |
It makes no difference whether you agree or not. |
Kabul etsende etmesende fark etmez. |
2028 |
With your approval, I would like to offer him the job. |
Senin onayınla, işi ona teklif etmek istiyorum. |
2029 |
It was wise of you to take your umbrella with you. |
Şemsiyeni yanına alman akıllıcaydı. |
2030 |
I’ll help you so long as you do your best. |
Elinden geleni yaptığın sürece sana yardım edeceğim. |
2031 |
Choose the color you like the best. |
En çok beğendiğin rengi seç. |
2032 |
The paint on the seat on which you are sitting is still wet. |
Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır. |
2033 |
The paint on the seat on which you are sitting is still wet. |
Oturduğun koltuktaki boya hâlâ ıslak. |
2034 |
It will not make much difference whether you go today or tomorrow. |
Bugün ya da yarın gitmen pek fark yaratmayacak. |
2035 |
You don’t need to go unless you want to. |
İstemiyorsan gitmene gerek yok. |
2036 |
If you don’t go, I won’t, either. |
Sen gitmezsen, ben de gitmem. |
2037 |
You don’t have to go unless you want to. |
İstemedikçe gitmek zorunda değilsin. |
2038 |
I don’t care as long as you are happy. |
Sen mutlu olduğun sürece umurumda değil. |
2039 |
What you said surprised me. |
Söylediğin şey beni şaşırttı. |
2040 |
What I can’t make out is why you have changed your mind. |
Çözemediğim şey fikrini neden değiştirdiğin. |
2041 |
Either you or your brother is wrong. |
Ya siz ya da erkek kardeşiniz hatalı. |
2042 |
I know you are rich. |
Zengin olduğunu biliyorum. |
2043 |
I know you are rich. |
Ben sizin zengin olduğunuzu biliyorum. |
2044 |
You can’t be hungry. You’ve just had dinner. |
Aç olamazsın. Akşam yemeğini henüz yedin. |
2045 |
You can’t be hungry. You’ve just had dinner. |
Aç olamazsınız. Henüz akşam yemeği yediniz. |
2046 |
Be sure to put out the fire before you leave. |
Ayrılmadan önce ateşi söndürdüğünden emin ol. |
2047 |
He will be studying when you get up. |
Kalktığın zaman, okuyor olacak. |
2048 |
She’ll have left before you come back. |
Sen gelmeden önce o gitmiş olacak. |
2049 |
I wish you could drop in at my house on your way home. |
Keşke evine giderken bana uğrayabilsen. |
2050 |
I’ll stay here till you get back. |
Sen dönünceye kadar burada kalacağım. |
2051 |
I will have finished the work before you return. |
Sen dönmeden işi bitirmiş olacağım. |
2052 |
It’s clear that you’re wrong. |
Senin hatalı olduğun bellidir. |
2053 |
If you are wrong, I am wrong too. |
Hatalıysan ben de hatalıyım. |
2054 |
You shouldn’t have paid the bill. |
Hesabı ödememeliydin. |
2055 |
I’ll open the curtain for you to look out. |
Dışarı bakmanız için perdeyi açacağım. |
2056 |
I’m counting on you to join us. |
Bize katılacağına güveniyorum. |
2057 |
I am counting on you to join us. |
Bize katılacağına güveniyorum. |
2058 |
I’ll come again when you are free. |
Boş olduğunda tekrar geleceğim. |
2059 |
I haven’t the faintest idea what you mean. |
Ne demek istediğine dair en küçük bir fikrim yok. |
2060 |
I do not mind what you do. |
Ne yaptığın umurumda değil. |
2061 |
I wish you were close to me. |
Keşke bana yakın olsaydın. |
2062 |
Your refusal to help complicated matters. |
Yardımı reddetmen olayları karıştırdı. |
2063 |
Your refusal to help complicated matters. |
Yardım etmeyi reddetmen işleri karıştırdı. |
2064 |
It’s evident that you told a lie. |
Yalan söylediğin belli. |
2065 |
It’s evident that you told a lie. |
Yalan söylediğin kanıtlı. |
2066 |
It is risky for you to go into that area alone. |
Senin tek başına oralara gitmen risklidir. |
2067 |
You are to blame. |
Sen suçlanacaksın. |
2068 |
You are not to blame, nor is he. |
Sen suçlanmayacaksın, nede o. |
2069 |
I was about to leave when you telephoned. |
Sen telefon ettiğinde ben çıkmak üzereydim. |
2070 |
I’m looking forward to hearing from you. |
Senden haber almaya can atıyorum. |
2071 |
You go first. |
Siz önce gidin. |
2072 |
I heard it from you. |
Onu senden duydum. |
2073 |
I didn’t expect such a nice present from you. |
Senden bu kadar iyi bir hediye beklememiştim. |
2074 |
You can do whatever you want to. |
Yapmak istediğini yapabilirsin. |
2075 |
I would do it in a different way than you did. |
Senin yaptığından başka türlü yapardım. |
2076 |
No harm will come to you. |
Size hiçbir zarar gelmeyecek. |
2077 |
Is it true that you are going to Paris? |
Paris’e gideceğin doğru mu? |
2078 |
The shoes you are wearing look rather expensive. |
Giydiğin ayakkabılar oldukça pahalı görünüyorlar. |
2079 |
I will help him no matter what you say. |
Ne dersen de, ona yardım edeceğim. |
2080 |
I can imagine how you felt. |
Nasıl hissettiğini hayal edebiliyorum. |
2081 |
Try to estimate how much you spent on books. |
Kitaplara ne kadar harcadığını tahmin etmeye çalış. |
2082 |
I have a good mind to strike you for being so rude. |
Sana çakmak için iyi bir düşüncem var,zira çok kaba davrandın. |
2083 |
You should have nothing to complain about. |
Şikâyet edecek bir şeyin olmamalı. |
2084 |
I’m surprised at your behavior. |
Davranışına şaşırdım. |
2085 |
I can’t abide hearing you cry so bitterly. |
Acı şekilde ağladığını duymaya katlanamam. |
2086 |
It is right that you should write it. |
Onu yazman gerektiği doğrudur. |
2087 |
I’m glad you liked it. |
Onu beğendiğine memnun oldum. |
2088 |
You are mad to try to do it all alone. |
Tek başına onu yapmaya çalışman çılgınlık. |
2089 |
I cannot believe you did not see him then. |
Öyleyse onu görmediğine inanamam. |
2090 |
Ten to one you can pass the test. |
Testi geçebileceğine dair bire on bahse girerim. |
2091 |
Ten to one you can pass the test. |
Bire on testi geçebilirsin. |
2092 |
The time will come when you will be sorry for it. |
Onun için üzüldüğün zaman gelecektir. |
2093 |
I’ll do it, if you insist. |
Eğer ısrar ederseniz, onu yaparım. |
2094 |
There is no reason why you shouldn’t do such a thing. |
Böyle bir şeyi yapmaman için hiçbir sebep yok. |
2095 |
I don’t blame you. |
Seni suçlamıyorum. |
2096 |
I can’t allow you to do that. |
Onu yapmana izin veremem. |
2097 |
There are a good many reasons why you shouldn’t do it. |
Onu yapmaman için çok sayıda sebep var. |
2098 |
There are a good many reasons why you shouldn’t do it. |
Onu yapmaman için çok sayıda nedenler var. |
2099 |
I don’t blame you for doing that. |
Onu yaptığın için seni suçlamıyorum. |
2100 |
I’ll do everything you tell me to do. |
Yapmamı söylediğin her şeyi yapacağım. |
2101 |
I didn’t expect you to get here so soon. |
O kadar kısa sürede buraya varmanı beklemiyordum. |
2102 |
It’s a pity that you couldn’t come. |
Gelememeniz çok üzücü. |
2103 |
I didn’t know that you were in this town. |
Bu şehirde olduğunu bilmiyordum. |
2104 |
It is dangerous for you to swim in this river. |
Bu nehirde yüzmen senin için tehlikelidir. |
2105 |
The time will come when you will understand this. |
Bunu anlayacağın zaman gelecek. |
2106 |
I didn’t expect you to turn up here. |
Buraya gelmeni ummuyordum. |
2107 |
There is no need for you to stay here. |
Burada kalmana gerek yok. |
2108 |
As long as you’re here, I’ll stay. |
Sen burada olduğun sürece, ben kalacağım. |
2109 |
You’ll be missed by your friends. |
Arkadaşların tarafından özleneceksin. |
2110 |
I miss you badly. |
Seni çok özlüyorum. |
2111 |
I miss you very much. |
Seni çok özlüyorum. |
2112 |
We all miss you very much. |
Hepimiz seni çok özlüyoruz. |
2113 |
You may stay here as long as you like. |
İstediğin sürece burada kalabilirsin. |
2114 |
You may stay here as long as you like. |
Burada istediğin kadar kalabilirsin. |
2115 |
I cannot endure your going. |
Gidişine dayanamam. |
2116 |
You walk too fast for me to keep up with you. |
Sana yetişemeyeceğim kadar çok hızlı yürüyorsun. |
2117 |
If only you had told me the whole story at that time! |
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın! |
2118 |
Here is a letter for you. |
İşte senin için bir mektup. |
2119 |
What time will you leave? |
Saat kaçta ayrılacaksın? |
2120 |
You don’t understand. |
Anlamıyorsun. |
2121 |
You can do this with ease. |
Bunu kolayca yapabilirsin. |
2122 |
Chestnuts have to be boiled for at least fifteen minutes. |
Kestaneler en azından on beş dakika kaynamalı. |
2123 |
A bear will not touch a dead body. |
Ayı bir cesede dokunmaz. |
2124 |
A bear can climb a tree. |
Ayılar ağaca tırmanabilir. |
2125 |
Bears also tend to sleep more during the day than at night, although in the summer, with twenty-four hours of light, this does not apply. |
Ayılar gün içinde gece uyuduklarından daha çok uyurlar, ne var ki bu yazları, yirmi dört saat boyunca gündüz olduğundan geçerli değildir. |
2126 |
How long does a bear sleep? |
Bir ayı ne kadar süre uyur? |
2127 |
The bear began tearing at the tent. |
Ayı çadırı yırtmaya başladı. |
2128 |
When bears sleep or lie down, their postures depend on whether they want to get rid of heat or conserve it. |
Ayıların uyuma ve yatma pozisyonları ısınmak veya serinlemek istemelerine bağlıdır. |
2129 |
Take off your socks, please. |
Çoraplarını çıkar, lütfen. |
2130 |
Are my socks dry already? |
Benim çoraplar zaten kuru mu? |
2131 |
There is a hole in your sock. |
Çorabında bir delik var. |
2132 |
Please put on your shoes. |
Lütfen ayakkabılarını giy. |
2133 |
Put on your shoes. |
Ayakkabılarınızı giyin. |
2134 |
Before buying shoes, you should try them on. |
Ayakkabıları almadan önce onları denemelisin. |
2135 |
Take off your shoes. |
Ayakkabılarınızı çıkartın. |
2136 |
Please take off your shoes. |
Lütfen ayakkabılarınızı çıkarın. |
2137 |
Please remove your shoes before entering the house. |
Lütfen eve girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarın. |
2138 |
I bought a pair of shoes. |
Bir çift ayakkabı aldım. |
2139 |
Give my shoes a good shine. |
Ayakkabılarımı iyice parlat. |
2140 |
Shoes are stiff when they are new. |
Yeni olduklarında, ayakkabılar serttir. |
2141 |
Shoes are sold in pairs. |
Ayakkabı çift olarak satılmaktadır. |
2142 |
Where’re the shoes? |
Ayakkabılar nerede? |
2143 |
You must keep your shoes clean. |
Ayakkabılarını temiz tutmalısın. |
2144 |
How soon can I have my shoes mended? |
Ne kadar sürede ayakkabılarımı tamir ettirebilirim? |
2145 |
Tie your shoelaces. |
Ayakkabı bağlarını bağla. |
2146 |
Gum got stuck to the bottom of my shoe. |
Sakız ayakkabımın tabanına yapıştı. |
2147 |
The soles of my shoes are worn. |
Benim ayakkabıların tabanları yıprandı. |
2148 |
Brush off the dust from your shoes. |
Ayakkabılarınızın tozunu fırçalayın. |
2149 |
What size shoes do you wear? |
Kaç numara ayakkabı giyiyorsun? |
2150 |
My shoes hurt. I’m in agony. |
Ayakkabım zarar gördü. Acı içindeyim. |
2151 |
Your feet are swollen because your shoes are too small. |
Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş. |
2152 |
Please remove the mud from your shoes. |
Lütfen ayakkabılarınızdan çamuru çıkarın. |
2153 |
I’d like some shoes. |
Bir takım ayakkabı istiyorum. |
2154 |
My shoes are worn out. |
Benim ayakkabılar yıpranmış. |
2155 |
The shoes are worn out. |
Ayakkabılar yıpranmış. |
2156 |
These shoes are too tight. They hurt. |
Bu ayakkabılar çok dar. Acıtıyorlar. |
2157 |
Don’t leave it up to chance. |
İşi şansa bırakma. |
2158 |
I met her by accident. |
Tesadüfen onunla karşılaştım. |
2159 |
What a coincidence! |
Ne tesadüf! |
2160 |
I found that restaurant by accident. |
Restoranı tesadüfen buldum. |
2161 |
I met her by chance. |
Ben tesadüfen onunla karşılaştım. |
2162 |
By chance, I met her in the street. |
Onunla tesadüfen yolda karşılaştım. |
2163 |
It happened that I saw my friend walking in the distance. |
Tesadüfen arkadaşımın uzakta yürüdüğünü gördüm. |
2164 |
Judging from the look of the sky, it is going to snow. |
Gökyüzünün görüntüsüne bakılırsa kar yağacak. |
2165 |
Judging from the sky, it will rain soon. |
Gökyüzüne bakılırsa yakında yağmur yağacak. |
2166 |
I felt hungry. |
Acıktım. |
2167 |
With hunger and fatigue, the dog died at last. |
Açlıktan ve yorgunluktan dolayı köpek sonunda öldü. |
2168 |
It is a shameful fact that, while there are lands where people suffer from hunger, within Japan there are many households and restaurants where much food is thrown away. |
İnsanların açlık çektiği yerler varken, Japonya’da birçok yiyeceğin atıldığı bir sürü meskenlerin ve restoranların olması yüz kızartıcı bir gerçektir. |
2169 |
He has a hungry look. |
O aç gibi görünüyor. |
2170 |
My stomach is clenched with hunger. |
Midem açlıktan yapıştı. |
2171 |
I must make up for lost time. |
Kaybolan zamanı telafi etmeliyim. |
2172 |
Fantasy is often the mother of art. |
Fantezi çoğu zaman sanatın anasıdır. |
2173 |
He built castles in the air all day. |
Bütün gün boşa kürek salladı. |
2174 |
Are seats available? |
Koltuklar müsait mi? |
2175 |
There is no sense in standing when there are seats available. |
Koltuklar müsaitken ayakta durmanın anlamı yok. |
2176 |
Fill in the blanks. |
Boşlukları doldurun. |
2177 |
You are hearing things. |
Sen bir şeyler duyuyorsun. |
2178 |
I saw a flock of birds flying aloft. |
Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm. |
2179 |
Where can I get a shuttle bus at the airport? |
Havaalanında servis otobüsüne nerede binebilirim? |
2180 |
I’ll drive you to the airport. |
Seni havaalanına götüreceğim. |
2181 |
I arranged for a car to meet you at the airport. |
Ben seni havaalanında karşılamak için bir araba ayarladım. |
2182 |
May I accompany you to the airport? |
Size havaalanına kadar eşlik edebilir miyim? |
2183 |
How much will it cost to get to the airport? |
Havaalanına gitmek ne kadara mal olacak? |
2184 |
How far is it to the airport? |
Havaalanına ne kadar uzaklıkta? |
2185 |
How long do you think it will take to go to the airport? |
Havaalanına gitmenin ne kadar süreceğini düşünüyorsunuz? |
2186 |
I’ll accompany you to the airport. |
Havaalanına kadar size eşlik edeceğim. |
2187 |
Let’s stay somewhere with easy airport access. |
Havaalanına kolay erişimi olan bir yerde kalalım. |
2188 |
Where does the airport bus leave from? |
Havaalanı otobüsü nereden kalkıyor? |
2189 |
Please tell me how to get to the airport. |
Lütfen bana havalanına nasıl gideceğimi söyle. |
2190 |
I went to the airport by taxi. |
Havaalanına taksi ile gittik. |
2191 |
You should allow an hour to go to the airport. |
Havaalanına gitmek için bir saati gözden çıkarmalısın. |
2192 |
I could’ve met you at the airport. |
Seni havaalanında karşılayabilirdim. |
2193 |
The airport was closed because of the fog. |
Havaalanı sis nedeniyle kapatıldı. |
2194 |
Where can I get the airport bus? |
Havaalanı otobüsüne nerede binebilirim? |
2195 |
Where do I get an airport bus? |
Havaalanı otobüsüne nerede binerim? |
2196 |
How long does the airport bus take to the airport? |
Havaalanı otobüsünün havaalanına gitmesi ne kadar sürüyor? |
2197 |
The airport is close at hand. |
Havaalanı çok yakın. |
2198 |
I prefer a hotel by the airport. |
Havaalanının yanında bir oteli tercih ederim. |
2199 |
As soon as he arrived at the airport, he phoned his office. |
Havaalanına gelir gelmez ofisini aradı. |
2200 |
Arriving at the airport, I saw the plane taking off. |
Havaalanına vardığımda uçağın kalktığını gördüm. |
2201 |
I’ll phone you as soon as I get to the airport. |
Havaalanına varır varmaz sana telefon edeceğim. |
2202 |
Arriving at the airport, I called her up. |
Havaalanına vardığımda onu aradım. |
2203 |
I had a hard time getting to the airport. |
Havaalanına giderken zorluk çektim. |
2204 |
I have to go to the airport to meet my family. |
Ailemi karşılamam için havaalanına gitmem gerekiyor. |
2205 |
There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. |
Havaalanında hepsi iş için çığırtkanlık yapan yüzlerce taksi vardı. |
2206 |
Please pick me up at the airport at five. |
Lütfen beni 5’te havaalanından al. |
2207 |
We saw her off at the airport. |
Onu havalanında uğurladık. |
2208 |
A time bomb went off in the airport killing thirteen people. |
Havaalanında saatli bir bomba patladı, on üç kişi öldü. |
2209 |
They shook hands when they met at the airport. |
Havaalanında buluştuklarında tokalaştılar. |
2210 |
Please tell me which railway line to use from the airport to downtown. |
Havalanından şehir merkezine hangi demir yolu hattını kullanacağımı bana söyle lütfen. |
2211 |
How long does it take to your office from the airport? |
Havaalanından bürona ne kadar sürer? |
2212 |
Is there a shuttle bus between the hotel and airport? |
Otel ile havaalanı arasında servis otobüsü var mı? |
2213 |
How far is it from the airport to the hotel? |
Havaalanıyla otel arasındaki uzaklık nedir? |
2214 |
To live without air is impossible. |
Havasız yaşamak imkansızdır. |
2215 |
Oxygen from the air dissolves in water. |
Havadan gelen oksijen suda çözülür. |
2216 |
Air is a mixture of gases that we cannot see. |
Hava bizim göremediğimiz gazların karışımından oluşuyor. |
2217 |
Air is invisible. |
Hava görünmezdir. |
2218 |
Air is a mixture of several gases. |
Hava birçok gazın karışımıdır. |
2219 |
Air, like food, is a basic human need. |
Hava, yemek gibi insanların temel ihtiyaçlarındandır. |
2220 |
Air is a mixture of gases. |
Hava gazların karışımıdır. |
2221 |
The air is a medium for sound. |
Hava ses için bir gereçtir. |
2222 |
The air is soft, the soil moist. |
Hava yumuşak ve toprak nemli. |
2223 |
Air is a mixture of various gases. |
Hava, çeşitli gazların bir karışımıdır. |
2224 |
Air is indispensable to life. |
Hava, yaşamak için vazgeçilmezdir. |
2225 |
The idea that air has weight was surprising to the child. |
Havanın ağırlığa sahip olma fikri çocuklara şaşırtıcı geldi. |
2226 |
Without air and water, nothing could live. |
Hava ve su olmasa, hiçbir şey yaşayamazdı. |
2227 |
The balloon descended gradually as the air came out. |
Hava boşalırken balon yavaşça indi. |
2228 |
The air became warm. |
Hava sıcak oldu. |
2229 |
Were it not for air, no creatures could live. |
Hava olmasa hiçbir yaratık yaşayamaz. |
2230 |
No living thing could live without air. |
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı. |
2231 |
Without air, nothing could live. |
Havasız hiçbir şey yaşayamazdı. |
2232 |
We would die without air. |
Havasız ölecektik. |
2233 |
But for air, nothing could live. |
Hava olmasa hiçbir şey yaşayamaz. |
2234 |
If there were no air, man could not live even ten minutes. |
Hava yoksa insan on dakika bile yaşayamaz. |
2235 |
Without air there can be no wind or sound on the moon. |
Ayda havasız rüzgar ya da ses olmayabilir. |
2236 |
A bat flying in the sky looks like a butterfly. |
Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor. |
2237 |
The sky was as clear as ever. |
Hava her zamanki gibi açıktı. |
2238 |
The sky is becoming cloudy. |
Gökyüzü bulutlanıyor. |
2239 |
The sky is blue. |
Gök mavidir. |
2240 |
The sky is blue. |
Gökyüzü mavidir. |
2241 |
The sky is full of stars. |
Gökyüzü yıldızlarla dolu. |
2242 |
The sky grew darker and darker. |
Gökyüzü gittikçe karardı. |
2243 |
The sky is covered with clouds. |
Gökyüzü bulutlarla kaplı. |
2244 |
The sky clouded over. |
Hava kapandı. |
2245 |
The sky was completely dark. |
Gökyüzü tamamen karanlıktı. |
2246 |
The sky grew darker and darker, and the wind blew harder and harder. |
Gökyüzü gittikçe karardı ve rüzgar gittikçe daha sert esti. |
2247 |
The sky is clear almost every day. |
Gökyüzü neredeyse her gün açıktır. |
2248 |
The sky became darker and darker. |
Gökyüzü gittikçe karardı. |
2249 |
Empty vessels make the most sound. |
Boş fıçılar en çok ses çıkarırlar. |
2250 |
His plane leaves for Hong Kong at 2:00 p.m. |
Uçağı Hong Kong’a gitmek için öğleden sonra saat 2:00’de kalkıyor. |
2251 |
I want a few empty glasses. |
Birkaç boş bardak istiyorum. |
2252 |
Find an empty bottle and fill it with water. |
Boş bir şişe bulup suyla doldur. |
2253 |
Were there any stars in the sky? |
Gökyüzünde hiç yıldız var mıydı? |
2254 |
We can see thousands of stars in the sky. |
Gökyüzünde binlerce yıldız görebiliriz. |
2255 |
I saw something strange in the sky. |
Gökyüzünde garip bir şey gördüm. |
2256 |
There wasn’t a cloud in the sky. |
Gökyüzünde bir bulut yoktu. |
2257 |
There were countless stars in the sky. |
Gökte sayısız yıldız vardı. |
2258 |
Countless stars were twinkling in the sky. |
Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu. |
2259 |
The sun is shining in the sky. |
Güneş gökyüzünde parlıyor. |
2260 |
Numerous stars were visible in the sky. |
Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu. |
2261 |
There are so many stars in the sky, I can’t count them all. |
Gökyüzünde birçok yıldız var onların hepsini sayamam. |
2262 |
There are more stars in the sky than I can count. |
Gökyüzünde benim sayabileceğimden daha fazla yıldız var. |
2263 |
There were several stars to be seen in the sky. |
Gökyüzünde görülebilecek birçok yıldız vardı. |
2264 |
There are billions of stars in the sky. |
Gökyüzünde milyarlarca yıldız var. |
2265 |
There isn’t a single cloud in the sky. |
Gökyüzünde tek bir bulut yok. |
2266 |
There were a lot of stars visible in the sky. |
Gökyüzünde görülen bir sürü yıldız vardı. |
2267 |
You can see a lot of stars in the sky. |
Gökyüzünde bir sürü yıldız görebilirsin. |
2268 |
Birds were singing in the sky. |
Kuşlar gökyüzünde ötüyorlardı. |
2269 |
Drinking on an empty stomach is bad for your health. |
Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır. |
2270 |
The sky has brightened. |
Gökyüzü aydınlandı. |
2271 |
Do you know the reason why the sky looks blue? |
Gökyüzünün mavi görünmesinin nedenini biliyor musun? |
2272 |
The sky has become clear. |
Gökyüzü açıldı. |
2273 |
The sky seemed to blend with the sea. |
Gökyüzü,deniz ile karışmış gibi göründü. |
2274 |
The sky has become overcast. |
Gökyüzü bulutlandı. |
2275 |
The sky is getting dark. |
Gökyüzü kararıyor. |
2276 |
Seen from the sky, the river looked like a huge snake. |
Gökyüzünden bakıldığında, nehir kocaman bir yılan gibi görünüyordu. |
2277 |
The houses and cars looked tiny from the sky. |
Evler ve arabalar gökyüzünden bakınca küçücük görünüyorlardı. |
2278 |
The whole sky lit up and there was an explosion. |
Bütün gökyüzü aydınlandı ve bir patlama meydana geldi. |
2279 |
The whole sky lit up and there was an explosion. |
Bütün gökyüzü aydınlandı ve bir patlama oldu. |
2280 |
Seen from the sky, the island was very beautiful. |
Gökyüzünden bakınca ada çok güzeldi. |
2281 |
Seen from the sky, the island was very beautiful. |
Gökyüzünden bakıldığında ada çok güzeldi. |
2282 |
The sky brightened. |
Gökyüzü aydınlandı. |
2283 |
The sky has gradually clouded over. |
Gökyüzü yavaş yavaş bulutlandı. |
2284 |
The sky has gradually clouded over. |
Gökyüzü yavaşça bulutlandı. |
2285 |
Is there a vacant seat? |
Boş bir koltuk var mı? |
2286 |
The only room available is a double. |
Mevcut tek oda iki kişiliktir. |
2287 |
The only room available is a double. |
Müsait olan tek oda bir çift kişilik. |
2288 |
Do you have any vacancies? |
Boş yeriniz var mı? |
2289 |
Stop grumbling. |
Homurdanmayı bırak. |
2290 |
It is easy to be wise after the event. |
Olaydan sonra akıllı olmak kolaydır. |
2291 |
It is easy to be wise after the event. |
İş işten geçince akıllanmak kolaydır. |
2292 |
It is easy to be wise after the event. |
Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur. |
2293 |
Who lives without folly is not so wise as he thinks. |
Çılgınlık yapmadan yaşayan insan düşündüğü kadar akıllı değildir. |
2294 |
A fool and his money are soon parted. |
Aptal ve parası çabuk ayrılırlar |
2295 |
A fool and his money are soon parted. |
Aptal parasını çabuk harcar. |
2296 |
A fool and his money are soon parted. |
Aptal parasının kıymetini bilmez. |
2297 |
His parents’ view was that he was wasting his earnings on a silly girl. |
Ebeveynlerinin görüşü onun kazancını aptal bir kıza harcadığı idi! |
2298 |
His parents’ view was that he was wasting his earnings on a silly girl. |
Ebeveynlerinin görüşü onun kazandıklarını aptal bir kıza harcamasıydı. |
2299 |
You’ve acted foolishly and you will pay for it. |
Aptalca davrandın ve bunun hesabını ödeyeceksin. |
2300 |
I want specific information. |
Özellikli bilgi istiyorum. |
2301 |
Are you feeling under the weather? |
Kendini kötü mü hissediyorsun? |
2302 |
Take this medicine in case you get sick. |
Hastalanırsan bu ilacı al. |
2303 |
Is anything the matter with him? |
Onun herhangi bir sorunu mu var? |
2304 |
I’m sick. Will you send for a doctor? |
Hastayım. Doktoru arar mısın? |
2305 |
You are doing well for a cub reporter. |
Acemi bir muhabir olarak görevini iyi yapıyorsun. |
2306 |
No pain, no gain. |
Emek yoksa yemek de yok. |
2307 |
No pain, no gain. |
Zahmet yoksa kazanç da yok. |
2308 |
Cares and worries were pervasive in her mind. |
Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı. |
2309 |
Cares and worries were pervasive in her mind. |
Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar. |
2310 |
No gains without pains. |
Emeksiz kazanç olmaz. |
2311 |
No cross, no crown. |
Haç yoksa taht da yok. |
2312 |
No cross, no crown. |
Emeksiz yemek olmaz! |
2313 |
No gain without pains. |
Emeksiz yemek olmaz! |
2314 |
Toil and worry caused his health to break down. |
Çok çalışmak ve endişe onun sağlığının bozulmasına neden oldu. |
2315 |
If you’re not prepared to take the trouble to learn how to train a dog, don’t get one. |
Bir köpeği nasıl eğiteceğini öğrenmek için zahmete girmeye hazır değilsen bir köpek alma. |
2316 |
We arrived at that plan out of pure desperation, but the book sold well. |
Umutsuzluktan dolayı o plana vardık fakat kitap iyi sattı. |
2317 |
Prolong the agony. |
Izdırabı devam ettir. |
2318 |
I cannot bear the pain any more. |
Acıya daha fazla katlanamam. |
2319 |
His face is distorted by pain. |
Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti. |
2320 |
No pain, no gains. |
Emeksiz yemek olmaz! |
2321 |
It’s so painful. Stop it! |
Çok eziyetli. Onu durdurun! |
2322 |
No sweet without sweat. |
Emeksiz yemek olmaz! |
2323 |
The 1990’s saw various incidents. |
1990’lar çeşitli olayları gördü. |
2324 |
The bus service is not good between nine and ten. |
Otobüs servisi dokuz ve on arasında iyi değil. |
2325 |
I make it a rule not to watch television after nine o’clock. |
Dokuzdan sonra televizyon izlememeyi kural edindim. |
2326 |
I’d like you to come at nine. |
Ben dokuzda gelmeni istiyorum. |
2327 |
I escaped death. |
Ölüm tehlikesini atlattım. |
2328 |
Have you ever had a narrow escape? |
Hiç ucu ucuna kurtuldun mu? |
2329 |
By September I will have known her for a whole year. |
Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz. |
2330 |
Open your book to page nine. |
Kitabında sayfa dokuzu aç. |
2331 |
There is a shuttle bus that goes to the Ginza Tokyu Hotel. |
Ginza Tokyu Hotel’e giden servis otobüsü var. |
2332 |
I ran into a friend while walking in Ginza. |
Ginza’da yürüken bir arkadaşa rastladım. |
2333 |
Is the Ginza the busiest street in Japan? |
Ginza Japonya’da en işlek cadde midir? |
2334 |
We will make the payment by bank transfer. |
Biz ödemeyi banka transferiyle yapacağız. |
2335 |
The bank robbers dispersed in all directions. |
Banka soyguncuları bütün yönlere dağıldılar. |
2336 |
Bank robbery will cost you ten years in prison. |
Banka soygunu sana hapishanede on yıla mal olacak. |
2337 |
I’m looking for a bank. Is there one near here? |
Bir banka arıyorum. Buraya yakın bir tane var mı? |
2338 |
I’ve been to the bank. |
Bankadaydım. |
2339 |
Can you tell me the way to the bank? |
Bankaya giden yolu bana söyleyebilir misiniz? |
2340 |
You’ll see the bank on the left hand side of the hospital. |
Hastanenin sol tarafında bankayı göreceksin. |
2341 |
A bank lends us money at interest. |
Bir banka bize faizle ödünç para verir. |
2342 |
The bank holds a mortgage on his building. |
Banka onun binasına ipotek koyuyor. |
2343 |
The bank loaned him 500 dollars. |
Banka ona 500 dolar kredi verdi. |
2344 |
The bank isn’t open on Sundays. |
Banka, Pazar günleri açık değil. |
2345 |
The bank keeps money for people. |
Banka insanlar için para tutar. |
2346 |
Banks are cutting lending to industrial borrowers. |
Bankalar endüstriyel boçlulara kredi vermeyi kesiyor. |
2347 |
The bank loaned the company $1 million. |
Banka şirkete bir milyon dolar kredi verdi. |
2348 |
The bank reassured us that our money was safe. |
Banka, paramızın güvende olduğuna dair bize güvence verdi. |
2349 |
How late is the bank open? |
Banka ne kadar geç saatlere kadar açık? |
2350 |
How late is the bank open? |
Banka saat kaça kadar açık? |
2351 |
How late is the bank open? |
Banka ne zamana kadar açık? |
2352 |
How late is the bank open? |
Banka kaça kadar açık? |
2353 |
Is the bank open? |
Banka açık mı? |
2354 |
Banks open at nine o’clock. |
Bankalar dokuzda açarlar. |
2355 |
Banks open at nine o’clock. |
Bankalar saat dokuzda açılır. |
2356 |
The bank is three blocks away. |
Banka, üç blok ötededir. |
2357 |
I ran across an old friend near the bank. |
Bankanın yanında eski bir arkadaşa rastladım. |
2358 |
You’ll have to get off at the bank and take the A52. |
Bankada paçayı yırtmak ve A52 yi almak zorundasın. |
2359 |
The balance at the bank stands at two million yen. |
Bankadaki bakiye 2 milyon yende duruyor. |
2360 |
Please go to the bank. |
Lütfen bankaya git. |
2361 |
The bank will cash your fifty dollar check. |
Banka elli dolarlık çekinizi nakit olarak ödeyecek. |
2362 |
While employed at the bank, he taught economics at college. |
Bankada görevlendirildiğinde ,kolejde ekonomi öğretti. |
2363 |
Please deposit the money in a bank. |
Lütfen parayı bir bankaya yatır. |
2364 |
When you put money in the bank, you deposit it. |
Bankaya para yatırdığında, onu biriktirirsin. |
2365 |
I made a deposit of $1,000 at the bank. |
Bankaya 1,000 dolar yatırdım. |
2366 |
Banks will try to lend you an umbrella on a sunny day, but they will turn their backs on a rainy day. |
Bankalar güneşli günde sana şemsiye vermeye çalışırlar ama yağmurlu günde sırtlarını dönerler. |
2367 |
You’ll find the shop between a bank and a school. |
Bir banka ve okul arasında dükkanı bulacaksın. |
2368 |
He works for a bank. |
O bir banka için çalışıyor. |
2369 |
I have to withdraw some cash from the bank. |
Bankadan biraz nakit çekmeliyim. |
2370 |
Please draw a hundred thousand yen from the bank. |
Lütfen bankadan yüz bin yen çek. |
2371 |
A banking scandal is sweeping across Capitol Hill. |
Bir bankacılık skandalı Capitol Hill’i baştan başa süpürüyor. |
2372 |
I have to take some money out of the bank. |
Bankadan biraz para çekmeliyim. |
2373 |
Can you distinguish silver from tin? |
Kalayı gümüşten ayırt edebilir misin? |
2374 |
It is difficult to peg the direction of interest deregulation. |
Faizi yeniden ayarlama yönünü belirlemek zordur. |
2375 |
Falling interest rates have stimulated the automobile market. |
Düşen faiz oranları otomobil pazarını canlandırdı. |
2376 |
Be sure to telephone by Friday, OK? |
Cuma gününe kadar telefon etmeyi unutma, Tamam mı? |
2377 |
I need to know your answer by Friday. |
Cuma gününe kadar cevabını öğrenmeliyim. |
2378 |
Can you manage to complete the manuscript by Friday? |
Cumaya kadar el yazmasını tamamlayabilir misiniz? |
2379 |
He said he would give us his decision for sure by Friday. |
O, Cumaya kadar kesin olarak bize kararını bildireceğini söyledi. |
2380 |
Friday is the day when she is very busy. |
Onun çok meşgul olduğu gün cumadır. |
2381 |
Friday is when I am least busy. |
En az meşgul olduğum gün cumadır. |
2382 |
Read chapter 4 for Friday. |
Cuma günü için bölüm dördü okuyun. |
2383 |
On Friday night, three men came into Mr White’s hotel and asked for rooms. |
Cuma akşamı, üç adam Bay White’ın oteline geldi ve üç oda istedi. |
2384 |
There will be a dance Friday night at the high school. |
Cuma gecesi lisede bir dans olacak. |
2385 |
There were no tickets available for Friday’s performance. |
Cuma gösterisi için mevcut hiç bilet yoktu. |
2386 |
Are you free on Friday afternoon? |
Cuma öğleden sonra boş musunuz? |
2387 |
The bank shuts late on Fridays. |
Banka cuma günleri geç kapanır. |
2388 |
We can hardly wait for the party on Friday. |
Cuma günkü partiyi bekleyemeyiz. |
2389 |
We’re going out for a meal on Friday. |
Biz cuma günü bir yemek için dışarı çıkıyoruz. |
2390 |
A dance will be held on Friday. |
Cuma günü bir dans partisi düzenlenecek. |
2391 |
How long is the Golden Gate Bridge? |
Golden Gate Bridge ne kadar uzunluktadır? |
2392 |
We ran short of money. |
Paramız kalmadı. |
2393 |
A girl with blonde hair came to see you. |
Sarı saçlı bir kız seni görmeye geldi. |
2394 |
A girl with blonde hair came to see you. |
Sarı saçlı bir kız sizi görmeye geldi. |
2395 |
Kanazawa is a quiet city. |
Kanazawa sakin bir şehirdir. |
2396 |
There are sometimes blizzards in Kanazawa. |
Bazı zamanlar Kanazawa’da tipi olur. |
2397 |
Metal contracts when cooled. |
Metal soğuyunca büzülür. |
2398 |
We should not place too much emphasis on money. |
Paraya çok fazla önem vermemeliyiz. |
2399 |
Money is the root of all evil. |
Para tüm kötülüklerin köküdür. |
2400 |
Money is the root of all evil. |
Para bütün kötülüğün köküdür. |
2401 |
Money is the root of all evil. |
Para tüm kötülüklerin anasıdır. |
2402 |
I had a quarrel with him over money. |
Parayla ilgili onunla tartıştım. |
2403 |
Give me your money. |
Bana paranı ver. |
2404 |
The rich have trouble as well as the poor. |
Zenginlerin fakirler kadar sorunu vardır. |
2405 |
The rich are apt to look down upon the poor. |
Zenginler fakirleri hor görme eğilimindedir. |
2406 |
The rich are not always happy. |
Zenginler her zaman mutlu değiller. |
2407 |
The rich sometimes despise the poor. |
Zenginler bazen fakirleri hor görürler. |
2408 |
The rich are often misers. |
Zenginler çoğu kez pintidirler. |
2409 |
The rich merchant adopted the boy and made him his heir. |
Zengin tüccar çocuğu evlatlık aldı ve onu mirasçısı yaptı. |
2410 |
The rich have troubles as well as the poor. |
Zenginlerin fakirler kadar sorunları vardır. |
2411 |
Some people identify success with having much money. |
Bazı insanlar başarıyı çok para kazanma olarak tanımlarlar. |
2412 |
I prefer being poor to being rich. |
Fakir olmayı zengin olmaya tercih ederim. |
2413 |
The richer he became, the more he wanted. |
O, ne kadar çok istediyse o kadar çok zengin oldu. |
2414 |
He became rich. |
O zengin oldu. |
2415 |
Do you want to be rich? |
Zengin olmak ister misin? |
2416 |
Though she is rich, she is not happy. |
Zengin olmasına rağmen mutlu değildir. |
2417 |
I wish I were rich. |
Keşke zengin olsaydım. |
2418 |
He is rich yet he lives like a beggar. |
O zengin ve bir dilenci gibi yaşıyor. |
2419 |
Lock the safe. |
Kasayı kilitle. |
2420 |
I’m broke. |
Beş parasızım. |
2421 |
I’m feeding the goldfish. |
Akvaryum balığı besliyorum. |
2422 |
Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week. |
Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor. |
2423 |
The gold coin was much more valuable than was supposed. |
Altın para düşünülenden çok daha değerliydi. |
2424 |
There is a gold coin. |
Altın bir para var. |
2425 |
I had to resort to threats to get my money back. |
Paramı geri almak için tehditlere başvurmak zorunda kaldım. |
2426 |
Many men went west in search of gold. |
Birçok adam altın aramak üzere batıya gitti. |
2427 |
I should have taken the money. |
Parayı almalıydım. |
2428 |
Get out your wallet. |
Cüzdanınızı çıkarın. |
2429 |
We must cut our expenses to save money. |
Para biriktirmek için masrafları kısmalıyız. |
2430 |
Don’t ask for money. |
Para isteme. |
2431 |
Making money is his religion. |
Para kazanmak onun dinidir. |
2432 |
I prefer silver rings to gold ones. |
Gümüş yüzükleri altın olanlara tercih ederim. |
2433 |
Money does not grow on trees. |
Para ağaçlarda yetişmez. |
2434 |
I will give you the money tomorrow. |
Ben sana parayı yarın vereceğim. |
2435 |
Money will make the pot boil. |
Para tencereyi kaynatır. |
2436 |
Money will make the pot boil. |
Tencereyi kaynatan paradır. |
2437 |
Money comes and goes. |
Para gelir ve gider. |
2438 |
Gold is heavier than iron. |
Altın demirden daha ağırdır. |
2439 |
Gold is heavier than iron. |
Altın, demirden daha ağırdır. |
2440 |
Gold is more precious than iron. |
Altın demirden daha kıymetlidir. |
2441 |
The gold was beaten into thin plates. |
Altın ince plakalar halinde dövüldü. |
2442 |
Money ruins many. |
Para birçok şeyi mahveder. |
2443 |
Money is a good servant, but a bad master. |
Para iyi bir hizmetkar, ancak kötü bir ustadır. |
2444 |
Gold is far heavier than water. |
Altın sudan çok daha ağırdır. |
2445 |
The money was hidden beneath the floorboards. |
Para döşeme tahtalarının altında gizlenmişti. |
2446 |
Gold is similar in color to brass. |
Altın renk olarak pirinç madenine benzer. |
2447 |
I have little money. |
Benim az param var. |
2448 |
I have a little money. |
Benim biraz param var. |
2449 |
Was the money actually paid? |
Para gerçekten ödenildi mi? |
2450 |
Gold is heavier than silver. |
Altın gümüşten daha ağırdır. |
2451 |
Keep the money in a safe place. |
Parayı güvenli bir yerde tut. |
2452 |
Keep the money in a safe place. |
Parayı güvenli bir yerde saklayın. |
2453 |
I have no money, but I have dreams. |
Hiç param yok, ama hayallerim var. |
2454 |
Poor as he is, he is generous. |
O yoksul olduğu gibi cömerttir. |
2455 |
There is a lot of money. |
Çok para vardır. |
2456 |
Gold is more precious than any other metal. |
Altın diğer bütün metallerden daha değerlidir. |
2457 |
The price of gold varies from day to day. |
Altının fiyatı günden güne değişiyor. |
2458 |
I have no money on me. |
Yanımda para yok. |
2459 |
The price of gold fluctuates daily. |
Altın fiyatı günlük olarak dalgalanır. |
2460 |
It is certain that the price of gold will go up. |
Altın fiyatının yükseleceği kesin. |
2461 |
We had a bar of gold stolen. |
Bir tane külçe altın çalmıştık. |
2462 |
Money doesn’t grow on trees, you know. |
Bilirsin, ekmek aslanın ağzında. |
2463 |
Money doesn’t grow on trees, you know. |
Bilirsin, para kolay kazanılmıyor. |
2464 |
I am short of money. |
Param yok. |
2465 |
Send me the best employees that money can buy. Money is no object. |
Bana paranın satın alabileceği en iyi çalışanları gönder. Para sorun değil. |
2466 |
Money is the last thing he wants. |
Para onun istediği en son şeydir. |
2467 |
Money and I are strangers; in other words, I am poor. |
Para ve ben birbirimize yabancıyız, yani, ben fakirim. |
2468 |
Power and money are inseparable. |
Güç ve para ayrılmaz. |
2469 |
Money cannot compensate for life. |
Para yaşamın bedelini ödeyemez. |
2470 |
Money soon goes. |
Para kısa sürede gider. |
2471 |
Money cannot buy happiness. |
Para mutluluğu satın alamaz. |
2472 |
Money cannot buy freedom. |
Para özgürlüğü satın alamaz. |
2473 |
It goes without saying that money cannot buy happiness. |
Paranın mutluluğu satın alamayacağını söylemeye gerek yok. |
2474 |
Money can’t buy happiness. |
Para mutluluğu satın alamaz. |
2475 |
Gold will not buy everything. |
Altın her şeyi satın alamaz. |
2476 |
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air. |
Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi. |
2477 |
Too much money? |
Ne kadar para? |
2478 |
Too much money? |
Çok fazla para mı? |
2479 |
It seems like there’s no money left. |
Hiç para kalmamış gibi görünüyor. |
2480 |
Money talks. |
Para konuşur. |
2481 |
Money talks. |
Parası olan konuşur. |
2482 |
Little money, few friends. |
Az para, birkaç arkadaş. |
2483 |
Money is not everything. |
Para her şey değildir. |
2484 |
Some of the money was stolen. |
Paranın bir kısmı çalındı. |
2485 |
Recent advances in medicine are remarkable. |
Tıptaki son gelişmeler dikkat çekiyor. |
2486 |
Chemistry has made notable progress in recent years. |
Kimya bilimi son zamanlarda dikkate değer bir gelişim gösterdi. |
2487 |
We will have some visitors one of these days. |
Bugünlerde bazı ziyaretçilerimiz olacak. |
2488 |
I will be seeing her again one of these days. |
Bu günlerde onu tekrar göreceğim. |
2489 |
Let’s take a short cut. |
Kestirmeden gidelim. |
2490 |
Mr Kondo is the most hardworking in his company. |
Bay Kondo, şirketindeki en çalışkandır. |
2491 |
The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. |
Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez. |
2492 |
Why didn’t modern technology develop in China? |
Neden Çin’de modern teknoloji gelişmedi? |
2493 |
You must be friendly with your neighbors. |
Komşularınla dostane olmalısın. |
2494 |
The neighbors made a fool of him. |
Komşular onu aptal yerine koydu. |
2495 |
A fire broke out near my house. |
Evimin yakınında bir yangın çıktı. |
2496 |
I haven’t slept well recently. |
Son zamanlarda iyi uyumadım. |
2497 |
Nowadays we are apt to forget the benefits of nature. |
Bugünlerde doğanın faydalarını unutmaya meyilliyiz. |
2498 |
Beef is expensive nowadays. |
Et bugünlerde pahalı. |
2499 |
The recent frequency of earthquakes makes us nervous. |
Şu sıralardaki deprem sıklığı bizi endişelendiriyor. |
2500 |
Few people visit me these days. |
Bugünlerde az sayıda kişi beni ziyaret eder. |
2501 |
Many young Japanese travel overseas these days. |
Birçok genç Japon bu günlerde yurt dışına seyahat ediyor. |
2502 |
Business is so slow these days. |
Bu günlerde iş çok kesat. |
2503 |
Many shoes nowadays are made of plastics. |
Günümüzde birçok ayakkabı plastikten yapılmaktadır. |
2504 |
How are you these days? |
Bugünlerde nasılsın? |
2505 |
What kinds of sports do you go in for these days? |
Bu günlerde ne tür bir spora gidiyorsun? |
2506 |
I hope to see you soon. |
Yakında görüşeceğimizi umuyorum. |
2507 |
She has improved her skill in cooking recently. |
Son zamanlarda pişirmedeki becerisini geliştirdi. |
2508 |
I have not heard from her recently. |
Son zamanlarda ondan haber almadım. |
2509 |
Meat is very expensive nowadays. |
Et bugünlerde çok pahalı. |
2510 |
There is a shopping area nearby. |
Yakında bir alışveriş alanı vardır. |
2511 |
There is a flower shop near by. |
Yakınlarda bir çiçek mağazası var. |
2512 |
Are there any movie theaters near here? |
Buraya yakın hiç sinema var mı? |
2513 |
Is there a McDonald’s near here? |
Buraya yakın bir McDonald var mıdır? |
2514 |
There’s a nice Thai restaurant near here. |
Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var. |
2515 |
A fire broke out nearby. |
Yakında bir yangın patlak verdi. |
2516 |
I’m looking forward to hearing from you soon. |
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum. |
2517 |
I’m looking forward to seeing you before long. |
Çok geçmeden seni görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. |
2518 |
We may meet again in the near future. |
Yakın gelecekte tekrar görüşebiliriz. |
2519 |
In the near future, space travel will no longer be just a dream. |
Yakın gelecekte uzay yolculuğu artık sadece bir hayal olmayacak. |
2520 |
There will be an energy crisis in the near future. |
Yakın gelecekte bir enerji krizi olacak. |
2521 |
In the near future, we will be able to put an end to AIDS. |
Yakın gelecekte, AIDS’e son verebileceğiz. |
2522 |
These problems will be solved in the near future. |
Bu problemler yakın gelecekte çözülmüş olacak. |
2523 |
I’ll get in touch with you soon. |
Ben kısa sürede sizinle irtibata geçeceğim. |
2524 |
I’ll drop in on you sometime in the near future. |
Ben yakın gelecekte bir ara sana uğrayacağım. |
2525 |
I hope it won’t be long before I hear from her. |
Çok geçmeden ondan haber alacağımızı umuyorum. |
2526 |
One of these fine days he will get his just deserts. |
Bu güzel günlerden bir gün o sadece hak ettiğini alacak. |
2527 |
I hope to see his picture soon. |
Yakında onun resmini görmeyi umuyorum. |
2528 |
They say we’ll have an earthquake one of these days. |
Onlar bizim bu günlerden birinde bir deprem yaşayacağımızı söylüyorlar. |
2529 |
It is said that there will be a big earthquake in the near future. |
Yakın gelecekte büyük bir deprem olacağı söyleniyor. |
2530 |
It is said that there will be an election soon. |
Yakında bir seçim olacağını söyleniyor. |
2531 |
Spring will be here before long. |
Bahar çok geçmeden burada olacak. |
2532 |
Why don’t you come to my house one of these days? |
Bu günlerden birinde niçin evime gelmiyorsun? |
2533 |
This city will suffer from an acute water shortage unless it rains soon. |
Bu şehir, yağmur yağmazsa yakında şiddetli bir su sıkıntısı yaşayacaktır. |
2534 |
I look forward to meeting you again soon. |
Ben kısa sürede seninle tekrar görüşmek için sabırsızlanıyorum. |
2535 |
I’m looking forward to seeing you again soon. |
Ben kısa sürede sizi tekrar görmek için sabırsızlanıyorum. |
2536 |
We’ll meet some time soon. |
Yakında bir ara buluşuruz. |
2537 |
I am looking forward to hearing from you soon. |
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum. |
2538 |
You’ll be hearing from us soon. |
Yakında bizden haber alacaksın. |
2539 |
I’ll be able to see you one of these days. |
Bugünlerde sizi görebileceğim. |
2540 |
I’ll come and see you one of these days. |
Bu günlerde sizi görmeye geleceğim. |
2541 |
We’ll visit you one of these days. |
Bugünlerin birinde seni ziyaret edeceğiz. |
2542 |
I’m thinking of visiting you one of these days. |
Bu günlerden birinde seni ziyaret etmeyi düşünüyorum. |
2543 |
Report to the emergency room. |
Acil durum odasına görününüz. |
2544 |
We have reserved a lot of food for emergencies. |
Acil durumlar için bir sürü yiyecek ayırdık. |
2545 |
I canceled my appointment because of urgent business. |
Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim. |
2546 |
I need to make an urgent call. Is there a public phone near here? |
Acil bir arama yapmam gerekiyor. Buraya yakın bir halka açık telefon var mı? |
2547 |
In case of an emergency, call the police. |
Acil bir durumda polisi arayın. |
2548 |
What number should I call in case of an emergency? |
Acil durumda hangi numarayı aramalıyım? |
2549 |
In case of an emergency, push this button. |
Acil bir durumda, bu düğmeye basın. |
2550 |
In case of emergency, call 119. |
Acil durumda, 119’u arayın. |
2551 |
In case of an emergency, dial 110. |
Acil bir durumda, 110’u çevirin. |
2552 |
In case of an emergency, get in touch with my agent. |
Acil bir durumda, temsilcim ile temas kurun. |
2553 |
In case of emergency, call the police. |
Acil bir durumda, polisi arayın. |
2554 |
In case of an emergency, get in touch with my agent right away. |
Acil bir durumda, hemen temsilcimle temas kurun. |
2555 |
My muscles have become soft. |
Kaslarım yumuşadı. |
2556 |
I asked for a seat in the no-smoking section. |
Sigara içilmeyen bölümde bir koltuk istedim. |
2557 |
I asked for a seat in the non-smoking section. |
Sigara içilmeyen bölümde bir yer istedim. |
2558 |
I would like to sit in the non-smoking section. |
Sigara içilmeyen bölümünde oturmak istiyorum. |
2559 |
Do you have a non-smoking section? |
Bir sigara-içilmeyen bölümünüz var mı? |
2560 |
I advise you to stop smoking. |
Sigarayı bırakmanı tavsiye ediyorum. |
2561 |
It is difficult to give up smoking. |
Sigarayı bırakmak zordur. |
2562 |
I’ll give up smoking. |
Ben sigarayı bırakacağım. |
2563 |
What method did you use to give up smoking? |
Sigarayı bırakmak için hangi yöntemi kullandın? |
2564 |
Thank you for not smoking. |
Sigara içmediğin için teşekkür ederim. |
2565 |
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him. |
Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti. |
2566 |
In the end, the diligent person succeeds. |
Sonuçta çalışkan kişi başarır. |
2567 |
I gave him what little money I had. |
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim. |
2568 |
Tears came into my eyes when I was chopping onions. |
Soğanları doğradığım zaman gözlerimden yaş geliyordu. |
2569 |
Tears came into my eyes when I was chopping onions. |
Soğanları doğrarken gözüm yaşardı. |
2570 |
Don’t go to extremes. |
Aşırıya gitme. |
2571 |
It’s a long road with no curves. |
O, virajsız uzun bir yoldur. |
2572 |
Turn on your back. |
Sırtınızı açın. |
2573 |
You startled me! |
Beni korkuttun! |
2574 |
Amazingly, the old man recovered his health. |
Nasıl olduysa yaşlı adam sağlığına kavuştu. |
2575 |
I was too astonished to speak. |
Konuşamayacak kadar çok şaşırdım. |
2576 |
I was too surprised to speak. |
Konuşamayacak kadar çok şaşırmıştım. |
2577 |
To my surprise, she was alive. |
Şaşırdım, o yaşıyordu. |
2578 |
To my surprise, she could not answer the question. |
Benim için sürpriz oldu, o, soruyu cevaplayamadı. |
2579 |
To my surprise, there were no people in the village. |
Şaşırdım, köyde hiç kimse yoktu. |
2580 |
To my surprise, the child came here by himself all the way from Yokohama. |
Benim için sürpriz oldu, çocuk Yokohama’dan buraya bütün yolu tek başına geldi. |
2581 |
What a surprise! |
Ne sürpriz! |
2582 |
I found, to my surprise, that she was dead. |
Onu ölü bulduğumda benim için sürpriz oldu. |
2583 |
To my surprise, he won the prize. |
Benim için sürpriz oldu, o, ödülü kazandı. |
2584 |
To our surprise, he was defeated in the match. |
Bizim için sürpriz oldu, o, maçta yenildi. |
2585 |
To my surprise, they ate the meat raw. |
Benim için sürpriz oldu, onlar eti çiğ yediler. |
2586 |
To our surprise, our son has suddenly shot up recently. |
Oğlumuzun son zamanlarda birden büyümesi bize sürpriz oldu. |
2587 |
To my great surprise, we won! |
Benim için büyük sürpriz oldu, kazandık. |
2588 |
To my surprise, he has failed. |
Benim için sürpriz oldu, o başarısız oldu. |
2589 |
To my surprise, the door was unlocked. |
Şaşırdım, kapı açıktı. |
2590 |
To my amazement, it disappeared in an instant. |
Benim için sürpriz oldu, o bir anda gözden kayboldu. |
2591 |
To our surprise, she has gone to Brazil alone. |
Bizim için sürpriz oldu, o Brezilya’ya tek başına gitti. |
2592 |
To my surprise, she spoke English very well. |
Benim için sürpriz oldu, o çok iyi İngilizce konuştu. |
2593 |
To our surprise, she revived at once. |
Bizim için sürpriz oldu, o hemen yeniden hayata döndü. |
2594 |
To my surprise, he got married to a very beautiful actress. |
Benim için sürpriz oldu, o çok güzel bir aktrisle evlendi. |
2595 |
To my surprise, he failed the examination. |
Benim için sürpriz oldu, o, sınavda başarısız oldu. |
2596 |
To my surprise, he refused my offer. |
Benim için sürpriz oldu, o benim teklifimi reddetti. |
2597 |
To my surprise, he had a beautiful voice. |
Benim için sürpriz oldu, güzel bir sesi vardı. |
2598 |
Surprisingly enough, he turned out to be a thief. |
Şaşırtıcı şekilde, onun bir hırsız olduğu ortaya çıktı. |
2599 |
To our surprise, Tom came to our party with Mary. |
Bizim için sürpriz oldu, Tom Mary ile bizim partiye geldi. |
2600 |
To our surprise, Tom came to our party with Mary. |
Sürpriz oldu, Tom partimize Mary ile birlikte geldi. |
2601 |
To our surprise, Tom came to our party with Mary. |
Şu işe bak ki Tom bizim partiye Mary’yle geldi. |
2602 |
To our surprise, Tom came to our party with Mary. |
Bize sürpriz oldu, Tom Mary ile partimize geldi. |
2603 |
To my surprise, the noted psychologist was accused of a kidnapping. |
Benim için sürpriz oldu, ünlü psikolog çocuk kaçırmakla suçlandı. |
2604 |
To my surprise, the anthropologist was accused of murder. |
Benim için sürpriz oldu, antropolog cinayetle suçlandı. |
2605 |
Hasn’t he looked at himself in a mirror? |
O, aynada kendine bakmadı mı? |
2606 |
A mirror reflects light. |
Bir ayna ışığı yansıtır. |
2607 |
Fragments of the mirror were scattered on the floor. |
Ayna parçaları zemin üzerinde dağıldı. |
2608 |
In nostalgic moments we may tend to think of childhood as a time of almost unbroken happiness. |
Nostaljik anlarda biz neredeyse sürekli olarak çocukluğu düşünme eğiliminde olabiliriz. |
2609 |
To be an interesting person you have to feed and exercise your mind. |
İlginç bir kişi olmak için aklınızı beslemek ve egzersiz yaptırmak zorundasınız. |
2610 |
Thank you for your interest. |
İlginiz için teşekkür ederim. |
2611 |
He is not just interested, he’s crazy about it. |
O onunla sadece ilgilenmiyor, ona deli oluyor. |
2612 |
The excitement reached its peak. |
Heyecan doruk noktasına ulaştı. |
2613 |
Her heart was throbbing with excitement. |
Heyecandan kalbi titriyordu. |
2614 |
Getting excited is not at all the same as getting angry. |
Heyecanlanmak, kızmakla hiç de aynı değildir. |
2615 |
As he grew excited, he spoke more and more rapidly. |
O heyecanlandığında, gittikçe daha hızlı konuştu. |
2616 |
Excited girls look pretty sometimes. |
Heyecanlı kızlar hoş görünebilir. |
2617 |
I was so excited that I could not fall asleep. |
O kadar heyecanlıydım ki uyuyamadım. |
2618 |
The excited woman tried to explain the accident all in one breath. |
Heyecanlı kadın kazayı bir nefeste açıklamaya çalıştı. |
2619 |
The excited crowd poured out of the stadium. |
Heyecanlı kalabalık stadyumu boşalttı. |
2620 |
The excited audience ran into the concert hall. |
Heyecanlı izleyici konser salonuna koştu. |
2621 |
When the excitement died down, the discussion resumed. |
Heyecan azalınca tartışma devam etti. |
2622 |
A promise given under a threat is worthless. |
Bir tehdit altında verilen bir söz değersizdir. |
2623 |
Don’t scare me like that! |
Beni öyle korkutma! |
2624 |
With her heart pounding, she opened the door. |
Kalp çarpıntısıyla, o kapıyı açtı |
2625 |
I waited for the curtain to rise with my heart beating in excitement. |
Ben, kalbim heyecanla atarken perdenin yükselmesini bekledim. |
2626 |
Would you like me to massage your chest? |
Göğsüne masaj yapmamı ister misin? |
2627 |
I have heartburn. |
Midem ekşidi. |
2628 |
It was a heartbreaking story. |
O, yürek parçalayan bir hikaye idi. |
2629 |
I feel like vomiting. |
İçimden kusmak geliyor. |
2630 |
I feel like vomiting. |
Ben kusacakmış gibi hissediyorum. |
2631 |
I have a sharp pain in my chest. |
Göğsümde keskin bir ağrı var. |
2632 |
I have a sharp pain in my chest. |
Göğsümde şiddetli bir ağrı var. |
2633 |
I have butterflies in my stomach. |
Çok heyecanlıyım. |
2634 |
Look out for the wild dog! |
Vahşi köpeğe dikkat edin! |
2635 |
It is no use trying to separate the sheep from the goats while in a state of madness. |
Çok sinirliyken iyiyle kötüyü ayırmaya çalışmanın bir faydası yoktur. |
2636 |
The furious rainstorm had passed. |
Azgın yağmur fırtınası geçmişti. |
2637 |
Are you mad? |
Deli misin? |
2638 |
Are you mad? |
Delirdin mi sen? |
2639 |
Mr. Hashimoto is fair to us. |
Bay Hasimoto bize karşı adil. |
2640 |
Mr Hashimoto was confused by Ken’s question. |
Ken’in sorusuyla Bay Hashimoto’nun kafası karıştı. |
2641 |
Tom started the engine. |
Tom motoru çalıştırdı. |
2642 |
Mr Hashimoto is known to everyone. |
Bay Hashimoto herkes tarafından bilinir. |
2643 |
I’ll go with you as far as the bridge. |
Köprüye kadar seninle gideceğim. |
2644 |
The bridge is being repainted. |
Köprü yeniden boyanıyor. |
2645 |
The bridge is made of stone. |
Köprü taştan yapılmıştır. |
2646 |
The bridge is being repaired. |
Köprü tamir ediliyor. |
2647 |
The bridge is open to traffic. |
Köprü trafiğe açık. |
2648 |
The bridge had been built before that time. |
Köprü o zamandan önce yapılmıştı. |
2649 |
There is a waterfall above the bridge. |
Köprünün yukarısında bir şelale var. |
2650 |
There is a cottage beyond the bridge. |
Köprünün ötesinde bir kır evi var. |
2651 |
It was dark under the bridge. |
Köprünün altı karanlıktı. |
2652 |
My driving instructor says I should be more patient. |
Sürüş öğretmenim daha sabırlı olmam gerektiğini söylüyor. |
2653 |
The professor treated her as one of his students. |
Profesör ona öğrencilerinden biri gibi davrandı. |
2654 |
The professor encouraged me in my studies. |
Profesör çalışmalarımda beni teşvik etti. |
2655 |
The professor smiled. |
Profesör gülümsedi. |
2656 |
The professor solved the problem at last. |
Profesör sonunda problemi çözdü. |
2657 |
Take off your hat when you enter a classroom. |
Bir sınıfa girdiğiniz zaman şapkanızı çıkarın. |
2658 |
There were few students left in the classroom. |
Sınıfta kalan çok az sayıda öğrenci vardı. |
2659 |
There were few children in the classroom. |
Sınıfta az sayıda çocuk vardı. |
2660 |
There were some students in the classroom. |
Sınıfta bazı öğrenciler vardı. |
2661 |
There were few students remaining in the classroom. |
Sınıfta kalan çok az sayıda öğrenci vardı. |
2662 |
I wish our classroom were air-conditioned. |
Keşke sınıfımız klimalı olsa. |
2663 |
Do you eat it in the classroom? |
Onu sınıfta yer misin? |
2664 |
Get out of the classroom. |
Sınıftan çıkın. |
2665 |
The teacher exhorted his pupils to do well. |
Öğretmen, öğrencilerini iyi yapmaya teşvik etti. |
2666 |
The teacher caught the student cheating on the examination. |
Öğretmen sınavda kopya çeken öğrenciyi yakaladı. |
2667 |
Teachers must understand children. |
Öğretmenlerin çocukları anlamaları gerekir. |
2668 |
A teacher should never laugh at his students’ mistakes. |
Bir öğretmen öğrencilerinin hatalarına asla gülmemeli. |
2669 |
The teacher gave way to the students’ demand. |
Öğretmen öğrencilerin talebine karşı koyamadı. |
2670 |
The teacher gave way to the students’ demand. |
Öğretmen öğrencilerin talebini kabul etti. |
2671 |
The teacher had to evaluate all the students. |
Öğretmen tüm öğrencileri değerlendirmek zorunda kaldı. |
2672 |
The teacher accused one of his students of being noisy in class. |
Öğretmen öğrencilerinden birini sınıfta gürültü yapmakla suçladı. |
2673 |
The teacher was worried by Tom’s frequent absence from class. |
Öğretmen Tom’un sık sık sınıfta bulunmamasından endişeliydi. |
2674 |
Teachers should occasionally let their students blow off some steam. |
Öğretmenler bazen öğrencilerinin stres atmasına izin vermeliler. |
2675 |
Teachers should treat all their students impartially. |
Öğretmenler bütün öğrencilerine tarafsız davranmalılar. |
2676 |
Although teachers give a lot of advice, students don’t always take it. |
Öğretmenler bir sürü tavsiye vermelerine rağmen, öğrenciler her zaman onu almazlar. |
2677 |
A teacher should never make fun of a pupil who makes a mistake. |
Bir öğretmen hata yapan bir öğrenci ile asla alay etmemelidir. |
2678 |
The salary of a teacher is lower than that of a lawyer. |
Bir öğretmenin aylığı bir avukatınkinden daha düşüktür. |
2679 |
You should be respectful to your teachers. |
Öğretmenlerine karşı saygılı olmalısın. |
2680 |
I intended to become a teacher. |
Bir öğretmen olmaya niyet ettim. |
2681 |
I have been a teacher for 15 years. |
Ben 15 yıldır bir öğretmenim. |
2682 |
I have been a teacher for 15 years. |
15 yıldır öğretmenlik yapıyorum. |
2683 |
Patience is essential for a teacher. |
Sabır bir öğretmen için gereklidir. |
2684 |
A student raised his hand when the teacher finished the reading. |
Öğretmen okumayı bitirdiğinde bir öğrenci elini kaldırdı. |
2685 |
The church bells are ringing. |
Kilise çanları çalıyor. |
2686 |
The church is decorated with flowers for the wedding. |
Nikah için kilise çiçeklerle süslendi. |
2687 |
The church is just across the street. |
Kilise caddenin hemen karşısında. |
2688 |
Let’s pass by the church. |
Kilisenin yanından geçelim. |
2689 |
Whoever goes to church believes in God. |
Kiliseye giden kimse Tanrı’ya inanır. |
2690 |
There is usually an organ in a church. |
Bir kilisede genellikle org bulunur. |
2691 |
Churches were erected all over the island. |
Kiliseler tüm ada üzerine inşa edilmiştir. |
2692 |
Listen to me with your textbooks closed. |
Ders kitaplarınız kapalı olarak beni dinleyin. |
2693 |
Where do we get the textbooks? |
Ders kitaplarını nereden alırız? |
2694 |
You must read the textbook closely. |
Ders kitabını dikkatle okumalısın. |
2695 |
Education is an investment in the future. |
Eğitim geleceğe yatırımdır. |
2696 |
Education aims to develop potential abilities. |
Eğitim potansiyel yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. |
2697 |
Education is the agent of progress. |
Eğitim ilerlemenin temsilcisidir. |
2698 |
Education starts at home. |
Eğitim evde başlar. |
2699 |
What is the ultimate purpose of education? |
Eğitimin nihai amacı nedir? |
2700 |
Examinations play a large part in education. |
Sınavlar eğitimde büyük rol oynar. |
2701 |
Oh! Show it to me please. |
Ah! Onu bana göster lütfen. |
2702 |
Thank you for the information. |
Bilgi için teşekkür ederim. |
2703 |
Dinosaurs are now extinct. |
Şimdi dinozorların nesli tükendi. |
2704 |
Fear robbed him of speech. |
Korku onu susturdu. |
2705 |
His legs were trembling from fear. |
Bacakları korkudan titriyordu. |
2706 |
I’m afraid you have to work overtime. |
Korkarım ki fazla çalışmak zorundasın. |
2707 |
It’s awfully cold today. |
Hava bugün son derece soğuk. |
2708 |
It’s awfully cold this evening. |
Bu akşam son derece soğuk. |
2709 |
A terrible fate awaited him. |
Onu kötü bir kader bekliyordu. |
2710 |
Would you please open the window? |
Lütfen pencereyi açar mısın? |
2711 |
Sorry, we’re full today. |
Üzgünüm, bugün doluyuz. |
2712 |
Would you mind opening the window? |
Pencereyi açar mısın? |
2713 |
I’m sorry, but he isn’t home. |
Üzgünüm fakat o evde değil. |
2714 |
Don’t be afraid. |
Korkma. |
2715 |
Don’t be afraid. |
Korkmayın. |
2716 |
I am afraid to jump over the ditch. |
Hendeğin üzerinden atlamaya korkuyorum. |
2717 |
The heat is intense. |
Isı yoğun. |
2718 |
There’s nothing to be afraid of. |
Korkacak bir şey yok. |
2719 |
Flying against a strong wind is very difficult. |
Güçlü bir rüzgara karşı uçmak çok zordur. |
2720 |
The strong wind indicates that a storm is coming. |
Güçlü rüzgar bir fırtınanın geleceğini gösterir. |
2721 |
There was a strong wind. |
Kuvvetli bir rüzgar vardı. |
2722 |
The robber attacked her on a back street. |
Soyguncu bir arka sokakta ona saldırdı. |
2723 |
The burglar locked the couple in the basement. |
Soyguncu çifti bodrumda kilitledi. |
2724 |
The robber bashed her head in. |
Soyguncu onun kafasına vurdu. |
2725 |
The thief forced her to hand over the money. |
Hırsız parayı vermesi için onu zorladı. |
2726 |
A burglar broke into his house. |
Evine bir hırsız girdi. |
2727 |
The strong will survive and the weak will die. |
Güçlü hayatta kalacak ve zayıf ölecek. |
2728 |
The strong must help the weak. |
Güçlüler zayıflara yardımcı olmalıdır. |
2729 |
The strong should take care of the weak. |
Güçlü güçsüze bakmalıdır. |
2730 |
A strong wind was blowing. |
Sert bir rüzgar esiyordu. |
2731 |
A strong wind blew all day long. |
Bütün gün boyunca kuvvetli bir rüzgar esti. |
2732 |
The sound of shouting grew faint. |
Bağırma sesi giderek zayıfladı. |
2733 |
Communism is the system practiced in the Soviet Union. |
Komünizm, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde uygulanmış sistemdir. |
2734 |
Communism was the political system in the Union of Soviet Socialist Republics, but that stopped in 1993. |
Komünizm Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde politik bir sistemdi fakat 1993’te sona erdi. |
2735 |
I obtained the painting at an auction. |
Bir açık artırmada tablo satın aldım. |
2736 |
The competition has become fierce. |
Rekabet şiddetlendi. |
2737 |
Having run the race, Jane had two glasses of barley tea. |
Yarışı koştuktan sonra, Jane iki bardak arpa çayı içti. |
2738 |
He came in fifth in the race. |
O, yarışta beşinci geldi. |
2739 |
How did you get to the stadium? |
Stadyuma nasıl gittiniz? |
2740 |
Supplies cannot keep up with the demand. |
Tedarikçi firma talebe yetişemiyor. |
2741 |
Will you tell me the way to Kyoto Station? |
Kyoto İstasyonu’na giden yolu bana söyler misiniz? |
2742 |
You should visit Kyoto. |
Kyoto’yu ziyaret etmelisiniz. |
2743 |
Kyoto is worth visiting. |
Kyoto ziyaret etmeye değer. |
2744 |
Kyoto gets thousands of visitors from all over the world each year. |
Her yıl Kyoto, dünyanın her tarafından binlerce ziyaretçi ağırlar. |
2745 |
Kyoto is not as large as Osaka. |
Kyoto Osaka kadar büyük değildir. |
2746 |
Kyoto is famous for its old temples. |
Kyoto eski tapınakları ile ünlüdür. |
2747 |
Kyoto is visited by many tourists. |
Kyoto birçok turist tarafından ziyaret edilir. |
2748 |
How do you like Kyoto? |
Kyoto’yu nasıl buluyorsunuz? |
2749 |
Kyoto is visited by many people every year. |
Her yıl birçok insan Kyoto’yu ziyaret eder. |
2750 |
Kyoto is worth visiting once. |
Kyoto bir kez ziyaret etmeye değer. |
2751 |
Are you from Kyoto? |
Kyotolu musunuz? |
2752 |
Summers are very hot in Kyoto. |
Yazlar Kyoto’da çok sıcaktır. |
2753 |
I would often visit the museum when I lived in Kyoto. |
Kyoto’da yaşadığım zamanlarda,müzeyi sıklıkla ziyaret ederim. |
2754 |
A heavy snow fell in Kyoto for the first time in ages. |
Uzun süredir ilk kez Kyoto’da şiddetli kar yağdı. |
2755 |
There are many places to visit in Kyoto. |
Kyoto’da ziyaret edilecek bir sürü yer var. |
2756 |
Kyoto has many universities. |
Kyoto’nun bir sürü üniversitesi var. |
2757 |
There are many shrines in Kyoto. |
Kyoto’da birçok tapınak vardır. |
2758 |
Have you been to Kyoto? |
Kyota’da bulundun mu? |
2759 |
There are many old temples in Kyoto. |
Kyoto’da bir sürü eski tapınaklar var. |
2760 |
Kyoto has many places to see. |
Kyoto’nun görecek çok yeri var. |
2761 |
I have been to Kyoto once. |
Kyoto’da bir kez bulundum. |
2762 |
My brother in Kyoto became a teacher. |
Kyotodaki erkek kardeşim bir öğretmen oldu. |
2763 |
Kyoko is lying on the grass. |
Kyoko, çimde uzanmaktadır. |
2764 |
I don’t know exactly where Kyoko lives, but it’s in the direction of Sannomiya. |
Ben tam olarak Kyoko’nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde. |
2765 |
Please hide the blueberry jam where Takako can’t see it. |
Lütfen yabanmersini kavanozunu Takako’nun göremeyeceği bir yere sakla. |
2766 |
My hobbies are fishing and watching television. |
Hobilerim balık tutma ve televizyon izlemedir. |
2767 |
My hobbies are fishing and watching television. |
Hobilerim balık tutmak ve televizyon izlemektir. |
2768 |
Eating fish is good for your health. |
Balık yemek sağlığın için yararlıdır. |
2769 |
Fish, please. |
Balık, lütfen. |
2770 |
They sell fish and meat. |
Onlar balık ve et satarlar. |
2771 |
They sell fish and meat. |
Onlar balık ve et satıyorlar. |
2772 |
A fish swims by moving its tail. |
Bir balık kuyruğunu hareket ettirerek yüzmektedir. |
2773 |
Fish live in the water. |
Balıklar suda yaşar. |
2774 |
Fish cannot live out of water. |
Balık suyun dışında yaşayamaz. |
2775 |
Do you like fish? |
Balık sever misiniz? |
2776 |
Fish live in the sea. |
Balık denizde yaşar. |
2777 |
Do you think fish can hear? |
Balığın duyabileceğini düşünüyor musun? |
2778 |
A fish can swim. |
Bir balık yüzebilir. |
2779 |
Is the fish still alive? |
Balık hâlâ canlı mı? |
2780 |
I’ll show you how to catch fish. |
Nasıl balık yakalayacağını sana göstereceğim. |
2781 |
I got a fish bone stuck in my throat. |
Boğazımda yapışmış bir balık kılçığı var. |
2782 |
I nearly choked on a fishbone. |
Neredeyse balık kılçığı yutacaktım. |
2783 |
How often do you feed the fish? |
Ne sıklıkta balıkları beslersin? |
2784 |
I seasoned the fish with salt and pepper. |
Tuz ve biberle balığı çeşnilendirdim. |
2785 |
Fish and red wine don’t go together. |
Balık ve kırmızı şarap birlikte gitmez. |
2786 |
Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former. |
Balığın ve etin besin değerleri yüksek ama ikincisi öncekine göre daha pahalıdır. |
2787 |
Fishing is not in my life. |
Balıkçılık benim hayatımda yok. |
2788 |
A fish leaped out of the water. |
Bir balık suyun dışına fırladı. |
2789 |
We saw a fish splashing in the water. |
Balığın suda su sıçrattığını gördük. |
2790 |
Fish have stopped living in this river. |
Balık bu nehirde yaşamayı bıraktı. |
2791 |
I’d like some fish. |
Biraz balık istiyorum. |
2792 |
I’m allergic to fish. |
Benim balığa alerjim var. |
2793 |
The fisherman exaggerated the size of the fish he had caught. |
Balıkçı yakaladığı balığın büyüklüğünü abarttı. |
2794 |
I can’t judge distance. |
Mesafeyi tahmin edemem. |
2795 |
You can’t enter the building without a permit. |
Binaya izinsiz giremezsiniz? |
2796 |
Thank you for granting your permission. |
İzin verdiğiniz için teşekkür ederim. |
2797 |
You shouldn’t read people’s private letters without permission. |
İnsanların özel mektuplarını izin olmadan okumamalısın. |
2798 |
I’m going to speak to you with utmost candor so I want you to take everything I’m about to say at face value. |
Seninle son derece açık yüreklilikle konuşacağım bu yüzden söyleyeceğim her şeyi üzerinde yazılı değerden almanı istiyorum. |
2799 |
A huge federal budget deficit has been plaguing the American economy for many years. |
Dev bir federal bütçe açığı, yıllardır Amerikan ekonomisinin başına bela oldu. |
2800 |
A gigantic bird came flying toward him. |
Dev gibi bir kuş ona doğru uçarak geldi. |
2801 |
Those present were all moved to tears. |
Şu bulunanların hepsi gözyaşlarına boğuldu. |
2802 |
Those present were surprised at the news. |
Mevcut olanlar habere şaşırdılar. |
2803 |
The living room adjoins the dining room. |
Oturma odası yemek odasına bitişiktir. |
2804 |
The living room adjoins the dining room. |
Oturma odası, yemek odasına bitişiktir. |
2805 |
The living room adjoins the dining room. |
Oturma odasıyla yemek odası yan yanadır. |
2806 |
While I was playing video games in the living room, Mom asked me if I would go shopping with her. |
Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu. |
2807 |
I had an operation for glaucoma last year. |
Geçen yıl glokom için ameliyat oldum. |
2808 |
I had a miscarriage last year. |
Geçen yıl bir düşük yaptım. |
2809 |
I had a stroke last year. |
Geçen yıl bir inme geçirdim. |
2810 |
I had otitis media last year. |
Geçen yıl otisis media hastası oldum. |
2811 |
I put on a little weight last year. |
Geçen yıl biraz kilo aldım. |
2812 |
I lost my wife last year. |
Karımı geçen sene kaybettim. |
2813 |
I took an art class last year. |
Geçen yıl bir sanat dersi aldım. |
2814 |
Thanks to the amusement park built last year, the city has become popular. |
Geçen sene kurulan lunapark sağolsun şehir popüler oldu. |
2815 |
We could go out together like we did last year. |
Geçen yıl yaptığımız gibi birlikte dışarı çıkabiliriz. |
2816 |
There was a sharp rise in prices last year. |
Geçen yıl fiyatlarda keskin bir artış vardı. |
2817 |
We had a lot of snow last year. |
Geçen yıl çok kar aldık. |
2818 |
We had a lot of rain last year. |
Geçen yıl çok yağmur aldık. |
2819 |
I wore out two pairs of jogging shoes last year. |
Geçen yıl iki çift koşu ayakkabısı eskittim. |
2820 |
We had a mild winter last year. |
Geçen yıl ılımlı bir kış geçirdik. |
2821 |
We had a good deal of snow last winter. |
Geçen kış epeyce kar yağdı. |
2822 |
There was a lot of snow last winter. |
Geçen kış çok kar vardı. |
2823 |
I took a cooking class last spring and learned to bake bread. |
Ben geçen baharda bir aşçılık dersi aldım ve ekmek pişirmeyi öğrendim. |
2824 |
We moved to New York last fall. |
Biz geçen sonbaharda New York’a taşındık. |
2825 |
I visited my father’s hometown last summer. |
Geçen yaz babamın doğduğu yeri ziyaret ettim. |
2826 |
She went there last summer. |
O, geçen yaz oraya gitti. |
2827 |
Last summer I traveled to Italy. |
Geçen Yaz İtalya’ya seyahat ettim. |
2828 |
We had a good deal of rain last summer. |
Geçen yaz epeyce yağmur yağdı. |
2829 |
I grew tomatoes last year and they were very good. |
Geçen yıl domates yetiştirdim ve onlar çok iyiydi. |
2830 |
He began to work for that company last year. |
Geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı. |
2831 |
We had a kid just last year. |
Sadece geçen yıl bir çocuğumuz vardı. |
2832 |
My sister married a high school teacher last June. |
Kız kardeşim geçen haziranda bir lise öğretmeniyle evlendi. |
2833 |
Is there a milkman? |
Bir sütçü var mı? |
2834 |
Add a little milk. |
Biraz süt ilave et. |
2835 |
Do you have some milk? |
Biraz sütün var mı? |
2836 |
Won’t you have another glass of milk? |
Bir bardak daha süt almaz mısınız? |
2837 |
We make milk into cheese and butter. |
Biz sütten peynir ve tereyağı yaparız. |
2838 |
I bought two bottles of milk. |
Ben iki şişe süt satın aldım. |
2839 |
I want a quart of milk. |
Ben bir litre süt istiyorum. |
2840 |
The milk froze and became solid. |
Süt dondu ve katılaştı. |
2841 |
Milk is a popular beverage. |
Süt popüler bir içecektir. |
2842 |
Milk boils at a higher temperature than water. |
Süt sudan daha yüksek bir ısıda kaynar. |
2843 |
Milk does not agree with me. |
Süt bana yaramıyor. |
2844 |
Milk makes us strong. |
Süt bizi güçlendirir. |
2845 |
Milk easily turns sour. |
Süt kolayca ekşir. |
2846 |
Milk is made into butter and cheese. |
Tereyağ ve peynir sütten yapılır. |
2847 |
Milk is made into butter and cheese. |
Süt tereyağ ve peynire dönüştürülür. |
2848 |
Milk is a good beverage. |
Süt iyi bir besindir. |
2849 |
There’s only a little milk left. |
Sadece biraz süt kaldı. |
2850 |
Milk is made into butter. |
Süt, tere yağına dönüştürülür. |
2851 |
Milk can be made into butter, cheese, and many other things. |
Süt, tereyağı, peynir, ve daha birçok şeye dönüştürülebilir. |
2852 |
Milk will do you good. You’d better drink it every day. |
Süt sana iyi gelir. Her gün içsen iyi olur. |
2853 |
The milk turned sour. |
Süt ekşidi. |
2854 |
Will you drink wine instead of milk? |
Süt yerine şarap içer misin? |
2855 |
The milk was diluted with water. |
Süt, su ile karıştırılmış. |
2856 |
Blend milk and eggs together. |
Süt ve yumurtayı birlikte karıştır. |
2857 |
The milk has gone bad. |
Süt kötüleşti. |
2858 |
The milk has turned sour. |
Süt ekşidi. |
2859 |
You must buy milk, eggs, butter, and so on. |
Süt, yumurta, tereyağı ve benzeri şeyleri satın almalısınız. |
2860 |
It will be four years before the definite result of beef liberalization emerges. |
Sığır serbestleştirilmesinin kesin sonucu ortaya çıkmadan önce dört yıl olacak. |
2861 |
Beef, please. |
Sığır, lütfen. |
2862 |
Have you got any preference between beef and lamb? |
Dana ve kuzu eti arasında herhangi bir tercihin var mı? |
2863 |
I raise cattle. |
Ben sığır yetiştiriyorum. |
2864 |
A cow is a useful animal. |
İnek yararlı bir hayvandır. |
2865 |
The cows were moving very slowly through the long green grass. |
İnekler; uzun, yeşil çimenlerin arasından çok yavaşça hareket ediyorlardı. |
2866 |
The cows looked big and docile. |
İnekler kocaman ve uysal görünüyordu. |
2867 |
Cows live on grass. |
İnekler otla yaşar. |
2868 |
Cattle feed on grass. |
Sığırlar otla beslenirler. |
2869 |
Cows supply us with many things we need. |
İnekler ihtiyacımız olan birçok şey bize verirler. |
2870 |
Cows give us milk. |
İnekler bize süt verir. |
2871 |
Cows provide us with milk. |
İnekler bize süt sağlar. |
2872 |
Cows provide us with good milk. |
İnekler bize iyi süt sağlar. |
2873 |
The cow supplies us with milk. |
İnek bize süt sağlamaktadır. |
2874 |
Cows supply us with milk. |
İnekler bize süt sağlar. |
2875 |
Cows give us milk, and hens eggs. |
İnekler bize süt verir, ve tavuklar yumurtalar. |
2876 |
A cow gives us milk. |
Bir inek bize süt verir. |
2877 |
Cows are sacred to Hindus. |
İnekler Hindular için kutsaldır. |
2878 |
Cows are more useful than any other animal in this country. |
İnekler bu ülkede başka bir hayvandan daha faydalıdır. |
2879 |
Yoke the oxen to the plow. |
Öküzleri pulluğa koş. |
2880 |
Cattle were grazing in the field. |
Sığırlar kırsalda otlanıyorlar. |
2881 |
Cows are eating grass in the meadow. |
İnekler çayırda ot yiyorlar. |
2882 |
The cows are eating grass. |
İnekler ot yiyorlar. |
2883 |
I ran into an old friend. |
Ben eski bir arkadaşa rastladım. |
2884 |
Meeting my old friend was very pleasant. |
Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu. |
2885 |
Old friends called on me. |
Eski arkadaşlar bana uğradı. |
2886 |
My old friend dropped in at my house. |
Eski arkadaşım evime uğradı. |
2887 |
My old friend wrote to me, informing me of his return from abroad. |
Eski arkadaşım bana yazdı, yurt dışından dönüşü ile ilgili bilgi verdi. |
2888 |
Old friends were invited to the reception. |
Eski arkadaşlar resepsiyona davet edildi. |
2889 |
You can’t teach an old dog new tricks. |
Siz yaşlı bir köpeğe yeni numaralar öğretemezsiniz. |
2890 |
You will be paid according to your ability. |
Yeteneğine göre ödeme yapılacak. |
2891 |
The printer needs paper. |
Yazıcıya kağıt lazım. |
2892 |
The waiter brought a new plate. |
Garson yeni bir tabak getirdi. |
2893 |
A cornered rat will bite a cat. |
Kıstırılmış bir sıçan bir kediyi ısırır. |
2894 |
The ball bounced over the wall. |
Top duvardan sekti. |
2895 |
One third of the earth’s surface is desert. |
Dünya yüzeyinin üçte biri çöldür. |
2896 |
Misfortunes never come singly. |
Aksilikler asla tek başlarına gelmezler. |
2897 |
I can’t let the matter drop. |
Davadan vazgeçemem. |
2898 |
I feel like crying. |
Canım ağlamak istiyor. |
2899 |
Try to keep from crying. |
Ağlamaktan kaçınmaya çalış. |
2900 |
I could’ve cried. |
Ağlayabilirdim. |
2901 |
I can’t help crying. |
Ağlamadan duramıyorum. |
2902 |
I can’t help crying. |
Ağlamamak elimde değil. |
2903 |
I don’t know whether to cry or to laugh. |
Ağlasam mı yoksa gülsem mi bilmiyorum. |
2904 |
It’s hard to handle crying babies. |
Ağlayan bebeklerle başa çıkmak zordur. |
2905 |
The young man who has not wept is a savage, and the old man who will not laugh is a fool. |
Ağlamamış genç bir adam acımasızdır ve gülmeyecek yaşlı bir adam bir aptaldır. |
2906 |
The rescue workers are going to hand out supplies to the victims of the earthquake. |
Kurtarma ekipleri depremin kurbanlarına malzeme dağıtacak. |
2907 |
Try to hold on until a rescue team arrives. |
İlk yardım ekibi gelinceye kadar dayanmaya çalış. |
2908 |
Try to hold on until a rescue team arrives. |
Bir kurtarma ekibi gelene kadar dayanmaya çalışın. |
2909 |
We waited for hours before help arrived. |
Yardım gelmeden saatlerce bekledik. |
2910 |
She did not eat anything until she was rescued. |
Kurtarılıncaya kadar bir şey yemedi. |
2911 |
Call an ambulance. |
Bir ambulans çağırın. |
2912 |
The ambulances carried the injured to the nearest hospital. |
Yaralılar ambulanslarla en yakın hastaneye götürüldü. |
2913 |
Do you need an ambulance? |
Bir ambulansa ihtiyacın var mı? |
2914 |
Urgent business prevented him from going. |
Acil iş onun gitmesini engelledi. |
2915 |
Urgent business prevented him from coming. |
Acil iş onun gelişini engelledi. |
2916 |
A sudden illness prevented him from going there. |
Ani bir hastalık oraya gitmesini engelledi. |
2917 |
A sudden illness forced her to cancel her appointment. |
Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı. |
2918 |
Are there any express trains? |
Hiç ekspres tren var mı? |
2919 |
The express arrives at 6:30 p.m. |
Ekspres akşam 6:30’da varır. |
2920 |
How much is the express? |
Ekspress ne kadar? |
2921 |
I need medical help. |
Tıbbi yardıma ihtiyacım var. |
2922 |
Suddenly, he changed the subject. |
O, aniden konuyu değiştirdi. |
2923 |
I’ve suddenly started to gain weight. |
Aniden kilo almaya başladım. |
2924 |
All of a sudden the sky became overcast. |
Gökyüzü aniden bulutlandı. |
2925 |
Suddenly I got lucky. |
Birden şanslı oldum. |
2926 |
Don’t brake suddenly. |
Birden fren yapma. |
2927 |
If we hurry, we’ll make it. |
Acele edersek, onu yaparız. |
2928 |
I think we’ll make it if we hurry. |
Sanırım acele edersek onu yapacağız. |
2929 |
Hurry up, and you’ll catch the bus. |
Acele edersen otobüsü yakalarsın. |
2930 |
Hurry up, and you’ll catch the bus. |
Acele edersen otobüse yetişirsin. |
2931 |
Hurry up. You’ll be late for school. |
Acele et. Okula geç kalacaksın. |
2932 |
Hurry up, or you will miss the train. |
Acele et yoksa treni kaçırırsın. |
2933 |
Hurry up, or you will be late for the last train. |
Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın. |
2934 |
You don’t have to hurry. |
Acele etmek zorunda değilsiniz. |
2935 |
There is no hurry; you have five days to think the matter over. |
Acele yok; meseleyi düşünmek için beş gününüz var. |
2936 |
There’s no hurry. |
Hiç acelesi yok. |
2937 |
Let’s hurry up. |
Acele edelim. |
2938 |
Hurry up, or you will be late. |
Acele et; yoksa geç kalacaksın. |
2939 |
Hurry up! The concert is starting. |
Çabuk ol! Konser başlıyor. |
2940 |
Hurry up, or you’ll miss the bus. |
Acele et, yoksa otobüsü kaçıracaksın. |
2941 |
Hurry up, or we’ll miss the train. |
Çabuk ol, yoksa treni kaçıracağız. |
2942 |
Hurry up, and you will be able to catch the train. |
Acele et, ve treni yakalayabileceksin. |
2943 |
Hurry up, and you’ll catch the train. |
Acele et, ve treni yakalayacaksınız. |
2944 |
Hurry up, and you will be in time for school. |
Acele et, ve zamanında okulda olacaksın. |
2945 |
Hurry up, and you will be in time for the bus. |
Acele et, otobüse zamanında yetişeceksin. |
2946 |
Hurry up, or you’ll miss the train. |
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın. |
2947 |
Hurry up, or you’ll be late. |
Acele et, yoksa geç kalacaksın. |
2948 |
You must hurry up, or you will miss the express. |
Acele etmelisin yoksa ekspresi kaçıracaksın. |
2949 |
Unless you hurry, you will be late for school. |
Acele etmezsen okula geç kalacaksın. |
2950 |
You can take your time. |
Yavaş yapabilirsin. |
2951 |
Hurry, or you’ll miss the train. |
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın. |
2952 |
Hurry up, otherwise you’ll be late for lunch. |
Acele et, aksi halde öğle yemeğine geç kalacaksın. |
2953 |
You’ll miss the train if you don’t hurry. |
Acele etmezsen, treni kaçırırsın. |
2954 |
If you don’t hurry, you’ll miss the train. |
Acele etmezsen treni kaçırırsın. |
2955 |
Don’t dash off a sloppily written report filled with mistakes. |
Hatalarla dolu uyduruk biçimde yazılmış bir raporu karalama. |
2956 |
You make mistakes if you do things in a hurry. |
İşlerini aceleyle yaparsan hatalar yaparsın. |
2957 |
Having been written in a hurry, this letter has many mistakes in it. |
Aceleyle yazıldığından dolayı, bu mektubun içinde çok hatası var. |
2958 |
I must hurry to class. |
Hemen sınıfa gitmeliyim. |
2959 |
Let’s finish up in a hurry. |
Çabucak bitirelim. |
2960 |
It is better to take your time than to hurry and make mistakes. |
Acele edip hatalar yapmaktansa acele etmemen daha iyidir. |
2961 |
I hurried home. |
Ben acele ile eve gittim. |
2962 |
It’s better to take your time than to hurry and make mistakes. |
Acele edip hatalar yapmaktansa acele etmemen daha iyidir. |
2963 |
I rushed out of my house. |
Ben evimden dışarı koştum. |
2964 |
I hurried and managed to catch the bus. |
Acele ettim ve otobüsü yakaladım. |
2965 |
Let’s catch a quick bite. |
Çabucak bir şeyler yiyelim. |
2966 |
Be more careful. Rushing through things is going to ruin your work. |
Daha dikkatli ol.Her şeye acele etmek işlerini berbat edecektir. |
2967 |
Haste makes waste. |
Acele işe şeytan karışır. |
2968 |
Haste makes waste. |
Acele ile menzil alınmaz. |
2969 |
Haste makes waste. |
Acele giden ecele gider. |
2970 |
Haste makes waste. |
Acele yürüyen yolda kalır. |
2971 |
Hurry up, Tom. |
Acele et, Tom. |
2972 |
I have an urgent matter to attend to. |
Katılacak acil bir konum var. |
2973 |
Please hurry. |
Lütfen acele et. |
2974 |
We’ve really got to step on it. |
Gerçekten acele etmeliyiz. |
2975 |
Are you in a hurry? |
Aceleniz var mı? |
2976 |
When you’re in a hurry, it’s easy to make a mistake. |
Acele ettiğinde, hata yapmak kolaydır. |
2977 |
Hurry up. The train leaves in ten minutes. We don’t want to miss it. |
Acele et. Tren on dakikaya kalkıyor. Kaçırmayalım. |
2978 |
You had better hurry. The train leaves at three. |
Acele etsen iyi olur. Tren saat üçte kalkar. |
2979 |
The palace has a tall tower. |
Sarayın uzun bir kulesi var. |
2980 |
Blotting paper absorbs ink. |
Kurutma kağıdı mürekkebi emer. |
2981 |
I will help you all I can. |
Elimden gelen her konuda size yardım edeceğim. |
2982 |
Instead of taking a rest, he worked much harder than usual. |
Dinlenme yerine, o her zamankinden çok daha sıkı çalıştı. |
2983 |
You just need a good rest. |
Sadece iyi bir dinlenmeye ihtiyacın var. |
2984 |
We are looking forward to the holidays. |
Tatili sabırsızlıkla bekliyoruz. |
2985 |
We are looking forward to the holidays. |
Tatili dört gözle bekliyoruz. |
2986 |
We are looking forward to the holidays. |
Tatili iple çekiyoruz. |
2987 |
Enjoy your holidays. |
İyi tatiller. |
2988 |
Enjoy your holidays. |
Tatilin keyfini çıkarın. |
2989 |
Did you enjoy your holiday? |
Tatilin tadını çıkardın mı? |
2990 |
She agreed with him about the holiday plan. |
Tatil planı hakkında onunla anlaştı. |
2991 |
Take a rest. |
Dinlen. |
2992 |
He stayed there during the vacation. |
Tatil boyunca orada kaldı. |
2993 |
When is the intermission? |
Perde arası ne zaman? |
2994 |
Let’s take a break for coffee. |
Kahve molası verelim. |
2995 |
What did you do on your vacation? |
Tatilinde ne yaptın? |
2996 |
During the vacation, I read the entire works of Milton. |
Tatilde Milton’un tüm eserlerini okudum. |
2997 |
During the vacation my sister and I stayed at a small village at the foot of Mt. Fuji. |
Kız kardeşim ve ben tatilde Fuji Dağı’nın dibindeki ufak bir köyde kaldık. |
2998 |
Enjoy your vacation. |
Tatilinizin tadını çıkarın. |
2999 |
How did you spend your vacation? |
Tatilini nasıl geçirdin? |
3000 |
Where do you suppose you’ll spend your vacation? |
Tatilinizi nerede geçireceğinizi düşünüyorsunuz? |
3001 |
The vacation is close to an end. |
Tatil bitmek üzeredir. |
3002 |
The holidays came to an end at last. |
Sonunda tatil günleri sona erdi. |
3003 |
We have five days to go before the holidays. |
Tatile gitmek için beş günümüz var. |
3004 |
I’ll be only too pleased to help you. |
Sadece sana yardım etmekten memnun olacağım. |
3005 |
Where are you going on vacation? |
Tatilde nereye gidiyorsun? |
3006 |
How was your vacation? |
Tatiliniz nasıl geçti? |
3007 |
How did you enjoy your vacation? |
Tatiliniz nasıl geçti? |
3008 |
My vacation went by quickly. |
Tatilim çabuk bitti. |
3009 |
My wife and I agreed on a holiday plan. |
Karım ve ben bir tatil planı üzerinde anlaştık. |
3010 |
Tell me what you did on your holidays. |
Bana tatillerinde ne yaptığını anlat. |
3011 |
May I take a rest? |
Ben dinlenebilir miyim? |
3012 |
Who is absent? |
Kimler yok? |
3013 |
Stand at ease! |
Rahat! |
3014 |
I did nothing during the holidays. |
Tatil sırasında hiçbir şey yapmadım. |
3015 |
What do you usually do on holidays? |
Tatillerde genellikle ne yaparsın? |
3016 |
Do you feel like resting? |
Canınız dinlenmek istiyor mu? |
3017 |
Too long a holiday makes one reluctant to start work again. |
Çok uzun bir tatil birini tekrar işe başlamak için isteksiz yapar. |
3018 |
The holiday continues to be very boring. |
Tatil çok sıkıcı olmaya devam ediyor. |
3019 |
I’m dying to see Kumiko. |
Ben, Kumiko’yu görmek için can atıyorum. |
3020 |
Kumi did not talk about her club. |
Kumi kulübü hakkında konuşmadı. |
3021 |
Hearing this song after so long really brings back the old times. |
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor. |
3022 |
After a long absence he came back. |
Uzun bir yokluktan sonra geri döndü. |
3023 |
An old friend of mine dropped in on me for the first time in ages. |
Eski arkadaşlarımdan biri uzun süredir ilk defa beni ziyaret etti. |
3024 |
It’s been so long since we last met up. Let’s have a drink or two and talk about the good old days. |
Tanıştığımızdan beri uzun zaman oldu, bir ya da iki içki içelim ve iyi eski günlerden konuşalım. |
3025 |
I haven’t seen him for a long time. |
Ben uzun bir süre onu görmedim. |
3026 |
Please forgive me for not having written for a long time. |
Uzun bir süre yazmadığım için lütfen beni affet. |
3027 |
Will Mr Oka teach English? |
Bay Oka İngilizce öğretecek mi? |
3028 |
After running up the hill, I was completely out of breath. |
Tepeye kadar koştuktan sonra, ben tamamen nefes nefese kaldım. |
3029 |
The hill was all covered with snow. |
Tepe tamamen karla kaplıydı. |
3030 |
The hill glows with autumnal colors. |
Tepe sonbahar renkleri ile parlıyor. |
3031 |
The hill is always green. |
Tepe her zaman yeşildir. |
3032 |
You see a white building at the foot of the hill. |
Tepenin eteğinde beyaz bir bina görürsün. |
3033 |
The wind blew harder yet when we reached the top of the hill. |
Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti. |
3034 |
The building which stands on the hillside is our school. |
Yamaçta duran bina okulumuzdur. |
3035 |
The building on the hill is our school. |
Tepedeki bina bizim okulumuzdur. |
3036 |
The old church on the hill dates back to the twelfth century. |
Tepenin üstündeki eski kilise on ikinci yüzyıla kadar uzanmaktadır. |
3037 |
That church on the hill is very old. |
Tepedeki o kilise çok eskidir. |
3038 |
Situated on a hill, his house commands a fine view. |
Onun bir tepenin üzerinde yer alan evinin güzel bir manzarası var. |
3039 |
Look at that tower standing on the hill. |
Tepenin üzerinde duran şu kuleye bak. |
3040 |
A beautiful church stands on the hill. |
Tepenin üstünde güzel bir kilise duruyor. |
3041 |
The house which stands on the hill is very old. |
Tepenin üstünde duran ev çok eski. |
3042 |
There is a house on the hill. |
Tepede bir ev var. |
3043 |
Lots of low trees grow on the hill. |
Tepede bir sürü bodur ağaçlar büyümektedir. |
3044 |
She carries on smiling even in the face of adversity. |
O sıkıntıyla karşılassa bile gülümsemeyi sürdürür. |
3045 |
Throw away the chairs whose legs are broken. |
Ayakları kırık sandalyeleri at. |
3046 |
From an objective viewpoint, his argument was far from rational. |
Objektif olarak bakınca, onun görüşleri rasyonalizmden epey uzak. |
3047 |
The guests are all gone. |
Misafirlerin hepsi gittiler. |
3048 |
The customer did not come. |
Müşteri gelmedi. |
3049 |
Customers stopped coming to our shop. |
Müşteriler dükkanımıza gelmekten vazgeçtiler. |
3050 |
The number of guests is 20. |
Konuk sayısı 20’dir |
3051 |
I saw some of the guests leave the banquet room. |
Misafirlerden bazılarının ziyafet salonundan ayrıldığını gördüm. |
3052 |
When the visitor entered the room, we stood to greet him. |
Ziyaretçi sınıfa girdiğinde onu selamlamak için ayağa kalktık. |
3053 |
I’ve lost my filling. |
Diş dolgumu kaybettim. |
3054 |
This tooth has to have a filling. |
Bu diş doldurulmalı. |
3055 |
I asked for a seat in the smoking section. |
Sigara içilen bölümde bir koltuk istedim. |
3056 |
Is there a place I can smoke? |
Sigara içebileceğim bir yer var mı? |
3057 |
I gave up smoking and I feel like a new man. |
Sigarayı bıraktım ve yeni bir insan gibi hissediyorum. |
3058 |
The doctor told me to give up smoking. |
Doktor bana sigaradan vazgeçmemi söyledi. |
3059 |
Please refrain from smoking. |
Lütfen sigara içmekten kaçının. |
3060 |
Smoking is strictly prohibited. |
Sigara içmek kesinlikle yasaktır. |
3061 |
Smoking is harmful to health. |
Sigara içmek sağlığa zararlıdır. |
3062 |
Smoking affects your health. |
Sigara içmek sağlığını etkiler. |
3063 |
Smoking affects our health. |
Sigara içmek sağlığımızı etkiler. |
3064 |
Smoking does damage your lungs. |
Sigara içmek akciğerlerinize zarar verir. |
3065 |
Smoking does you more harm than good. |
Sigara içmek faydadan çok zarar verir. |
3066 |
Smoking is bad for you. |
Sigara içmek sizin için kötü. |
3067 |
I wish I could break the habit of smoking. |
Keşke sigara içme alışkanlığından vazgeçebilsem. |
3068 |
Is there a link between smoking and lung cancer? |
Sigara içmekle akciğer kanseri arasında bir bağlantı var mı? |
3069 |
Smoking has affected his lungs. |
Sigara içmek ciğerlerine zarar verdi. |
3070 |
It is a fact that smoking is a danger to health. |
Sigara içmenin sağlık için bir tehlike olduğu bir gerçektir. |
3071 |
We have absolute proof that smoking is bad for your health. |
Sigara içmenin sağlığına zararlı olduğuna dair kesin kanıtımız var. |
3072 |
Mr Yoshida directed me to come at once. |
Bay Yoshida hemen gelmemi emretti. |
3073 |
Mr Yoshida is at home in French history. |
Bay Yoshida Fransız tarihini çok iyi bilir. |
3074 |
Take your time, Yoshida. |
Aceleye getirme, Yoshida. |
3075 |
Hello, I have a reservation, my name is Kaori Yoshikawa. Here is the confirmation card. |
Merhaba, benim bir rezervasyonum var, adım Kaori Yoshikawa. İşte onay kartı. |
3076 |
The argument ended in a fight. |
Tartışma kavga ile sona erdi. |
3077 |
The essential points of my argument have been expressed in the preceding pages. |
Benim görüşümün temel noktasını önceki sayfalarda ifade ettim. |
3078 |
It is hardly worth discussing. |
O tartışmaya değmez. |
3079 |
The chairman rejected his absurd proposal. |
Saçma önerisini başkan reddetti. |
3080 |
The chairman rejected the proposal. |
Başkan öneriyi reddetti. |
3081 |
She attended the meeting at the request of the chairman. |
Başkanın isteği üzerine toplantıya katıldı. |
3082 |
I would like to nominate Don Jones as chairman. |
Ben, başkan olarak Don Jones’u aday göstermek istiyorum. |
3083 |
Please address the chair! |
Lütfen başkanla iletişime geçin! |
3084 |
I apologize for the delay in sending the agenda. |
Toplantı gündemini göndermedeki gecikme için özür dilerim. |
3085 |
Try to fulfill your duty. |
Görevini yerine getirmeye çalış. |
3086 |
You are not to neglect your duty. |
Görevini ihmal etmemelisin. |
3087 |
You must do your duty. |
Görevini yapmalısın. |
3088 |
There is no room for doubt. |
Şüpheye yer yok. |
3089 |
One thing remains doubtful. |
Bir şey şüpheli kalıyor. |
3090 |
Without a doubt! |
Şüphesiz. |
3091 |
The engineer climbed the telephone pole. |
Mühendis telefon direğine tırmandı. |
3092 |
The ceremony began with his speech. |
Tören onun konuşmasıyla başladı. |
3093 |
Beware of imitations. |
Taklitlerinden sakının. |
3094 |
Even the hard-hearted can be moved to tears. |
Taş kalpliler bile gözyaşlarına boğulabilirler. |
3095 |
There’s no telling what kind of trouble this proposal might stir up. The result is certainly going to be something to see. |
Bu önerinin ne tür bir sorun başlatacağını tahmin etmek mümkün değil. Sonuç kesinlikle görecek bir şey olacak. |
3096 |
Because of the famine, the cattle starved to death. |
Kıtlıktan dolayı sığır açlıktan öldü. |
3097 |
Because of the famine, the cattle starved to death. |
Sığır açlıktan dolayı öldü. |
3098 |
Because of the famine, the cattle starved to death. |
Kıtlıktan dolayı sığırlar açlıktan öldü. |
3099 |
Famine caused great distress among the people. |
Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu. |
3100 |
We can say that Japan was fighting a constant battle against hunger during the war. |
Japonyanın savaş sırasında açlığa karşı sürekli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz. |
3101 |
All that glitters is not gold. |
Her parlayan şey altın değildir. |
3102 |
All that glitters is not gold. |
Her gördüğün sakallıyı deden sanma. |
3103 |
It was a bright and clear Sunday morning. |
Pazar sabahı hava parlak ve açıktı. |
3104 |
You should be alert to the possible dangers. |
Olası tehlikelere karşı uyanık olmalısın. |
3105 |
Time to get up. |
Kalkma zamanı. |
3106 |
It is too early to get up. |
Kalkmak için vakit çok erken. |
3107 |
Go to the hospital. |
Hastaneye git. |
3108 |
You are beautiful. |
Sen güzelsin. |
3109 |
You’re her daughters. |
Siz onun kızlarısınız. |
3110 |
You are actresses. |
Sizler aktrissiniz. |
3111 |
You are the only one. |
Sen teksin. |
3112 |
You are doctors. |
Siz doktorsunuz. |
3113 |
I’ll always love you, no matter what happens. |
Ben her zaman ne olursa olsun seni seveceğim. |
3114 |
Didn’t you hear her speaking French? |
Onun Fransızca konuştuğunu duymadın mı? |
3115 |
You are much too kind to me. |
Sen bana karşı çok fazla naziksin. |
3116 |
Do you know how to use a personal computer? |
Kişisel bir bilgisayarı nasıl kullanacağınızı biliyor musunuz? |
3117 |
You lent a book. |
Bir kitap ödünç verdin. |
3118 |
You’ll go to school tomorrow. |
Yarın okula gideceksin. |
3119 |
You have a telephone. |
Bir telefonun var. |
3120 |
You study Chinese history. |
Çin tarihi öğrenimi yapıyorsun. |
3121 |
You go to the Chikushi river. |
Sen Chikushi nehrine git. |
3122 |
You go to the Chikushi river. |
Chikushi nehrine gidersin. |
3123 |
You are my best friend. |
Sen benim en iyi arkadaşımsın. |
3124 |
You like Kawaguchi. |
Kawaguchi seversin. |
3125 |
You tried. |
Sen çabaladın. |
3126 |
You like elephants. |
Sen filleri seversin. |
3127 |
You have three cars. |
Üç araban var. |
3128 |
You have three cars. |
Üç arabanız var. |
3129 |
Do you study chemistry? |
Kimya öğrenimi yapıyor musun? |
3130 |
Do you study chemistry? |
Kimya mı okuyorsun? |
3131 |
You drink tea. |
Sen çay içersin. |
3132 |
You study English. |
Sen İngilizce öğrenirsin. |
3133 |
You are a doctor. |
Sen bir doktorsun. |
3134 |
You like balls. |
Topları seversin. |
3135 |
You are a tennis player. |
Sen bir tenis oyuncususun. |
3136 |
We’ll leave as soon as you are ready. |
Sen hazır olur olmaz, ayrılacağız. |
3137 |
Let us know when you’ll arrive. |
Ne zaman varacağınızı bize bildirin. |
3138 |
Put your affairs in order. |
İşlerini sıraya koy. |
3139 |
What’s your shoe size? |
Ayakkabı ölçün nedir? |
3140 |
Your shoes want mending. |
Ayakkabılarının tamir edilmesi gerekiyor. |
3141 |
I’ve been anxious to meet you. |
Ben sizinle karşılamaya can atıyorum. |
3142 |
What’s your home address? |
Ev adresin nedir? |
3143 |
Your tap water is too hard. Get a water softener. |
Musluk suyun çok sert. Bir yumuşatma cihazı al. |
3144 |
Thank you again for your kind assistance. |
Nazik yardımınız için tekrar teşekkürler. |
3145 |
I’d like to check some of my valuables. |
Bazı değerli eşyalarımı kontrol etmek istiyorum. |
3146 |
Put your valuables in the safe. |
Değerli eşyalarınızı kasaya koyun. |
3147 |
The valuables are in the bank’s safekeeping. |
Değerli şeyler bankanın korumasındadır. |
3148 |
You should keep your valuables in a safe place. |
Değerli şeylerini güvenli bir yerde muhafaza etmelisin. |
3149 |
She kept her valuables in the bank for safety. |
Güvenlik için kadın, değerli şeylerini bankada sakladı. |
3150 |
Please check your valuables at the front desk. |
Lütfen resepsiyonda değerli eşyalarınızı kontrol edin. |
3151 |
I’m very impressed with your quality control. |
Senin kalite kontrolünden çok etkilendim. |
3152 |
I’d like some information about your new computers. |
Yeni bilgisayarların hakkında biraz bilgi istiyorum. |
3153 |
We have given your order highest priority. |
Siparişinize en büyük önceliği verdik. |
3154 |
I would like to come and see you. |
Gelmek ve seni görmek istiyorum. |
3155 |
The reporter criticized the politician. |
Gazeteci politikacıyı eleştirdi. |
3156 |
The reporter refused to name his sources. |
Muhabir kaynaklarının adını vermeyi reddetti. |
3157 |
The press is interested in his private life. |
Basın onun özel hayatıyla ilgileniyor. |
3158 |
A reporter is interviewing Dr. Patterson about Koko, a talking gorilla. |
Bir muhabir Dr Patterson’la konuşan bir goril olan Koko hakkında görüşme yapıyor. |
3159 |
Reporter: Can you give me an example? |
Muhabir: Bana bir örnek verebilir misin? |
3160 |
How did she tell them? |
O, onlara nasıl söyledi? |
3161 |
Did she hurt that kitten? |
O, kedi yavrusunu incitti mi? |
3162 |
Reporter: Did you buy her a kitten? |
Muhabir: Ona bir yavru kedi mi almıştınız? |
3163 |
Most people think that gorillas are stupid. Is that true? |
Çoğu insan gorillerin aptal olduğunu düşünür. Bu doğru mu? |
3164 |
My memory is failing. |
Hafızam zayıflıyor. |
3165 |
A good memory is his weapon. |
İyi bir bellek onun silahıdır. |
3166 |
It is still fresh in my memory. |
Hafızamda hâlâ taze. |
3167 |
I believe in exercising regularly. |
Düzenli egzersiz yapmaya inanıyorum. |
3168 |
We must observe the rules. |
Biz kurallara uymalıyız. |
3169 |
Technically he is still a student. |
Teknik olarak o hala bir öğrenci. |
3170 |
We punished him according to the rules. |
Onu kurallar uyarınca cezalandırdık. |
3171 |
You must not violate the regulations. |
Yönetmelikleri çiğnememelisiniz. |
3172 |
A fussy referee can ruin a bout. |
Titiz bir hakem maçı bozabilir. |
3173 |
Noriko really is a nice person, isn’t she? |
Noriko gerçekten sevimli bir kişi, değil mi? |
3174 |
In 776 B.C., the first Olympic Games were held at the foot of Mount Olympus to honor the Greeks’ chief god, Zeus. |
Yunanların önde gelen tanrısı Zeus’u şereflendirmek için İsa’dan Önce 776’da ilk Olimpiyat oyunları Olimpos Dağının eteğinde düzenlendi. |
3175 |
By the year 2020, the population of our city will have doubled. |
2020 yılına kadar şehrimizin nüfusu ikiye katlanmış olacak. |
3176 |
Just keep your fingers crossed. |
Sadece bana şans dile. |
3177 |
The train hasn’t arrived yet. |
Tren henüz gelmedi. |
3178 |
The train has not arrived yet. |
Tren henüz varmadı. |
3179 |
The train is ready to start. |
Tren hareket etmeye hazırdır. |
3180 |
The train was about to leave the station. |
Tren istasyondan ayrılmak üzereydi. |
3181 |
Trains come more often than buses. |
Trenler otobüslerden daha sık gelirler. |
3182 |
The train traversed a tunnel. |
Tren bir tünele girdi. |
3183 |
I got there in time for the train. |
Tren için oraya zamanında vardım. |
3184 |
The train was derailed. |
Tren raydan çıktı. |
3185 |
Our train stopped suddenly. |
Bizim tren aniden durdu. |
3186 |
Let’s take a walk for a change. |
Değişiklik olsun diye yürüyüş yapalım. |
3187 |
Let’s eat out for a change. |
Değişiklik olması için dışarıda yiyelim. |
3188 |
Are you feeling sick? |
Kendinizi hasta hissediyor musunuz? |
3189 |
Are you feeling OK? |
İyi hissediyor musunuz? |
3190 |
How do you feel now? |
Şimdi nasıl hissediyorsunuz? |
3191 |
I’m not feeling well. |
İyi hissetmiyorum. |
3192 |
I can’t see you today because I feel ill. |
Bugün hasta hissettiğimden dolayı seni göremem. |
3193 |
Do you feel sick? |
Kendinizi hasta hissediyor musunuz? |
3194 |
I don’t feel well. Could you give me some medicine? |
İyi hissetmiyorum. Bana bir ilaç verir misiniz? |
3195 |
I’m feeling fine now. |
Şimdi iyi hissediyorum. |
3196 |
I’m feeling low. |
Moralim bozuk. |
3197 |
I feel refreshed. |
Yenilenmiş hissediyorum. |
3198 |
You have to be patient. |
Sabırlı olmak zorundasın. |
3199 |
I think I’m going to faint. |
Sanırım bayılacağım. |
3200 |
He gives me the creeps. |
O, beni ürpertir. |
3201 |
Try and calm down. |
Dene ve sus. |
3202 |
Try and calm down. |
Sakinleşmeye çalış. |
3203 |
Don’t change your mind. |
Fikrinizi değiştirmeyin. |
3204 |
I understand how you feel. |
Ben nasıl hissettiğini anlıyorum. |
3205 |
Speak your mind. |
Aklından geçeni söyle. |
3206 |
I really feel for you. |
Gerçekten sana acıyorum. |
3207 |
I know how you feel. |
Nasıl hissettiğini biliyorum. |
3208 |
It was a pleasant day, but there were few people in the park. |
Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı. |
3209 |
It’s a lovely day. |
Bu güzel bir gün. |
3210 |
The climate affected the growth of trees and plants. |
İklim, bitkilerin ve ağaçların büyümesini etkiledi. |
3211 |
Please make yourself at home. |
Lütfen evinde gibi davran. |
3212 |
Take it easy! |
Sakin ol. |
3213 |
Care aged him quickly. |
Bakım onu çabuk yaşlandırdı. |
3214 |
Worry affected his health. |
Endişe onun sağlığını etkiledi. |
3215 |
A balloon was floating in the air. |
Balon havada süzülüyordu. |
3216 |
The balloon descended slowly. |
Balon yavaş yavaş indi. |
3217 |
Take it easy. I can assure you that chances are in your favor. |
Sakin olun. Ben fırsatların sizin lehinize olduğunu size temin ederim. |
3218 |
Take it easy. I can assure you that everything will turn out fine. |
Sakin olun. Ben her şeyin güzel olacağına sizi temin edebilirim. |
3219 |
Take it easy. |
Sakin olun. |
3220 |
Take it easy. |
Kendini yorma. |
3221 |
Let’s take it easy. |
Sakin olalım. |
3222 |
What’s the temperature? |
Sıcaklık nedir? |
3223 |
Low temperatures turn water into ice. |
Düşük ısılar suyu buza çevirir. |
3224 |
The temperature fell several degrees. |
Sıcaklık birkaç derece düştü. |
3225 |
The temperature has suddenly dropped. |
Sıcaklık aniden düştü. |
3226 |
My joints ache when it gets cold. |
Hava soğuk olduğunda eklemlerim ağrıyor. |
3227 |
It’s fine to make grandiose plans, but I’d like you to start with what you have on your plate. |
Bu görkemli planları yapmak iyi fakat tabağında sahip olduğunla başlamanı istiyorum. |
3228 |
I had enough sense to get out of there. |
Buradan çıkacak yeterli sağduyuya sahibim. |
3229 |
Look out! There’s a car coming. |
Dikkat! Gelen bir araba var. |
3230 |
Look out! There’s a hole in the road. |
Dikkat! Yolda bir çukur var. |
3231 |
Take care. |
Kendine iyi bak. |
3232 |
If you’re not careful, you might slip and fall on the icy steps. |
Eğer dikkatli olmazsan ,kayabilir ve buzlu basamakların üstüne düşebilirsin. |
3233 |
I fainted. |
Ben bayıldım. |
3234 |
I was very careful, but I caught a cold. |
Çok dikkatliydim fakat soğuk aldım. |
3235 |
Watch out! There’s a big hole there. |
Dikkat et! Orada büyük bir çukur var. |
3236 |
Take care of yourself, and have a good time! |
Kendine iyi bak ve iyi zaman geçir! |
3237 |
Are you crazy? |
Deli misin? |
3238 |
I wish I could think of something to say. |
Keşke söyleyecek bir şey düşünebilsem. |
3239 |
The pitiful sight moved us to tears. |
Acı manzara bizi gözyaşlarına boğdu. |
3240 |
It’s just your imagination. |
O sadece sizin kuruntunuz. |
3241 |
I hope you’ll like it. |
Ondan hoşlanacağınızı umuyorum. |
3242 |
I hope you’ll like it. |
Ondan hoşlanacağını umuyorum. |
3243 |
You like it, huh? |
Onu seviyorsun, değil mi? |
3244 |
Please think nothing of it. |
Lütfen onunla ilgili bir şey düşünmeyin. |
3245 |
Don’t worry about it! |
Merak etmeyin! |
3246 |
Never mind. |
Aldırma. |
3247 |
Never mind. Anyone can make mistakes. |
Aldırma. Herkes hata yapabilir. |
3248 |
Never mind! |
Boş ver! |
3249 |
Never mind! |
Önemli değil! |
3250 |
It’s all right. |
Sorun değil. |
3251 |
It’s all right. |
Her şey iyi gidiyor. |
3252 |
Forget it. |
Unut gitsin. |
3253 |
I appreciate your concern. |
İlginize minnettarım. |
3254 |
You’ve got a good head on your shoulders. |
Sen akıllı ve zeki birisin. |
3255 |
You’ve got a good head on your shoulders. |
Omuzlarının üzerinde iyi bir kafaya sahipsin. |
3256 |
I’m exhausted. |
Çok yoruldum. |
3257 |
Turn off the television. I can’t concentrate. |
Televizyonu kapa. Konsantre olamıyorum. |
3258 |
I’m out of my mind. |
Aklımı kaybettim. |
3259 |
I’m not in the mood. |
Havamda değilim. |
3260 |
He was so sad that he almost went mad. |
O kadar üzgündü ki neredeyse çıldırmıştı. |
3261 |
I met nobody on my way home. |
Evime giderken kimseye rastlamadım. |
3262 |
In the car on the way home, he was making plans for the next day. |
Arabada eve giderken ertesi gün için planlar yapıyordu. |
3263 |
I met him on my way home. |
Evime giderken ona rastladım. |
3264 |
On his way home, Tom met a man who he thought was an American. |
Tom eve giderken Amerikalı olduğunu düşündüğü bir adamla karşılaştı. |
3265 |
I was caught in shower on my way home. |
Evime giderken sağanağa yakalandım. |
3266 |
You can go home if you like. |
İstersen eve gidebilirsin. |
3267 |
Please turn out the lights when you leave. |
Lütfen gittiğinizde ışıkları kapatınız. |
3268 |
I’m very sorry I came home so late. |
Eve bu kadar geç geldiğim için çok üzgünüm. |
3269 |
You are home late. |
Eve geç geldin. |
3270 |
Can you find your way home? |
Eve giden yolu bulabilir misin? |
3271 |
Don’t play around too much after school. |
Okuldan sonra çok fazla oyalanmayın. |
3272 |
I’m fixing the radio which I found on my way home. |
Eve giderken bulduğum radyoyu tamir ediyorum. |
3273 |
I was caught in a shower on my way home. |
Eve dönerken yağmura yakalanmıştım. |
3274 |
The trip back was very comfortable. |
Dönüş çok rahattı. |
3275 |
Do you have a return ticket to Japan? |
Japonya’ya geri dönüş biletin var mı? |
3276 |
Please drop in at my house on your way home. |
Lütfen eve giderken benim eve uğra. |
3277 |
Please drop in on your way home. |
Lütfen eve giderken uğra. |
3278 |
It’d be great if you could pick up some bread before you come home. |
Eve gelmeden önce ekmek alırsan harika olur. |
3279 |
I don’t wanna go back. |
Dönmek istemiyorum. |
3280 |
Wait here till I come back. |
Ben dönünceye kadar burada bekle. |
3281 |
I will see him after I get back. |
Geri döndükten sonra onunla görüşeceğim. |
3282 |
He asked me to wait there until he came back. |
O dönünceye kadar orada beklememi rica etti. |
3283 |
She scolded the child for coming home so late. |
Eve çok geç geldiği için çocuğu azarladı. |
3284 |
Get back, get back! |
Geri dön, geri dön! |
3285 |
Are there movies on the plane? |
Uçakta film var mı? |
3286 |
He is cranky. |
O huysuz. |
3287 |
Press this button to start the machine. |
Makineyi çalıştırmak için bu butona basın. |
3288 |
I got the machine running. |
Makineyi çalıştırdım. |
3289 |
The machine was clogged with grease. |
Makine, yağdan tıkanmış. |
3290 |
I can do it if you give me a chance. |
Bana bir şans verirsen onu yapabilirim. |
3291 |
Don’t throw away your chance. |
Şansınızı boş vererek değerlendirmeyin. |
3292 |
You must take advantage of the opportunity. |
Fırsattan yararlanmalısın. |
3293 |
I’ll speak to him at the first opportunity. |
İlk fırsatta onunla konuşacağım. |
3294 |
You should see this film if you get the opportunity. |
Fırsatını bulduğunda bu filmi izlemelisin. |
3295 |
I will see him at the first opportunity. |
İlk fırsatta onu göreceğim. |
3296 |
It’s a pity we didn’t visit Tom when we had the chance. |
Fırsatımız varken Tom’u ziyaret etmememiz ne kötü. |
3297 |
He passed the test as was expected. |
Beklenildiği gibi testi geçti. |
3298 |
As was expected, he won the prize. |
Beklenildiği gibi, ödülü kazandı. |
3299 |
You must get the job done before the deadline. |
Son teslim tarihinden önce işi bitirmelisin. |
3300 |
How long do you want it for? |
Onu ne kadar süredir istiyorsun? |
3301 |
I have already done my homework. |
Ev ödevimi zaten yaptım. |
3302 |
The flag is up. |
Bayrak yukarda. |
3303 |
When I tried to move the desk, one of its legs made a jarring sound as it scraped across the floor. |
Masayı taşımaya çalıştığımda karşıya çekerken bacaklarından biri kulak tırmalayıcı bir ses yaptı. |
3304 |
The desk is covered with dust. |
Sıra tozla kaplı. |
3305 |
The desk is covered with dust. |
Masa tozla kaplı. |
3306 |
Look at the book on the desk. |
Masadaki kitaba bak. |
3307 |
He noticed a letter on the desk. |
O, masanın üstündeki bir mektubu fark etti. |
3308 |
The dictionary on the desk is mine. |
Sıradaki sözlük benim. |
3309 |
The money on the desk is not mine. |
Masadaki para benimki değil. |
3310 |
A book is lying on the desk. |
Sıranın üzerinde bir kitap duruyor. |
3311 |
I see a book on the desk. |
Masanın üstünde bir kitap görüyorum. |
3312 |
There is a book on the desk. |
Sıranın üstünde bir kitap var. |
3313 |
There is a map on the desk. |
Masanın üstünde bir harita var. |
3314 |
There is a fan on the desk. |
Masanın üzerinde bir fan vardır. |
3315 |
There are some books on the desk. |
Masanın üstünde bazı kitaplar vardır. |
3316 |
There is a key on the desk. |
Masanın üzerinde bir anahtar vardır. |
3317 |
I see a flower on the desk. |
Masanın üzerinde bir çiçek görüyorum. |
3318 |
What is on the desk? |
Masanın üstündeki nedir? |
3319 |
There is an album on the desk. |
Masanın üstünde bir albüm var. |
3320 |
There is a card on the desk. |
Masada bir kart var. |
3321 |
There is a dictionary on the desk. |
Masanın üstünde bir sözlük var. |
3322 |
There is an apple on the desk. |
Masanın üstünde bir elma var. |
3323 |
Is there a pen on the desk? |
Masada bir kalem var mı? |
3324 |
Dust had accumulated on the desk. |
Masanın üstünde toz birikmiş. |
3325 |
There is only one book on the desk. |
Masanın üstünde sadece bir kitap vardır. |
3326 |
There is a pair of scissors on the desk. |
Masanın üstünde bir makas var. |
3327 |
There are several books on the desk. |
Masanın üstünde birkaç kitap vardır. |
3328 |
There is a bag on the desk. |
Masanın üzerinde bir çanta vardır. |
3329 |
Look at that picture on the desk. |
Masadaki şu resme bak. |
3330 |
There is a cat under the desk. |
Masanın altında bir kedi var. |
3331 |
There is an apple under the desk. |
Masanın altında bir elma var. |
3332 |
Are there any books under the desk? |
Masanın altında hiç kitap var mı? |
3333 |
A cat appeared from under the desk. |
Masanın altından bir kedi çıktı. |
3334 |
The desk drawer is open. |
Masa çekmecesi açık. |
3335 |
I put down a rug under my desk. |
Masamın altına bir kilim koydum. |
3336 |
I fell asleep while studying at my desk. |
Masamda çalışırken uykuya daldım. |
3337 |
Desk work is just not my cup of tea. |
Masa işi sevdiğim bir iş değil. |
3338 |
I agree with you to a degree. |
Ben, bir dereceye kadar sizinle aynı fikirdeyim. |
3339 |
You cannot appreciate the poem until you have read it many times. |
Birçok kez okuyuncaya kadar şiiri kavrayamazsın. |
3340 |
The treaty has been concluded after many twists and turns. |
Birçok karışıklıktan sonra, antlaşma sonuçlandırıldı. |
3341 |
I’ll give you as many as you like. |
Sana istediğin kadar çok sayıda vereceğim. |
3342 |
Several newspapers published the story. |
Birkaç gazete haberi yayınladı. |
3343 |
You must not give up hope. |
Umudunu kaybetmemelisin. |
3344 |
Don’t give up hope. |
Umudunu yitirme. |
3345 |
As long as you have hope, a chance remains. |
Umudun olduğu sürece, bir şans vardır. |
3346 |
The importation of rare wild animals to this country is strictly prohibited. |
Ender vahşi hayvanların bu ülkeye ithalatı kesinlikle yasaklanmıştır. |
3347 |
No one can turn the clock back. |
Kimse zamanı geriye alamaz. |
3348 |
It may sound strange, but what she said is true. |
Garip gelebilir ama söylediği doğru. |
3349 |
It may sound strange, but what she said is true. |
Kulağa garip geliyor olabilir ama söylediği doğru. |
3350 |
It may sound strange, but what he said is true. |
Garip gelebilir ama söylediği doğru. |
3351 |
It may sound strange, but what he said is true. |
Kulağa garip geliyor olabilir ama söylediği doğru. |
3352 |
It may sound strange, but it is true. |
Kulağa garip gelebilir ama bu doğru. |
3353 |
A novel idea occurred to me. |
Aklıma yeni bir fikir geldi. |
3354 |
The magician’s tricks surprised us. |
Büyücünün hileleri bizi şaşırttı. |
3355 |
Basically, I agree with your opinion. |
Temel olarak, fikrine katılıyorum. |
3356 |
Don’t let your feelings show. |
Duygularının ortaya çıkmasına izin verme. |
3357 |
I’ll be glad to help him. |
Ona yardım etmekten memnun olurum. |
3358 |
I’m willing to help him. |
Ona yardım etmeye istekliyim. |
3359 |
I’ll be happy to answer your question. |
Sorunuzu cevaplamaktan mutlu olacağım. |
3360 |
I’ll be glad to come. |
Gelmekten memnuniyet duyarım. |
3361 |
I will gladly help you. |
Ben size memnuniyetle yardımcı olurum. |
3362 |
I will gladly help you. |
Size memnuniyetle yardımcı olurum. |
3363 |
I will be very happy to accept your invitation. |
Davetini kabul etmekten çok mutlu olacağım. |
3364 |
I’ll be glad to. |
Memnun olurum. |
3365 |
I will be glad to help you. |
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum. |
3366 |
I am ready to go with you. |
Ben sizinle birlikte gitmek için hazırım. |
3367 |
I’m glad you enjoyed it. |
Ondan hoşlandığına memnun oldum. |
3368 |
I’d be happy to attend your party. |
Partine katılmaktan mutluluk duyarım. |
3369 |
I will be pleased to help you. |
Sana yardım etmekten mutlu olacağım. |
3370 |
Joy was mingled with sorrow. |
Joy üzüntüden altüst olmuştu. |
3371 |
Tears of joy rained down their cheeks. |
Sevinç gözyaşları onların yanaklarından aktı. |
3372 |
Delight is the opposite of sorrow. |
Sevinmek, üzülmenin karşıtıdır. |
3373 |
It is easier to sympathize with sorrow than to sympathize with joy. |
Üzüntüyü paylaşmak neşeyi paylaşmaktan daha kolaydır. |
3374 |
I jumped for joy. |
Ben sevinçten zıpladım. |
3375 |
His joy showed on his face. |
Onun sevinci yüzüne yansımıştı. |
3376 |
Sensing danger, he ran away. |
Tehlikeyi hissetti, kaçtı. |
3377 |
When they are in danger, they run away. |
Onlar tehlikede olduğunda, kaçarlar. |
3378 |
In a crisis, you must get in touch with your teacher. |
Bir krizde öğretmenin ile temas kurmalısın. |
3379 |
The red lamp lights up in case of danger. |
Kırmızı lamba tehlike halinde yanar. |
3380 |
There’s a scent of danger. |
Tehlike kokusu var. |
3381 |
Dangerous driving should be punished. |
Tehlikeli sürüş cezalandırılmalı. |
3382 |
Is there any danger? |
Herhangi bir tehlike var mı? |
3383 |
He remains calm in the face of danger. |
O, tehlike karşısında sakin kalır. |
3384 |
No idea of danger crossed my mind then. |
O zaman hiçbir tehlike fikri aklımdan geçmedi. |
3385 |
The more danger, the more honor. |
Ne kadar tehlike, o kadar onur. |
3386 |
This doesn’t mean the danger has passed. |
Bu tehlike geçti anlamına gelmez. |
3387 |
Dangers give relish to an adventure. |
Tehlikeler bir maceraya zevk verir. |
3388 |
Danger. Keep out! |
Tehlike. Uzak durun! |
3389 |
In a crisis you must keep your head. |
Bir krizde soğukkanlı olmalısın. |
3390 |
It is essential to keep calm in a time of crisis and avoid going haywire. |
Bir kriz anında sakin kalmak ve kontrolü kaybetmemek gereklidir. |
3391 |
I almost missed the train. |
Az daha treni kaçırıyordum. |
3392 |
I almost missed the train. |
Neredeyse treni kaçırıyordum. |
3393 |
I was nearly run over by a car. |
Neredeyse araba beni ezecekti. |
3394 |
If it gets dangerous, give me a call. |
Tehlikeli olursa, beni ara. |
3395 |
Don’t run risks. |
Risk almayın. |
3396 |
Don’t take chances. |
Şansa bırakmayın. |
3397 |
Look out! There’s a truck coming! |
Dikkat edin! Gelen bir kamyon var! |
3398 |
Look out! |
Dikkat et! |
3399 |
I came near to being drowned. |
Neredeyse boğuluyordum. |
3400 |
I was almost run over by a car. |
Neredeyse bir araba tarafından eziliyordum. |
3401 |
I barely missed being struck. |
Çarpılmaktan zar zor kurtuldum. |
3402 |
I had a narrow escape. |
Zor kurtuldum. |
3403 |
It was a close call when the little girl almost drowned in the lake. |
Küçük kız gölde boğulmaktan neredeyse kıl payı kurtuldu. |
3404 |
Corporate bankruptcies continued at a high level last month. |
Şirket iflasları geçen ay yüksek bir düzeyde devam etti. |
3405 |
Corporate earnings in the first quarter improved sharply. |
Şirket kazançları ilk çeyrekte keskin şekilde gelişti. |
3406 |
I hope my dream will come true. |
Umarım hayalim gerçek olur. |
3407 |
Did you get your wish? |
Dileğiniz gerçekleşti mi? |
3408 |
You look pale. Shall I call the doctor? |
Solgun görünüyorsun. Doktoru arayayım mı? |
3409 |
He looks pale. |
O solgun görünüyor. |
3410 |
You look pale. What’s the matter with you? |
Solgun görünüyorsun. Neyin var? |
3411 |
You look pale. You’d better take a day off. |
Solgun görünüyorsun. Bir gün izin alsan iyi olur. |
3412 |
Wash your face. |
Yüzünüzü yıkayın. |
3413 |
He told me to wash my face. |
O, bana yüzümü yıkamamı söyledi. |
3414 |
Wipe your face clean. |
Yüzünüzü temiz silin. |
3415 |
To lose face means to be humiliated. |
İtibarını kaybetmek aşağılanmak anlamına gelir. |
3416 |
Wash up. |
Yıkayın. |
3417 |
Your face is red. |
Yüzün kızarmış. |
3418 |
My face twitches. |
Yüzüm seğiriyor. |
3419 |
Beauty without goodness is worth nothing. |
İyiliği olmayan güzelliğin değeri hiçbir şeydir. |
3420 |
If it becomes stubborn indeed it stands alone. |
Eğer inatçı olursan kesinlikle yalnız kalırsın. |
3421 |
You should be friendly rather than stubborn. |
Aksi olmamalısın ve arkadaş canlısı olmalısın. |
3422 |
I’ve got my stubbornness from my father. |
İnatçı yanım babamdan gelmedir. |
3423 |
I’ve lost my glasses. |
Benim gözlüğümü kaybettim. |
3424 |
Since the bridge looks like a pair of glasses, they call it Meganebashi. |
Köprü gözlüğe benzediği için, ona Meganebashi diyorlar. |
3425 |
A person with weak eyes can’t see far. |
Gözleri zayıf olan bir kişi uzağı göremez. |
3426 |
The cancer has spread to her stomach. |
Kanser midesine yayıldı. |
3427 |
Cancer can be cured if discovered in time. |
Zamanında teşhis konulursa kanser tedavi edilebilir. |
3428 |
Can you hear the noise of the waves on the beach? |
Plajdaki dalgaların sesini duyabiliyor musun? |
3429 |
I can see some boats far away from the shore. |
Kıyıdan uzakta bazı botlar görüyorum. |
3430 |
I am glad that the matter was settled amicably. |
Meselenin dostça halledilmesine memnunum. |
3431 |
Korean food is generally very spicy. |
Kore ‘nin yemekleri genellikle çok baharatlı olur |
3432 |
What languages do they speak in Korea? |
Kore’de hangi dilleri konuşurlar? |
3433 |
A customs declaration is required. |
Bir gümrük beyanı gereklidir. |
3434 |
I would like to stress that it is more convenient to control tariffs as a bloc rather than country by country. |
Tarifeleri blok olarak kontrol etmenin ülke ülke kontrol etmekten daha uygun olduğunu vurgulamak istiyorum. |
3435 |
We hope to lower the tariff. |
Biz tarifeyi düşürmeyi umuyoruz. |
3436 |
The countries concerned settled the dispute by peaceful means. |
İlgili ülkeler anlaşmazlığı barışçıl yollarla çözdü. |
3437 |
Social unrest may come about as a result of the endless rising of prices. |
Sürekli yükselen fiyatların bir sonucu olarak sosyal huzursuzluk çıkabilir. |
3438 |
Don’t eat between meals. |
Öğünler arası yemek yeme. |
3439 |
Eating between meals is a bad habit. |
Öğünler arasında yemek yemek kötü bir alışkanlıktır. |
3440 |
We found the failure of the experiment at the last moment. |
Son zamanlarda deneyin başarısızlığını bulduk. |
3441 |
It’s as deep as it is wide. |
Genişliği kadar derindir. |
3442 |
That was a close call. |
Kıl payı kurtuldu. |
3443 |
By mistake I boarded a train going in the opposite direction. |
Yanlışlıkla ters yöne giden bir trene bindim. |
3444 |
I’m afraid I took your umbrella by mistake. |
Korkarım ki yanlışlıkla senin şemsiyeni aldım. |
3445 |
I’m afraid I took your umbrella by mistake. |
Maalesef yanlışlıkla sizin şemsiyenizi aldım. |
3446 |
Correct my spelling if it’s wrong. |
Eğer hatalıysa yazımı düzelt. |
3447 |
Cross out all the wrong answers. |
Tüm yanlış cevapların üstünü çiz. |
3448 |
The wrong time, the wrong place. |
Yanlış zamanda, yanlış yerde. |
3449 |
If you make a mistake, just cross it out neatly. |
Eğer bir hata yaparsanız, sadece düzgün bir şekilde çiziniz. |
3450 |
I think you have sent me a wrong order. |
Bana yanlış bir sipariş gönderdiğini düşünüyorum. |
3451 |
I must have made a mistake. |
Ben bir hata yapmış olmalıyım. |
3452 |
Don’t laugh at him for making a mistake. |
Hata yaptığı için ona gülme. |
3453 |
To make mistakes is not always wrong. |
Hata yapmak her zaman yanlış değildir. |
3454 |
I entered someone else’s room by mistake. |
Ben yanlışlıkla başka birinin odasına girdim. |
3455 |
I put my gloves on inside out by mistake. |
Eldivenlerimi yanlışlıkla ters giydim. |
3456 |
It was you that made the mistake! |
Hatayı yapan sendin. |
3457 |
You have the wrong number. |
Yanlış numara çevirdiniz. |
3458 |
Correct the errors if there are any. |
Eğer varsa hataları düzeltin. |
3459 |
Don’t be afraid of making mistakes. |
Hatalar yapmaktan korkmayın. |
3460 |
I’m very sorry about the mistake. |
Hata hakkında çok üzgünüm. |
3461 |
You won’t make mistakes. |
Hatalar yapmayacaksın. |
3462 |
Correct the mistake and return the file to Mr Luxemburg. |
Hatayı düzeltin ve dosyayı Bay Luxemburg’a iade edin. |
3463 |
It took him only a few minutes to realize his mistakes. |
Hatalarını fark etmek onun sadece birkaç dakikasını aldı. |
3464 |
People who are afraid of making mistakes will make no progress in English conversation. |
Hata yapmaktan korkan kişiler İngilizce konuşmada gelişme kaydedemez. |
3465 |
It’s absurd never to admit your mistakes. |
Hatalarını asla kabul etmemen saçma. |
3466 |
Don’t worry about making mistakes. |
Hata yapma konusunda endişelenmeyin. |
3467 |
Don’t make a mistake. |
Hata yapma. |
3468 |
The number of mistakes is ten at most. |
Hataların sayısı en fazla ondur. |
3469 |
It’s a common mistake. |
Bu yaygın bir hatadır. |
3470 |
It’s a common mistake. |
O yaygın bir hata. |
3471 |
An error was made. |
Bir hata yapıldı. |
3472 |
There appears to have been a mistake. |
Bir hata var gibi görünüyor. |
3473 |
I’m looking forward to seeing you soon. |
Kısa sürede seni görmeye can atıyorum. |
3474 |
We are looking forward to seeing you soon. |
Kısa sürede seninle görüşmeye can atıyoruz. |
3475 |
It’s going to clear up soon. |
Yakında hava açacak. |
3476 |
I’m afraid not. |
Korkarım ki öyle değil. |
3477 |
I didn’t think you were going to make it. |
Senin onu yapacağını düşünmüyordum. |
3478 |
Walk fast so as to be in time. |
Zamanında ulaşmak için hızlı yürü. |
3479 |
We’re counting on you to wake us up in time, so don’t fall asleep. |
Senden bizi zamanında uyandırmanı bekliyoruz bu yüzden uykuya dalma. |
3480 |
You look very dignified. |
Çok ağırbaşlı görünüyorsun. |
3481 |
What I like best is going on Ferris wheels. |
Dönme dolaba binmek benim en sevdiğim şeydir. |
3482 |
The crowd may be on the side of Luciano, but the champ has got the skill to win and that’s what matters. |
Kalabalık Luciano tarafında olabilir ama şampiyon kazanma becerisine sahip ve önemli olan budur. |
3483 |
All the audience was excited. |
Bütün seyirciler heyecanlandı. |
3484 |
The tourists wandered around the stores. |
Turistler dükkanların etrafında dolaştı. |
3485 |
The number of tourists has increased greatly in recent years. |
Turist sayısı son yıllarda büyük oranda arttı. |
3486 |
Tourists have increased in number. |
Turistler sayıca arttı. |
3487 |
Have the tourists all gone on board? |
Bütün turistler gemiye bindiler mi? |
3488 |
Where is the tourist information office? |
Turizm danışma bürosu nerede? |
3489 |
I want to get a sightseeing visa. |
Bir gezi için vize almak istiyorum. |
3490 |
Is there a tour guide available? |
Müsait bir tur rehberi var mı? |
3491 |
Tourism generated many new jobs. |
Turizm birçok yeni iş üretti. |
3492 |
The audience applauded for a full five minutes. |
Seyirci tam beş dakika alkışladı. |
3493 |
The audience applauded for a full five minutes. |
Seyirci tam beş dakika ellerini çırptı. |
3494 |
The audience applauded the actress. |
Seyirci aktrisi alkışladı. |
3495 |
It is not what you read but how you read it that counts. |
Önemli olan ne okuduğun değil onu nasıl okuduğundur. |
3496 |
The can is empty. |
Teneke boş. |
3497 |
I had no difficulty in finding his office. |
Onun ofisini bulmada zorluk çekmedim. |
3498 |
People could have avoided many mistakes by simple experiments. |
İnsanlar basit deneyimlerle birçok hatadan kaçınabilirlerdi. |
3499 |
It is written in simple English. |
O, basit İngilizce ile yazılmıştır. |
3500 |
I need a concise explanation. |
Kısa ve öz bir açıklamaya ihtiyacım var. |
3501 |
Nurses attend to sick people. |
Hemşireler, hasta insanlarla ilgilenirler. |
3502 |
The nurse is dressed in white. |
Hemşire beyaz giyindi. |
3503 |
The nurse took his temperature with a thermometer. |
Hemşire termometreyle ateşini ölçtü. |
3504 |
The nurse looked after the babies. |
Hemşire bebeklere baktı. |
3505 |
The nurse gave me a shot. |
Hemşire bana bir iğne yaptı. |
3506 |
The nurse soothed the crying child. |
Hemşire ağlayan çocuğu yatıştırdı. |
3507 |
The nurse anticipated all his wishes. |
Hemşire onun bütün isteklerini tahmin etti. |
3508 |
Please follow the nurse’s directions. |
Lütfen hemşirenin emirlerine uyun. |
3509 |
A nurse wears white. |
Bir hemşire beyaz giyer. |
3510 |
The nurse took his temperature. |
Hemşire onun ateşini ölçtü. |
3511 |
A nurse took my temperature. |
Bir hemşire ateşimi ölçtü. |
3512 |
The nurse will tell you how to do it. |
Hemşire onu nasıl yapacağını sana söyleyecek. |
3513 |
Sugar replaced honey as a sweetener. |
Şeker tatlandırıcı olarak balın yerini aldı. |
3514 |
You shouldn’t expect things to be easy. |
İşlerin kolay olmasını beklememelisin. |
3515 |
I want something sweet. |
Tatlı bir şey istiyorum. |
3516 |
I can’t resist sweet things. |
Tatlı şeylere dayanamam. |
3517 |
Too many sweets cause your teeth to decay. |
Fazla şeker dişlerinde çürümeye sebep olur. |
3518 |
I’m cutting down on sweets. |
Şekerlemeyi azaltıyorum. |
3519 |
He’s a pushover. |
O, çantada kekliktir. |
3520 |
The destruction of the environment is appalling. |
Çevrenin tahribi dehşet vericidir. |
3521 |
Environmental pollution is causing abnormal weather conditions. |
Çevre kirlenmesi anormal hava koşullarına neden oluyor. |
3522 |
Some factories pollute the environment. |
Bazı fabrikalar çevreyi kirletir. |
3523 |
Sweat is dripping from his face. |
Onun yüzünden ter damlıyor. |
3524 |
Kanji are difficult to read. |
Kanji’nin okunması zordur. |
3525 |
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time. |
Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz. |
3526 |
Happy Thanksgiving Day. |
Mutlu Şükran Günü. |
3527 |
I can’t think of the right words with which to express my thanks. |
Ben teşekkürlerimi ifade etmek için doğru kelimeleri düşünemiyorum. |
3528 |
I’d like to express my gratitude. |
Minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. |
3529 |
I don’t know how to express my thanks. |
Ben teşekkürlerimi nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. |
3530 |
May I present this to you in token of my appreciation? |
Minnettarlığımın bir ifadesi olarak bunu size sunabilir miyim? |
3531 |
Even though I felt that there was something strange, I just didn’t know what it was. |
Ben garip bir şey olduğunu hissetmiş olmama rağmen, ben sadece onun ne olduğunu bilmiyordum. |
3532 |
The patient was lying in the bed with his eyes closed. |
Hasta gözleri kapalı yatakta yatıyordu. |
3533 |
The patient was recovering daily. |
Hasta her gün toparlanıyordu. |
3534 |
The patient was recovering daily. |
Hasta her gün iyileşiyordu. |
3535 |
The patient is steadily recovering. |
Hasta sürekli iyileşiyor. |
3536 |
The patient was discharged from hospital. |
Hasta hastaneden taburcu edildi. |
3537 |
The doctor emphasized that the patient had only a few days. |
Doktor hastanın sadece birkaç günlük ömrü olduğunu vurguladı. |
3538 |
The patient got better little by little. |
Hasta azar azar iyileşti. |
3539 |
The patient is out of danger now. |
Hasta şimdi tehlikeyi atlattı. |
3540 |
The patient was allowed up. |
Hastaya izin verildi. |
3541 |
The patient will soon recover from his illness. |
Hasta yakında sağlığına kavuşacak. |
3542 |
The patient will soon recover from his illness. |
Hasta yakında hastalığını atlatacak. |
3543 |
The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more. |
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı. |
3544 |
Patients often die simply because they yield to their diseases. |
Hastalar çoğunlukla sadece hastalıklarına boyun eğdikleri için ölürler. |
3545 |
The condition of the patient turned for the better. |
Hastanın durumu daha iyiye doğru yöneldi. |
3546 |
The patient’s life was in danger. |
Hastanın hayatı tehlike altında idi. |
3547 |
The patient’s condition changes from day to day. |
Hastanın durumu günden güne değişiyor. |
3548 |
The condition of the patients changes every day. |
Hastaların durumu her gün değişir. |
3549 |
The patient is sick beyond all hope. |
Hasta ümitsiz bir hasta. |
3550 |
The patient is sick beyond all hope. |
Hastanın iyileşme umudu yok. |
3551 |
Give medicine to the patient right away. |
Hastaya hemen ilaç verin. |
3552 |
I cannot say for certain that the patient will recover. |
Hastanın iyileşeceğine dair kesin bir şey söyleyemem. |
3553 |
The construction of a highway will contribute to the growth of the suburbs. |
Ana yollar banliyölerin büyümesine katkıda bulunacaktır. |
3554 |
Dried fish is not to my taste. |
Kurutulmuş balık benim damak tadıma uygun değil. |
3555 |
If the hay caught fire, it would be a real disaster. |
Eğer saman yanarsa, gerçek bir felaket olur. |
3556 |
We stored the hay in the barn. |
Biz samanı samanlıkta depoladık. |
3557 |
A spontaneous fire started in the hay. |
Samanda kendiliğinden yangın başladı. |
3558 |
Try to be generous and forgive. |
Cömer olmaya çalış ve affet. |
3559 |
Generosity is innate in some people. |
Cömertlik bazı kişilerde doğuştandır. |
3560 |
The bureaucrats maintain solid ties with the gigantic corporations. |
Bürokratlar dev şirketler ile sağlam bağları sürdürürler. |
3561 |
I have yet to find a perfect husband. |
Henüz mükemmel bir kocayla karşılaşmadım. |
3562 |
No problem at all! |
Hiç sorun değil! |
3563 |
The best is often the enemy of the good. |
En iyiler çoğunlukla iyilerin düşmanıdır. |
3564 |
I beat him completely in the debate. |
Tartışmada onu tamamen yendim. |
3565 |
It seems unlikely that any society could completely dispense with myths. |
Herhangi bir toplumun efsanelerinden tamamen vazgeçebilmesi olası görünmüyor. |
3566 |
It cannot be completely cured. |
O tamamen tedavi edilemez. |
3567 |
Full religious freedom is assured to all people. |
Tam din özgürlüğü tüm insanlar için güvence altına alınmıştır. |
3568 |
It no longer seems to be a perfect circle. |
O, artık mükemmel bir daire gibi görünmüyor. |
3569 |
You have our permission to include our software on condition that you send us a copy of the final product. |
Nihayi ürünün bir kopyasını göndermek şartıyla bizim yazılımı dahil etmeniz için iznimiz var. |
3570 |
Fluency in English is a must. |
İngilizcede akıcılık bir zorunluluktur. |
3571 |
Give me a break. |
Beni rahat bırak. |
3572 |
Check, please. |
Hesap, lütfen. |
3573 |
Please add up the bill. |
Lütfen fatura ekleyiniz. |
3574 |
We’d like separate checks. |
Biz ayrı hesaplar istiyoruz. |
3575 |
I think there’s a mistake in my bill. |
Faturamda bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum. |
3576 |
I think there’s a mistake in my bill. |
Sanırım faturamda bir hata var. |
3577 |
Give me the bill, please. |
Bana hesabı getir, lütfen. |
3578 |
May I have the check, please? |
Hesabı alabilir miyim, lütfen? |
3579 |
The bill must be paid today. |
Senet bugün ödenmeli. |
3580 |
The bill must be paid today. |
Hesap bugün ödenmelidir. |
3581 |
I’ll foot the bill. |
Senedi ödeyeceğim. |
3582 |
The bill amounts to 500 dollars. |
Senet tutarı 500 dolar. |
3583 |
I paid the bill out of my expense account. |
Ben faturayı gider hesabımdan ödedim. |
3584 |
Business is business. |
İş iştir. |
3585 |
Charge this bill to me. |
Bu faturayı benim hesabıma yazın. |
3586 |
The bills are all done by computers. |
Tüm faturalar bilgisayarlar tarafından düzenlenir. |
3587 |
The bill amounted to 500 dollars. |
Fatura 500 dolar tutuyordu. |
3588 |
The bill amounts to five thousand yen. |
Fatura tutarı 5000 yendir. |
3589 |
The cold wind cut me to the bone. |
Soğuk rüzgar iliklerime kadar üşüttü. |
3590 |
A cold spell gripped Europe. |
Bir soğuk hava dalgası Avrupa’yı vurdu. |
3591 |
Thermometers often go below zero. |
Termometreler çoğunlukla sıfırın altına iner. |
3592 |
I have a chill. |
Üşüyorum. |
3593 |
I feel cold. |
Üşüyorum. |
3594 |
Don’t you feel cold? |
Üşümüyor musun? |
3595 |
I don’t mind the cold, but I can’t stand the heat. |
Soğuğu umursamam ama sıcağa dayanamam. |
3596 |
Feeling chilly, I turned on the heater. |
Üşüyüp ısıtıcıyı açtım. |
3597 |
I’m freezing. |
Çok üşüyorum. |
3598 |
My hands are numb from the cold. |
Ellerim soğuktan uyuşmuş. |
3599 |
It was cold, and in addition, it was windy. |
Hava soğuktu ve üstelik rüzgarlıydı. |
3600 |
Nobody wants to work outdoors on a cold day. |
Soğuk bir günde kimse dışarıda çalışmak istemez. |
3601 |
Nobody wants to work outdoors on a cold day. |
Hiç kimse soğuk bir günde dışarıda çalışmak istemez. |
3602 |
The cold weather continued for three weeks. |
Soğuk hava üç hafta devam etti. |
3603 |
I find it hard to get up early on cold mornings. |
Soğuk sabahlarda erken kalkmayı zor bulurum. |
3604 |
Cold weather is coming. |
Soğuk hava geliyor. |
3605 |
The cold climate affected his health. |
Soğuk iklim onun sağlığını etkiledi. |
3606 |
We have had a long spell of cold weather. |
Uzun bir soğuk hava dönemi geçirdik. |
3607 |
I’m cold. May I close the window? |
Üşüyorum. Pencereyi kapatabilir miyim? |
3608 |
I feel cold. Would you shut the window, please? |
Üşüyorum. Lütfen pencereyi kapatır mısın? |
3609 |
I’m looking for batteries. |
Ben pil arıyorum. |
3610 |
Dry sand absorbs water. |
Kuru kum su emer. |
3611 |
Bring me a dry towel. |
Bana kuru bir havlu getirin. |
3612 |
I have lived in Kamakura for twelve years. |
On iki yıldır Kamakura’da yaşıyorum. |
3613 |
Air the futon. |
Futonu havalandır. |
3614 |
The stock market is in a prolonged slump. |
Menkul kıymetler borsası sürüp giden bir ekonomik kriz içindedir. |
3615 |
The stock market has dropped today. |
Borsa bugün düştü. |
3616 |
The stock market is very active. |
Borsa çok hareketlidir. |
3617 |
The stock market is severely depressed. |
Borsa ciddi biçimde durgun. |
3618 |
You have no grounds for accusing Jill of stealing the stock certificates. |
Jill’i hisse senetlerini çalmakla suçlayacak hiçbir dayanağın yok. |
3619 |
Stock prices plunged to a record low. |
Hisse senedi fiyatları rekor seviyede düştü. |
3620 |
Stock prices dropped. |
Hisse senedi fiyatları düştü. |
3621 |
Stocks hit a new high. |
Hisse senetleri yeni bir zirve yaptı. |
3622 |
Will you open the bag? |
Çantayı açar mısın? |
3623 |
You may leave your bag here. |
Çantanı buraya bırakabilirsin. |
3624 |
I need a bag. Will you lend me one? |
Bir çantaya ihtiyacım var. Bir tane ödünç verir misin? |
3625 |
Don’t step on the broken glass. |
Kırık cam üstüne basmayın. |
3626 |
How much was the additional charge? |
Ek ücret ne kadardı? |
3627 |
Don’t cut in line. |
Kuyruğa kaynak yapma. |
3628 |
Let’s split it. |
Hesabı paylaşalım. |
3629 |
Don’t buy things on credit. |
Eşyaları kredili almayın. |
3630 |
Hang your coat on the hook. |
Ceketini askıya as. |
3631 |
The sum came to over 20,000 yen. |
Tutar 20,000 yenin üzerine çıktı. |
3632 |
The band played several marches. |
Bando çeşitli marşlar çaldı. |
3633 |
The band paraded the streets. |
Bando caddelerde geçit töreni yaptı. |
3634 |
A band led the parade through the city. |
Bir grup kentin içinden geçit açtı. |
3635 |
It’s a piece of cake. |
Onu yapmak çok kolay. |
3636 |
Do you play a musical instrument? |
Bir müzik aleti çalar mısın? |
3637 |
After a storm comes a calm. |
Her yokuşun bir inişi vardır. |
3638 |
Easy come, easy go. |
Haydan gelen huya gider. |
3639 |
Have fun. |
Eğlenmenize bakın. |
3640 |
Have a nice time. |
İyi eğlenceler. |
3641 |
Have a good time. |
İyi eğlenceler. |
3642 |
Are you enjoying it? |
Ondan hoşlanıyor musun? |
3643 |
Enjoy yourself! |
Keyfinize bakın. |
3644 |
I’m looking forward to it. |
Ben onun için sabırsızlanıyorum. |
3645 |
I’m looking forward to it. |
Ben ona can atıyorum. |
3646 |
I’m looking forward to it. |
Ben onu dört gözle bekliyorum. |
3647 |
Have fun, but don’t get lost. |
Eğlenin ama kaybolmayın. |
3648 |
Did you have a good time? |
Eğlendin mi? |
3649 |
Did you enjoy yourself? |
Eğlendiniz mi? |
3650 |
We are having a good time. |
Biz iyi vakit geçiriyoruz. |
3651 |
We are having a good time. |
Biz eğleniyoruz. |
3652 |
Let’s have some fun. |
Haydi biraz eğlenelim. |
3653 |
I hope you’re having fun. |
İnşallah eğleniyorsun. |
3654 |
Are you having a good time? |
İyi vakit geçiriyor musunuz? |
3655 |
Enjoy your trip. |
Seyahatin tadını çıkarın. |
3656 |
I hope you had a nice trip. |
Umarım iyi bir gezi yaptınız. |
3657 |
Thank you for the pleasant evening. |
Hoş bir akşam için teşekkür ederim. |
3658 |
Sweet dreams, Timmy. |
Tatlı rüyalar, Timmy. |
3659 |
Have a nice weekend. |
Güzel bir hafta sonu geçirin. |
3660 |
Have a nice weekend. |
İyi hafta sonları! |
3661 |
Have a nice flight. |
İyi uçuşlar. |
3662 |
Did you have a good weekend? |
Hafta sonun iyi geçti mi? |
3663 |
Have a nice vacation. |
İyi tatiller. |
3664 |
Let’s sing a happy song. |
Mutlu bir şarkı söyleyelim. |
3665 |
Have a nice summer vacation. |
Güzel bir yaz tatili geçirmeni dilerim. |
3666 |
It’s our pleasure. |
O zevk bize ait. |
3667 |
She can express her feelings when she feels happy or sad. |
O mutlu ya da üzgün hissettiğinde hislerini ifade edebilir. |
3668 |
He was at a loss as to which faculty to choose. |
Hangi fakülteyi seçeceği hakkında şaşırmıştı. |
3669 |
The students are having a recess now. |
Öğrenciler şimdi bir tatile giriyorlar. |
3670 |
Students are open to the influence of their teachers. |
Öğrenciler öğretmenlerinin etkilerine açıktırlar. |
3671 |
The students are making good progress in English. |
Öğrenciler İngilizcede iyi ilerleme yapıyorlar. |
3672 |
I don’t think any more students want to come. |
Daha çok öğrencinin gelmek istediğini sanmıyorum. |
3673 |
All the students recognized her as their representative. |
Bütün öğrenciler onu temsilcileri olarak tanıdılar. |
3674 |
All of the students were present. |
Öğrencilerin hepsi mevcuttu. |
3675 |
I got to know him when I was a student. |
Ben bir öğrenci iken onunla tanıştım. |
3676 |
I regret having been idle in my school days. |
Okul günlerimde aylak olduğum için pişmanım. |
3677 |
I regret having been idle in my school days. |
Okul günlerimde başıboş olduğum için pişmanım. |
3678 |
I used to go fishing in my school days. |
Okul günlerimde balık tutmaya giderdim. |
3679 |
Read as many books as you can while you are a student. |
Bir öğrenciyken okuyabildiğin kadar çok kitap oku. |
3680 |
John would often go mountain climbing when he was a student. |
John o bir öğrenci iken sıklıkla dağa tırmanmaya giderdi. |
3681 |
Students should develop their reading skills. |
Öğrenciler, okuma yeteneklerini geliştirmeliler. |
3682 |
Students are supposed to study hard. |
Öğrenciler çok çalışmalılar. |
3683 |
Every student has access to the library. |
Her öğrencinin kütüphaneye erişimi vardır. |
3684 |
Students have access to the library. |
Öğrencilerin kütüphaneye erişimleri var. |
3685 |
Students should make use of the books in the library. |
Öğrenciler kütüphanedeki kitaplardan yararlanmalıdırlar. |
3686 |
Students are supposed to turn in reports at the end of the school year. |
Öğrenciler raporlarını okul yılının sonunda teslim etmeliler. |
3687 |
All of the students stood up together. |
Öğrencilerin hepsi birlikte ayağa kalktı. |
3688 |
Each student received his diploma in turn. |
Her öğrenci sırayla diplomasını aldı. |
3689 |
All the students protested against the war. |
Bütün öğrenciler savaşı protesto ettiler. |
3690 |
The student left without saying anything. |
Öğrenci bir şey söylemeden gitti. |
3691 |
The teacher as well as his students has come. |
Öğrencilerinin yanı sıra öğretmen de geldi. |
3692 |
Each student has expressed his opinion. |
Her bir öğrenci görüşünü ifade etti. |
3693 |
All the students attended the party. |
Tüm öğrenciler partiye katıldı. |
3694 |
All the students come from the US. |
Tüm öğrenciler Amerikalı. |
3695 |
Half of the students are absent. |
Öğrencilerin yarısı yok. |
3696 |
Half the students were absent. |
Öğrencilerin yarısı yoktu. |
3697 |
The students’ lunch period is from twelve to one. |
Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır. |
3698 |
Some of the students come to school by car. |
Öğrencilerin bazıları araba ile okula gelirler. |
3699 |
A majority of students dislike history. |
Öğrencilerin çoğunluğu tarih sevmiyor. |
3700 |
I used to play tennis when I was a student. |
Ben öğrenciyken tenis oynardım. |
3701 |
Some of the students were from Asia and the others were from Europe. |
Öğrencilerden bazıları Asyalı ve diğerleri Avrupalıydı. |
3702 |
Almost all the students like English. |
Neredeyse tüm öğrenciler İngilizceden hoşlanıyor. |
3703 |
I often wrote to her when I was a student. |
Ben bir öğrenci iken, ona sık sık yazdım. |
3704 |
Memories of my college days come to my mind. |
Kolej günlerimin anılarını hatırlarım. |
3705 |
Memories of my college days come to my mind. |
Kolej günlerimin hatıraları aklıma geliyor. |
3706 |
Two-thirds of the students came to the meeting. |
Öğrencilerin üçte ikisi toplantıya geldi. |
3707 |
Admission to students only. |
Sadece öğrenciler kabul edilir. |
3708 |
If you are a student, behave as such. |
Eğer bir öğrenci isen, öyle davran. |
3709 |
Students are expected to stay away from dubious places. |
Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor. |
3710 |
The students chose her chairman. |
Öğrenciler onu başkan seçtiler. |
3711 |
The students learned many poems by heart. |
Öğrenciler birçok şiiri ezberledi. |
3712 |
The students wanted us to help push the car. |
Öğrenciler arabayı itmek için yardım etmemizi istedi. |
3713 |
The students revolted against authority. |
Öğrenciler otoriteye karşı ayaklandılar. |
3714 |
The students assembled in the classroom. |
Öğrenciler sınıfta toplandı. |
3715 |
The students turned in their term papers. |
Öğrenciler dönem ödevlerini teslim ettiler. |
3716 |
Students are impatient for the summer holidays to come. |
Öğrenciler yaz tatilinin gelmesi için sabırsızlar. |
3717 |
The students discussed the plan for many hours. |
Öğrenciler planı saatlerce tartıştı. |
3718 |
Some of the students went by bus, and others on foot. |
Bazı öğrenciler otobüsle, diğerleri ise yürüyerek gittiler. |
3719 |
Students took the lead in the campaign against pollution. |
Çevre kirliğine karşı olan kampanyada öğrenciler başı çekiyordu. |
3720 |
A student wants to see you. |
Bir öğrenci sizi görmek istiyor. |
3721 |
I am tired of eating at the school cafeteria. |
Okul kafeteryasında yemek yemekten bıktım. |
3722 |
Learning is one thing, and common sense another. |
Öğrenmek bir şey sağduyu başka bir şeydir. |
3723 |
What are you going to do after you leave school? |
Okuldan ayrıldıktan sonra ne yapacaksın. |
3724 |
I like summer holidays better than school. |
Yaz tatillerini okuldan daha çok seviyorum. |
3725 |
I can walk to school in half an hour. |
Yarım saatte okula yürüyebilirim. |
3726 |
I ran to school, but the bell had already rung. |
Okula koştum, ama zil çoktan çalmıştı. |
3727 |
I met her on my way to school. |
Okula giderken ona rastladım. |
3728 |
I met Tom on my way to school. |
Okula giderken Tom ile karşılaştım. |
3729 |
I met Tom on my way to school. |
Okuluma giderken Tom’la karşılaştım. |
3730 |
He was going to school. |
O, okula gidiyordu. |
3731 |
Go to school. |
Okula git. |
3732 |
It takes us half an hour to walk to school. |
Okula yürüyerek gitmek yarım saatimizi alıyor. |
3733 |
School begins tomorrow. |
Okulu yarın başlıyor. |
3734 |
School begins the day after tomorrow. |
Okul ertesi gün başlar. |
3735 |
Our school begins at eight in the morning. |
Okulumuz sabah sekizde başlar. |
3736 |
School begins in spring. |
Okul baharda başlar. |
3737 |
They announced an increase in tuition fees. |
Öğrenim ücretlerindeki bir artışı duyurdular. |
3738 |
The school is within walking distance of my house. |
Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir. |
3739 |
School begins on April the tenth. |
Okul on Nisanda başlar. |
3740 |
School begins in April. |
Okul nisan ayında başlar. |
3741 |
School is over at 3:30. |
Okul 3:30’da bitti. |
3742 |
School starts next Monday. |
Gelecek Pazartesi okul başlar. |
3743 |
School begins at 8:10 a.m. |
Okul saat 8:10 a.m de başlar. |
3744 |
School begins at nine. |
Okul dokuzda başlar. |
3745 |
School reopens in September. |
Okullar eylülde tekrar açılırlar. |
3746 |
You shouldn’t go to school. |
Okula gitmemelisin. |
3747 |
Our school is within ten minutes’ walk of my house. |
Bizim okul eve on dakikalık yürüyüş mesafesindedir. |
3748 |
Is your school far from your home? |
Okulunuz evinizden uzak mı? |
3749 |
What time does school begin? |
Okul saat kaçta başlar? |
3750 |
The school is farther than the station. |
Okul istasyondan daha uzaktır. |
3751 |
The school awarded Mary a prize. |
Okul Mary’yi bir ödülle ödüllendirdi. |
3752 |
School will soon be over for summer vacation. |
Okul yakında yaz tatili için tatile girecek. |
3753 |
Where do you go to school? |
Okula nereye gidiyorsun? |
3754 |
The school is across from our house. |
Okul evimizin karşısında. |
3755 |
When is school over? |
Okul ne zaman biter? |
3756 |
When does your school break up? |
Okulun ne zaman tatile giriyor? |
3757 |
When does your school break up? |
Okulun ne zaman bitiyor? |
3758 |
School begins at nine and is over at six. |
Okul dokuzda başlar ve altıda biter. |
3759 |
School begins at eight-thirty. |
Okul 8:30’da başlar. |
3760 |
The school is two kilometers ahead. |
Okul iki kilometre ilerde. |
3761 |
My school grades were average. |
Benim okul notları ortalamaydı. |
3762 |
You must follow school rules. |
Okul kurallarını izlemelisiniz. |
3763 |
I do a lot of work on the school newspaper. |
Okul gazetesinde bir sürü iş yaparım. |
3764 |
There is a bus stop near our school. |
Bizim okulun yakınında bir otobüs durağı var. |
3765 |
I heard the school bell ring. |
Okul zilinin çaldığını duydum. |
3766 |
I’m going to join the school orchestra. |
Okul orkestrasına katılacağım. |
3767 |
It’s up to you to get to school on time. |
Okula vaktinde gitmek senin sorumluluğun. |
3768 |
I cared for the rabbits when I was at school. |
Okula gittiğim zamanlar tavşan beslemiştim. |
3769 |
Don’t be late for school. |
Okula geç kalma. |
3770 |
You must not be late for school. |
Okula geç kalmamalısın. |
3771 |
The number of students who were late for school was much smaller than I had expected. |
Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı. |
3772 |
I’m afraid we’re going to be late for school. |
Maalesef okula geç kalacağız. |
3773 |
Your contribution to the school is tax-deductible. |
Okula katkıların vergiden düşürülebilir. |
3774 |
I lost my purse on my way to school. |
Okula giderken cüzdanımı kaybettim. |
3775 |
John met Mary on his way to school. |
John okula giderkenMary ile karşılaştı. |
3776 |
It’s time to go to school. |
Okula gitme zamanıdır. |
3777 |
I put on a cap when I go to school. |
Okula giderken kep giyerim. |
3778 |
Instead of going to school, he stayed at home. |
Okula gitme yerine evde kaldı. |
3779 |
I live within walking distance of school. |
Okula yürüme mesafesinde yaşıyorum. |
3780 |
You are not supposed to smoke at school. |
Okulda sigara içmemelisin. |
3781 |
At school he was always at the top of his class. |
Okulda o her zaman sınıfın zirvesindedir. |
3782 |
I am very glad school is over. |
Okulun bittiğine çok memnunum. |
3783 |
The school provided us with textbooks. |
Okul bize ders kitapları sağladı. |
3784 |
Some go in groups organized by their schools, but most go in twos and threes. |
Bazıları okulları tarafından organize edilen gruplarda giderler fakat çoğu iki kişilik ya da üç kişilik gruplarda giderler. |
3785 |
On my way home from school, I was caught in a shower and got wet to the skin. |
Okuldan eve giderken bir sağanağa yakalandım ve iliklerime kadar ıslandım. |
3786 |
When she returned home from school, she began to help her mother in the kitchen. |
Okuldan eve döndüğünde mutfakta annesine yardım etmeye başladı. |
3787 |
I have just come back from school. |
Okuldan az önce döndüm. |
3788 |
I was caught in a shower on my way home from school. |
Okuldan eve giderken bir sağanak yağmura yakalandım. |
3789 |
The final exams are approaching. |
Final sınavları yaklaşıyor. |
3790 |
They helped one another to make the school festival a success. |
Okul festivalini başarılı yapmak için birbirlerine yardımcı oldular. |
3791 |
Our campus festival is to be held next week. |
Bizim kampüs festivali önümüzdeki hafta yapılacak. |
3792 |
Learning without thought is labor lost. |
Düşünce olmadan öğrenme emek kaybıdır. |
3793 |
The more you learn, the more you want to. |
Ne kadar çok öğrenirsen, o kadar çok öğrenmek istersin. |
3794 |
The more we learn, the better we realize our ignorance. |
Ne kadar çok öğrenirsek, cehaletimizi o kadar iyi fark ederiz. |
3795 |
The more you study, the more you discover your ignorance. |
Ne kadar çok öğrenirsen, o kadar çok cehaletini anlarsın. |
3796 |
The more we learn, the more we realize how little we know. |
Ne kadar çok öğrenirsek, ne kadar az bildiğimizi o kadar çok fark ederiz. |
3797 |
You’re never too old to learn. |
Öğrenmenin yaşı yoktur. |
3798 |
No one is too old to learn. |
Hiç kimse öğrenmek için çok yaşlı değildir. |
3799 |
The learned are apt to despise the ignorant. |
Bilgili insanlar cahil insanları küçümseme eğilimindedir. |
3800 |
The revolutionary council met to plan strategy. |
Devrim konseyi strateji planlamak için toplandı. |
3801 |
After the revolution, France became a republic. |
Devrimden sonra, Fransa bir cumhuriyet oldu. |
3802 |
The revolution ushered in a new era. |
Devrim yeni bir çağ getirdi. |
3803 |
Every member of the cabinet was present. |
Kabinenin her üyesi mevcuttu. |
3804 |
One lump of sugar, please. |
Bir küp şeker, lütfen. |
3805 |
Please put a lump of sugar in my coffee. |
Kahveme bir küp şeker koyun lütfen. |
3806 |
You’ll find the shop around the corner. |
Dükkânı köşede bulacaksın. |
3807 |
There’s a pub just around the corner. |
Köşe başında bir meyhane var. |
3808 |
The house on the corner is ours. |
Köşe başındaki ev bizim. |
3809 |
I had my car filled up at the service station at the corner. |
Köşedeki servis istasyonunda arabama yakıt doldurttum. |
3810 |
I will get even with you some day. |
Bir gün senden intikamımı alacağım. |
3811 |
Do you remember? |
Hatırlıyor musun? |
3812 |
I can’t promise anything, but I’ll do my best. |
Hiçbir şeye söz veremem fakat elimden geleni yapacağım. |
3813 |
Please make sure. |
Lütfen emin olun. |
3814 |
She certainly looks beautiful in a Japanese kimono. |
O bir Japon kimonosunun içinde kesinlikle güzel görünüyor. |
3815 |
It is true that she is pretty, but she is selfish. |
Onun güzel olduğu doğrudur, ama bencil. |
3816 |
You can certainly rely on him. |
Kesinlikle ona güvenebilirsiniz. |
3817 |
No doubt he did his best, but he didn’t succeed. |
Şüphesiz elinden geleni yaptı ama başarmadı. |
3818 |
He is, without question, the best man for the job. |
Tartışmasız, o, iş için en iyi adam. |
3819 |
I did write to him. |
Ona yazdım. |
3820 |
I’m sure I’ve seen him before. |
Onu daha önce gördüğümden eminim. |
3821 |
I did see him. |
Onu gördüm. |
3822 |
It is true Wendy grew up at the seaside, but she isn’t a good swimmer. |
Wendy’nin deniz kenarında yetiştiği doğru fakat o iyi bir yüzücü değil. |
3823 |
I admit this may not be the best way of doing it. |
Bunun onu yapmak için en iyi yol olmayabileceğini kabul ediyorum. |
3824 |
There is a limit of two pieces of luggage for each passenger. |
Her yolcu için iki parça bagaj limiti vardır. |
3825 |
We had lunch at a roadside restaurant. |
Bir yolkenarı restoranında öğle yemeği yedik. |
3826 |
I walked about aimlessly on the street. |
Caddede amaçsızca gezindim. |
3827 |
Give us a ride downtown. |
Bizi şehir merkezine götür. |
3828 |
I want to see the streets. |
Sokakları görmek istiyorum. |
3829 |
The town was defended by a large army. |
Kent, büyük bir ordu tarafından savunuldu. |
3830 |
Please give me a map of the town. |
Lütfen bana kentin bir haritasını verin. |
3831 |
There’s an old movie theater in town. |
Kasabada eski bir sinema salonu var. |
3832 |
I cannot get the lid off. |
Kapağı açamıyorum. |
3833 |
Generally speaking, Japanese are hard workers. |
Genel olarak konuşursak, Japonlar sıkı işçidir. |
3834 |
As a rule, we have much rain in June in Japan. |
Genellikle Japonya’da haziran ayında fazla yağmur vardır. |
3835 |
In general, people were against the consumption tax. |
Genellikle insanlar tüketim vergisine karşıdırlar. |
3836 |
As a rule, our English teacher gives a lot of homework. |
İngilizce öğretmenimiz genellikle çok ödev verir. |
3837 |
Generally speaking, what she says is right. |
Genelde, onun söylediği doğrudur. |
3838 |
Generally speaking, women live longer than men. |
Genel olarak, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşarlar. |
3839 |
The weather in Florida is generally moderate. |
Florida’daki hava genellikle ılımlıdır. |
3840 |
On the whole, the Japanese are conservative. |
Genellikle Japonlar muhafazakardır. |
3841 |
On the whole, the Japanese are conservative. |
Her bakımdan Japonlar tutucudur. |
3842 |
Generally speaking, men are stronger than women. |
Genelde erkekler kadınlardan daha güçlüdür. |
3843 |
Generally speaking, boys can run faster than girls. |
Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler. |
3844 |
By and large, reporters don’t hesitate to intrude on one’s privacy. |
Genel olarak muhabirler birinin mahremiyetine izinsiz girmeye çekinmezler. |
3845 |
By and large, Tom is an easygoing person in almost everything he does. |
Genelde, Tom neredeyse yaptığı her şeyde uyumlu bir insandır. |
3846 |
On the whole, Canada has a severe climate. |
Genel olarak Kanada’nın sert bir iklimi vardır. |
3847 |
If you shout from the top of a cliff, you can hear the echo of your voice. |
Bir kayalığın tepesinden bağırırsan sesinin yankısını duyabilirsin. |
3848 |
Some medicine does us harm. |
Bazı ilaçlar bize zarar verir. |
3849 |
Do you have any cough medicine? |
Öksürük ilacın var mı? |
3850 |
You should buy some cough medicine and aspirin. |
Biraz öksürük ilacı ve aspirin almalısın. |
3851 |
Cover your mouth when you cough, sneeze, or yawn. |
Öksürürken, hapşırırken veya esnerken ağzınızı kapatın. |
3852 |
The foreign minister attended the talks. |
Dışişleri bakanı görüşmelere katıldı. |
3853 |
Outside advice may be necessary. |
Dış tavsiye gerekli olabilir. |
3854 |
Save it on the external hard drive. |
Onu harici hard diskte sakla. |
3855 |
The Foreign Minister said that war was inevitable. |
Dışişleri Bakanı, savaşın kaçınılmaz olduğunu söyledi. |
3856 |
People shouldn’t stare at foreigners. |
İnsanlar yabancılara bakmamalılar. |
3857 |
Don’t make fun of foreigners. |
Yabancılarla alay etme. |
3858 |
See to it that the door is locked before you leave. |
Gitmeden önce kapının kilitli olduğundan emin ol. |
3859 |
I don’t feel like going out. |
Canım dışarı çıkmak istemiyor. |
3860 |
It was careless of her to leave the door unlocked when she went out. |
Dışarı çıkmadan önce kapıyı kilitlemeden bırakmak onun dikkatsizliğiydi. |
3861 |
Comb your hair before you go out. |
Dışarı çıkmadan önce saçını tara. |
3862 |
Make sure to turn off all the lights before going out. |
Tüm ışıkların kapatıldığından emin ol dışarıya çıkmadan önce. |
3863 |
I would rather stay at home than go out. |
Dışarı çıkmaktansa evde kalmayı tercih ederim. |
3864 |
Didn’t you go out? |
Dışarı çıkmadın mı? |
3865 |
I don’t have a prejudice against foreign workers. |
Yabancı işçilere karşı bir önyargım yok. |
3866 |
Foreigners admire Mt. Fuji. |
Yabancılar Fuji dağına hayran kalıyorlar. |
3867 |
Don’t make fun of foreigners’ mistakes in Japanese. |
Yabancıların Japoncadaki hatalarıyla alay etmeyin. |
3868 |
Speaking foreign languages is not easy. |
Yabancı dilleri konuşmak kolay değildir. |
3869 |
The best way to learn a foreign language is to go to the country where it is spoken. |
Bir dili öğrenmenin en iyi yolu, o dilin konuşulduğu ülkeye gitmektir. |
3870 |
It is not easy to learn a foreign language. |
Yabancı bir dil öğrenmek kolay değildir. |
3871 |
Learning a foreign language is difficult. |
Yabancı dil öğrenmek zordur. |
3872 |
It’s difficult to learn a foreign language. |
Yabancı dil öğrenmek zordur. |
3873 |
It’s difficult to learn a foreign language. |
Yabancı bir dil öğrenmek zordur. |
3874 |
It takes years to master a foreign language. |
Yabancı bir dilde uzmanlaşmak yıllar alır. |
3875 |
I will show you a new approach to foreign language learning. |
Sana, yabancı dil öğrenmede yeni bir yaklaşım göstereceğim. |
3876 |
Mastering a foreign language calls for patience. |
Yabancı dil öğrenmek sabır gerektirir. |
3877 |
Are you interested in foreign languages? |
Yabancı dillere ilgi duyuyor musun? |
3878 |
Traveling abroad is very interesting. |
Yurt dışında seyahat etmek çok ilginçtir. |
3879 |
The best way to know a foreign country is to go there yourself. |
Yabancı bir ülkeyi tanımanın en iyi yolu oraya bizzat gitmektir. |
3880 |
The good way to know a foreign country is to go there. |
Yabancı bir ülkeyi tanımak için iyi yol oraya gitmektir. |
3881 |
Have you been abroad? |
Yurtdışında bulundun mu? |
3882 |
Visiting a foreign country must be expensive. |
Yabancı bir ülkeyi ziyaret etmek pahalı olmalı. |
3883 |
Mary’s dream of going abroad finally became a reality. |
Mary’nin yurt dışına gitme hayali sonunda gerçek oldu. |
3884 |
I want to go abroad. |
Yurt dışına çıkmak istiyorum. |
3885 |
I want to go abroad. |
Yurt dışına gitmek istiyorum. |
3886 |
It’s fun to learn about foreign cultures. |
Yabancı kültürler hakkında öğrenmek eğlencelidir. |
3887 |
You need a passport to enter a foreign country. |
Yabancı bir ülkeye girmek için bir pasaporta ihtiyacın var. |
3888 |
Don’t you feel any inconvenience living abroad? |
Yurt dışında yaşamaktan hiç rahatsızlık hissetmiyor musun? |
3889 |
In a foreign country most of us go through culture shock. |
Çoğumuz yabancı bir ülkede kültür şoku yaşarız. |
3890 |
We have to buy them from abroad. |
Onları yurt dışından almak zorundayız. |
3891 |
Diplomatic dialogue helped put an end to the conflict. |
Diplomatik diyalog çatışmayı bitirmeye yardımcı oldu. |
3892 |
Diplomacy is to do and say the nastiest thing in the nicest way. |
Diplomasi, en iğrenç şeyleri en hoş şekilde yapmak ve söylemektir. |
3893 |
Don’t be deceived by appearances. |
Görünüşe bakıp aldanmayın. |
3894 |
Don’t judge a man by his appearance. |
Bir insanı görünümü ile yargılamayın. |
3895 |
We cannot separate the sheep from the goats by appearance. |
Görünüşte koyunları keçilerden ayıramayız. |
3896 |
No matter how we try, it is impossible to distinguish good people from bad people by outward appearances. |
Ne yaparsak yapalım, iyi insanları kötü insanlardan dış görünüşlerine bakarak ayırmak imkansızdır. |
3897 |
Shine your shoes before going out. |
Dışarı çıkmadan önce ayakkabılarını parlat. |
3898 |
You can’t go out. |
Dışarı çıkamazsın. |
3899 |
I feel like going out. |
Canım dışarı gitmek istiyor. |
3900 |
It seems warm outside. |
Dışarıda hava sıcak görünüyor. |
3901 |
It was pitch black outside. |
Dışarısı zifiri karanlıktı. |
3902 |
Come inside because it’s cold outside. |
Dışarıda hava soğuk olduğu için içeri gel. |
3903 |
It is getting dark outdoors. |
Dışarıda hava kararıyor. |
3904 |
It is getting dark outside. |
Dışarda hava kararıyor. |
3905 |
It is still light outside. |
Dışarısı hâlâ aydınlık. |
3906 |
It is dark outside. |
Dışarda hava karanlık. |
3907 |
It is very cold outside. You’ll catch a cold without a coat. |
Dışarıda hava çok soğuk, ceketsiz üşüteceksin. |
3908 |
It is getting lighter outside. |
Dışarısı gittikçe aydınlanıyor. |
3909 |
It’s like summer outside. |
Dışarıda hava yaz gibi. |
3910 |
I didn’t feel like studying because the noise outside was getting on my nerves. |
Dışarıdaki gürültü sinirime dokunduğu için canım çalışmak istemedi. |
3911 |
I have a spare key to my house hidden outside. |
Evimin dışarıda gizli bir yedek anahtarı var. |
3912 |
Could we have a table outside? |
Dışarıda bir masaya oturabilir miyiz? |
3913 |
Get out. |
Defol. |
3914 |
May I go out to play? |
Ben oynamak için dışarı çıkabilir miyim? |
3915 |
I shivered with cold when I went outside. |
Dışarıya çıkınca soğuktan tir tir titredim. |
3916 |
He would not go out. |
O dışarı çıkmazdı. |
3917 |
Could you let him out? |
Ona dışarı çıkmasına izin verir misiniz? |
3918 |
He is playing outdoors. |
O dışarıda oynuyor. |
3919 |
I hear footsteps outside. |
Dışarıda ayak sesleri duyuyorum. |
3920 |
The sky is getting light. |
Gökyüzü aydınlanıyor. |
3921 |
I don’t like to cook when it’s hot outside. |
Dışarısı sıcak olduğunda yemek pişirmeyi sevmiyorum. |
3922 |
I couldn’t sleep well because it was noisy outside. |
Dışarısı gürültülü olduğu için iyi uyuyamadım. |
3923 |
I don’t like shellfish. |
Kabuklu deniz hayvanlarını sevmiyorum. |
3924 |
Go up the stairs. |
Merdivenlerden yukarı çıkın. |
3925 |
I’m out of breath after running up the stairs. |
Merdivenlerden yukarıya koştuktan sonra nefes nefese kaldım. |
3926 |
Watch your step when going down the stairs. |
Merdivenlerden inerken adımlarına dikkat et. |
3927 |
Please come downstairs. |
Lütfen aşağıya gel. |
3928 |
The settlers learned that the land in the valley was fertile. |
Göçmenler vadideki toprağın verimli olduğunu öğrendiler. |
3929 |
The settlers embraced the Christian religion. |
Yerleşimciler Hıristiyan dinini kucakladı. |
3930 |
The opening ceremony took place on schedule. |
Açılış töreni belirtilen zamanında gerçekleşti. |
3931 |
The opening ceremony took place yesterday. |
Açılış töreni dün gerçekleşti. |
3932 |
I plan to invite a lot of guests to the opening ceremony. |
Açılış törenine çok misafir davet etmeyi planlıyorum. |
3933 |
No admittance during the performance. |
Gösteri boyunca giriş izni yoktur. |
3934 |
I found the box empty. |
Kutuyu boş buldum. |
3935 |
Paintings should not be exposed to direct sunlight. |
Tablolar, doğrudan güneş ışığına maruz bırakılmamalıdır. |
3936 |
I draw for a hobby. |
Hobi olarak resim yaparım. |
3937 |
Look at the picture. |
Resme bakın. |
3938 |
How many pictures did you buy? |
Kaç tane resim satın aldın? |
3939 |
I’m going to France to study painting. |
Resim eğitimi almak için Fransa’ya gidiyorum. |
3940 |
Everybody in the picture is smiling happily. |
Resimdeki herkes mutlu şekilde gülümsüyor. |
3941 |
You must not touch the paintings. |
Tablolara dokunmamalısın. |
3942 |
The picture is hung crooked. |
Resim eğri asılmış. |
3943 |
Excuse us for the inconvenience. |
Rahatsızlık için bizi affet. |
3944 |
I don’t have the slightest idea. |
En küçük bir fikrim yok. |
3945 |
All were satisfied. |
Herkes memnundu. |
3946 |
Everyone says that he’s a good man. |
Herkes onun iyi bir insan olduğunu söylüyor. |
3947 |
They regarded him as the best doctor in town. |
Onlar ona kasabadaki en iyi doktor gözüyle görüyorlardı. |
3948 |
Everybody wished he had been elected governor. |
Herkes vali seçilmiş olmayı diledi. |
3949 |
A cellar was dug on top of the hill and they slowly moved the house from the road to the hill. |
Tepenin üstünde bir mahzen kazıldı ve onlar evi yavaşça yoldan tepeye taşıdılar. |
3950 |
Everybody came to the class on time. |
Herkes sınıfa zamanında geldi. |
3951 |
Is there enough food to go around? |
Herkese yetecek yeterli yiyecek var mı? |
3952 |
Everybody was interested in the story. |
Herkes hikaye ile ilgilendi. |
3953 |
You are making history. |
Sen tarih yazıyorsun. |
3954 |
You don’t have to trouble yourselves. |
Endişelenmenize gerek yok. |
3955 |
How is everyone? |
Herkes nasıl? |
3956 |
I will miss you all. |
Hepinizi özleyeceğim. |
3957 |
I’ll never forget having a good time with you all. |
Hepinizle birlikte iyi vakit geçirdiğimi asla unutmayacağım. |
3958 |
Ladies and gentlemen, please come this way. |
Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin. |
3959 |
Make yourselves comfortable. |
Rahatınıza bakın. |
3960 |
Please be quiet, everybody. |
Lütfen herkes sessiz olsun. |
3961 |
I hope you are all well. |
Umarım hepiniz iyisinizdir. |
3962 |
Good morning, everybody. |
Herkese günaydın. |
3963 |
Ladies and gentlemen, I would like you to listen to my opinion. |
Baylar bayanlar, görüşüme kulak vermenizi istiyorum. |
3964 |
Look at the blackboard, everyone. |
Herkes tahtaya baksın. |
3965 |
Good morning, everyone. |
Herkese günaydın. |
3966 |
Speak clearly so that everyone may hear you. |
Yüksek sesle konuş ki herkes seni duyabilsin. |
3967 |
Everyone regarded him as a great singer. |
Herkes onu harika bir şarkıcı olarak saydı. |
3968 |
Everybody laughed. |
Herkes güldü. |
3969 |
Everybody looks up to him. |
Herkes onu ziyaret eder. |
3970 |
Everybody laughed at me. |
Herkes bana güldü. |
3971 |
Everybody blames me for my careless mistake. |
Dikkatsiz hatam için herkes beni suçluyor. |
3972 |
All of you are familiar with the truth of the story. |
Hepiniz hikayenin gerçeğine aşinasınızdır. |
3973 |
All of you are familiar with the truth of the story. |
Hepiniz gerçek hikayeyi biliyorsunuzdur. |
3974 |
They all looked up to him as their leader. |
Onların hepsi ona liderleri olarak saygı duyuyorlardı. |
3975 |
I broke your ashtray. |
Kültablanı kırdım. |
3976 |
I need an ashtray. |
Bir kül tablasına ihtiyacım var. |
3977 |
If we are to judge the future of ocean study by its past, we can surely look forward to many exciting discoveries. |
Okyanus araştırmasının geleceğini onun geçmişiyle tahmin edeceksek birçok heyecan verici keşifleri elbette dört gözle bekleriz. |
3978 |
I am taking a holiday at the beach. |
Plajda tatil yapıyorum. |
3979 |
Mr Kaifu is used to making speeches in public. |
Bay Kaifu halka açık konuşmalar yapmaya alışıktır. |
3980 |
Low-lying lands will flood. This means that people will be left homeless and their crops will be destroyed by the salt water. |
Deniz seviyesinin altında olan toprakları su basacak. Bu, insanların evsiz kalması ve ürünlerinin tuzlu su tarafından tahrip edileceği anlamına gelir. |
3981 |
The pirates had no choice but to surrender. |
Korsanların teslim olmaktan başka seçenekleri yoktu. |
3982 |
Let’s make believe that we’re pirates. |
Korsan olduğumuza inandıralım. |
3983 |
It seems the navy jets had a major screw-up in navigation and they bombed their own troops by mistake. |
Donanma jetlerinin navigasyonda önemli bir bozumu vardı ve onlar yanlışlıkla kendi askerlerini bombaladılar gibi görünüyor. |
3984 |
Which way is the beach? |
Plaj ne tarafta? |
3985 |
Which way is the beach? |
Hangi yol plaja gider? |
3986 |
Seaside resorts, such as Newport, are very crowded in summer. |
Newport gibi, deniz kenarındaki tatil köyleri yaz aylarında çok kalabalıktır. |
3987 |
They went to the beach. |
Onlar plaja gittiler. |
3988 |
There were few people on the beach. |
Sahilde az sayıda kişi vardı. |
3989 |
Paul’s family spends the summer at the coast every year. |
Paul’un ailesi yaz mevsimini her yıl deniz kenarında geçiriyor. |
3990 |
We’ll have a barbecue at the beach. |
Biz plajda barbekü yapacağız. |
3991 |
I saw a fishing boat about a mile off the shore. |
Ben, kıyıdan yaklaşık bir mil ötede bir balıkçı teknesi gördüm. |
3992 |
You will benefit from a trip abroad. |
Yurt dışında bir gezi size yarar sağlayacaktır. |
3993 |
Would you like to travel abroad? |
Yurt dışına seyahat etmek ister misiniz? |
3994 |
Traveling abroad is one of my favorite things. |
Yurt dışına seyahat etmek benim en sevdiğim şeylerden biridir. |
3995 |
Traveling abroad is now more popular. |
Yurt dışında seyahat şimdi daha popüler. |
3996 |
I had a chance to travel abroad. |
Yurt dışında seyahat etme fırsatım oldu. |
3997 |
I’ve been invited on a trip abroad, but I don’t want to go. |
Yurt dışında bir geziye davet edildim, ama ben gitmek istemiyorum. |
3998 |
Traveling abroad is out of the question. |
Yurt dışında seyahat söz konusu değil. |
3999 |
Unfair tariffs are imposed on foreign products. |
Yabancı ürünlere haksız tarifeler uygulanmaktadır. |
4000 |
Canada is a good place to go if it’s your first experience living abroad. |
Eğer yurt dışında ilk yaşama deneyiminse, Kanada gidilecek iyi bir yerdir. |
4001 |
Overseas food exports are one of the mainstays of agribusiness. |
Yurtdışı gıda ihracatları tarım dayanaklarından biridir. |
4002 |
It’s going to be six dollars because it’s international. |
Bu, uluslararası olduğu için altı dolar olacak. |
4003 |
When you travel abroad, you usually need a passport. |
Yurt dışına seyahat edersen, genellikle bir pasaporta ihtiyacın vardır |
4004 |
When you travel abroad, you usually need a passport. |
Yurt dışına seyahat ettiğinizde, genellikle bir pasaporta ihtiyacınız olur. |
4005 |
The number of students going abroad to study is increasing each year. |
Öğrenim yapmak için yurtdışına giden öğrenci sayısı her yıl artmaktadır. |
4006 |
More and more couples go on honeymoon trips abroad. |
Gittikçe daha fazla çift balayı gezilerine yurt dışına gitmektedir. |
4007 |
The number of Japanese going overseas has been increasing year by year. |
Yurt dışına çıkan Japon sayısı yıldan yıla artmaktadır. |
4008 |
The number of students going abroad is on the increase. |
Yurtdışına giden öğrencilerin sayısı artmaktadır. |
4009 |
If you are going abroad, it’s necessary to have a passport. |
Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir. |
4010 |
The circumstances did not allow me to go abroad. |
Şartlar benim yurt dışına gitmeme izin vermedi. |
4011 |
The cost of flying overseas has risen with the cost of fuel. |
Yakıt maliyetinden dolayı denizaşırı ülkelere uçuş maliyet arttı. |
4012 |
Japanese tourists abroad are big spenders. |
Yurt dışındaki Japon turistler çok para harcarlar. |
4013 |
Overseas subsidiaries are putting out top-of the-line products. |
Yurt dışı şubeleri seçkin ürünleri dışarı çıkarıyor. |
4014 |
When you go abroad, you’d better keep in mind that tipping is customary. |
Yurt dışına gittiğinizde, bahşiş vermenin gerekli olduğunu aklınızda tutsanız iyi olur. |
4015 |
You should take another pair of glasses when you go abroad. |
Yurtdışına giderken, bir çift gözlük daha almalısınız. |
4016 |
I’ve never been abroad. |
Yurt dışında hiç bulunmadım. |
4017 |
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea. |
Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum. |
4018 |
Our international sales continue to grow, bringing the name of Toyo Computer into businesses world-wide. |
Uluslararası satışlarımız büyümeye, Toyo Computer adını dünya çapında iş dünyasına getirmeye devam ediyor. |
4019 |
By studying overseas, students can come into contact with other manners and customs. |
Yurt dışında eğitim görerek, öğrenciler diğer görgü ve gelenekler ile temas kurabilirler. |
4020 |
Neptune is the eighth planet of the solar system. |
Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir. |
4021 |
I work for a shipping company. |
Ben, bir deniz nakliyat şirketi için çalışıyorum. |
4022 |
Let’s get a picture of us with the sea in the background. |
Arka planda deniz manzaralı bir resmimizi çektirelim. |
4023 |
When I contemplate the sea, I feel calm. |
Denizi düşündüğümde, sakin hissediyorum. |
4024 |
It is no more than half a mile to the sea. |
Denize yarım milden daha fazla değil. |
4025 |
The ocean was calm. |
Okyanus sakindi. |
4026 |
The sea looks calm and smooth. |
Deniz sakin ve yumuşak görünüyor. |
4027 |
The sea is far from calm. |
Deniz sakinlikten uzak. |
4028 |
The sea grew wilder and wilder. |
Deniz gittikçe vahşileşti. |
4029 |
The sea is very wide. |
Deniz çok geniş. |
4030 |
Do you have a table with a view of the ocean? |
Okyanus manzaralı bir tablonuz var mı? |
4031 |
Most creatures in the sea are affected by pollution. |
Denizdeki varlıkların çoğu kirlilikten etkilendi. |
4032 |
I would rather go to the mountains than to the beach. |
Sahile gitmektense dağlara gitmeyi tercih ederim. |
4033 |
You must be careful when swimming in the sea. |
Denizde yüzerken dikkatli olmalısın. |
4034 |
It is fun to swim in the sea. |
Denizde yüzmek eğlenceli. |
4035 |
Some children are swimming in the sea. |
Bazı çocuklar denizde yüzüyor. |
4036 |
To swim in the ocean is my greatest pleasure. |
Okyanusta yüzmek benim en büyük zevkimdir. |
4037 |
I have nothing particular to say. |
Söyleyeceğim önemli bir şey yok. |
4038 |
I have nothing particular to say. |
Söyleyeceğim özel bir şey yok. |
4039 |
I groped for a flashlight. |
El fenerini el yordamıyla aradım. |
4040 |
I have plenty of money with me. |
Yanımda çok param var. |
4041 |
I like to talk about the good old days. |
Eski güzel günler hakkında konuşmak istiyorum. |
4042 |
We’re on our way home. |
Biz evimize gidiyoruz. |
4043 |
You will hurt yourself. |
Kendine zarar vereceksin. |
4044 |
We could hear the groans of the injured man. |
Yaralı adamın inlemelerini duyabiliyorduk. |
4045 |
Some people pursue only pleasure. |
Bazı insanlar sadece zevklerinin peşine düşerler. |
4046 |
I replaced the broken cups with new ones. |
Kırık fincanları yenileri ile değiştirdim. |
4047 |
I fix broken radios. |
Ben bozuk radyoları onardım. |
4048 |
Can you fix the broken radio? |
Bozuk radyoyu tamir edebilir misin? |
4049 |
I order you to turn right. |
Sana sağa dönmeni emrediyorum |
4050 |
There was a thick fog around. |
Çevrede yoğun bir sis vardı. |
4051 |
Don’t beat around the bush. |
Lafı ağzında geveleme. |
4052 |
You have to pay the price. |
Bedelini ödemek zorundasın. |
4053 |
I am considering how to settle the matter. |
Meseleyi nasıl halledeceğimi düşünüyorum. |
4054 |
All answers must be written according to the instructions. |
Bütün cevaplar talimatlara göre yazılmalıdır. |
4055 |
His explanation that a solution would take time didn’t satisfy anyone. |
Çözümün zaman alacağı konusundaki açıklaması kimseyi tatmin etmedi. |
4056 |
There are many problems to solve. |
Çözülecek çok fazla problem var. |
4057 |
There are many problems to solve. |
Çözülecek çok fazla sorun var. |
4058 |
There are many problems to solve. |
Çözülecek bir sürü problem var. |
4059 |
There are many problems to solve. |
Çözülecek bir sürü sorun var. |
4060 |
We have some pressing problems to solve. |
Çözecek bazı acil sorunlarımız var. |
4061 |
I will show you how to solve it. |
Onu nasıl halledeceğini sana göstereceğim. |
4062 |
Won’t you join our conversation? |
Konuşmamıza katılmaz mısın? |
4063 |
The talks continued for two days. |
Görüşmeler iki gün boyunca devam etti. |
4064 |
Don’t put the company in danger. |
Şirketi tehlikeye sokmayın. |
4065 |
Call me at the office. |
Beni ofiste arayın. |
4066 |
I had my wallet stolen on my way to the office. |
Ofise giderken cüzdanımı çaldırdım. |
4067 |
The company engaged him as an advisor. |
Şirket onu bir danışman olarak işe aldı. |
4068 |
The company presented him with a gold watch on the day he retired. |
Emekli olduğu gün şirket ona altın bir saat hediye etti. |
4069 |
The company appealed for people to take voluntary resignation. |
Şirket insanların gönüllü olarak istifa etmeleri için yalvardı. |
4070 |
The company exploited its workers through low wages. |
Şirket çalışanlarını düşük maaşlarla sömürdü. |
4071 |
The company is in financial difficulties. |
Şirket maddi zorluklar içinde. |
4072 |
The company managed to keep afloat. |
Şirket ayakta kalmayı başardı. |
4073 |
The company abandoned that project. |
Şirket o projeden vazgeçti. |
4074 |
I suggested that we bring the meeting to an end. |
Toplantıyı bitirmemizi önerdim. |
4075 |
We are having a meeting. |
Bir toplantı yapıyoruz. |
4076 |
We insist that a meeting be held as soon as possible. |
O buluşmanın olabildiğince kısa sürede düzenlenmesinde ısrar ediyoruz. |
4077 |
We got the meeting over with quickly. |
Biz çabucak toplantıyı bitirdik. |
4078 |
The meeting is to be held next Thursday. |
Toplantı önümüzdeki Perşembe yapılacak. |
4079 |
The meeting was last month. |
Toplantı geçen aydı. |
4080 |
The meeting was put off until next Friday. |
Toplantı gelecek pazara kadar ertelendi. |
4081 |
The meeting will take place next Sunday. |
Toplantı gelecek pazar gerçekleşecek. |
4082 |
His meeting began at five in the afternoon. |
Toplantısı öğleden sonra beşte başladı. |
4083 |
The meeting is held twice a month. |
Toplantı ayda iki kez yapılır. |
4084 |
The meeting was arranged for Tuesday. |
Buluşma salıya ayarlandı. |
4085 |
The meeting dragged on. |
Toplantı uzadı. |
4086 |
The meeting began at nine o’clock sharp. |
Toplantı tam dokuzda başladı. |
4087 |
The meeting broke up at eight. |
Toplantı sekizde dağıldı. |
4088 |
The meeting begins at three. |
Toplantı üçte başlar. |
4089 |
The meeting will start at four o’clock sharp. |
Toplantı tam dörtte başlayacak. |
4090 |
The meeting lasted two hours. |
Toplantı iki saat sürdü. |
4091 |
The date and place of the meeting have been fixed. |
Toplantının tarihi ve yeri tespit edildi. |
4092 |
Where will we meet? |
Biz nerede buluşacağız? |
4093 |
Please remind me of the time of the meeting. |
Lütfen bana toplantı zamanını hatırlat. |
4094 |
I had intended to attend the meeting. |
Toplantıya katılmaya niyet etmiştim. |
4095 |
Only a handful of people came to the meeting. |
Buluşmaya yalnızca bir avuç dolusu insan geldi. |
4096 |
Twelve are present at the meeting. |
Toplantıda on iki kişi mevcut. |
4097 |
No less than 100 people attended the meeting. |
En azından 100 kişi toplantıya katıldı. |
4098 |
No less than 100 people attended the meeting. |
Toplantıya katılanlar, 100 kişiden aşağı değildi. |
4099 |
I will tell her what to say at the meeting. |
Toplantıda ne söyleyeceğini ona söyleyeceğim. |
4100 |
I don’t know why the meeting was postponed. |
Toplantının neden ertelendiğini bilmiyorum. |
4101 |
The accountant would not concede the mistake. |
Muhasebeci hatayı kabul etmezdi. |
4102 |
Could I have the check? |
Hesabı alabilir miyim? |
4103 |
Pay the cashier on the way out. |
Çıkarken kasiyere ödeyin. |
4104 |
The accounts have been audited. |
Hesaplar denetlenmektedir. |
4105 |
My stomach started growling right there in the meeting. It was embarrassing. |
Toplantı sırasında karnım guruldamaya başladı. Bu utanç vericiydi. |
4106 |
Please let me know immediately if you would like to set up an area of the conference room for your products. |
Ürünlerin için bir konferans salonu sahası kurmak istiyorsan lütfen bana hemen bildir. |
4107 |
We’ll resume the meeting after tea. |
Toplantıya çaydan sonra devam ederiz. |
4108 |
The meeting will be held tomorrow. |
Toplantı yarın yapılacak. |
4109 |
The meeting was canceled. |
Toplantı iptal edildi. |
4110 |
The meeting was attended by many. |
Toplantıya çoğu tarafından katılındı. |
4111 |
The meeting will be postponed till the 20th of this month. |
Toplantı, bu ayın 20’sine ertelenecek. |
4112 |
The meeting lasted until 5. |
Toplantı beşe kadar sürdü. |
4113 |
The meeting ended on an optimistic note. |
Toplantı iyimser bir notla sona erdi. |
4114 |
Meetings are held every other week. |
Toplantılar haftada bir düzenlenir. |
4115 |
The meeting was held here. |
Toplantı burada yapıldı. |
4116 |
The meeting ended earlier than usual. |
Toplantı her zamankinden daha erken sona erdi. |
4117 |
The meeting broke up at four. |
Toplantı dörtte dağıldı. |
4118 |
The meeting is ten days away. |
Toplantı, on gün uzaklıktadır. |
4119 |
Please note the change in the meeting agenda. |
Lütfen toplantı gündemindeki değişikliği not al. |
4120 |
I had a little chat with John after the meeting. |
Ben toplantıdan sonra John ile küçük bir sohbet yaptım. |
4121 |
Did he show up at the meeting? |
O, toplantıya geldi mi? |
4122 |
Are you going to attend the meeting? |
Toplantıya katılacak mısın? |
4123 |
I came to Tokyo to attend a conference. |
Bir konferansa katılmak için Tokyo’ya geldim. |
4124 |
Attend the meeting. |
Toplantıya katıl. |
4125 |
Few people attended the meeting. |
Toplantıya çok az sayıda insan katıldı. |
4126 |
Let’s hurry to be in time for the meeting. |
Toplantıya zamanında yetişmek için acele edelim. |
4127 |
I can’t attend the meeting. |
Toplantıya katılamam. |
4128 |
How many people were present at the meeting? |
Toplantıda kaç kişi vardı? |
4129 |
His proposals were adopted at the meeting. |
Onun önerileri toplantıda kabul edilmiştir. |
4130 |
You have to raise your hand if you want to speak at the meeting. |
Toplantıda konuşmak isterseniz elinizi kaldırmak zorundasınız. |
4131 |
After the meeting she headed straight to her desk. |
Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi. |
4132 |
The session will be prolonged again. |
Oturum tekrar sürdürülecek. |
4133 |
The audience filled the hall. |
İzleyici salonu doldurdu. |
4134 |
All the members were present. |
Bütün üyeler hazır bulundu. |
4135 |
All the members were present. |
Tüm üyeler mevcuttu. |
4136 |
Each member was called upon. |
Her üye davet edildi. |
4137 |
Were all the members present at the meeting? |
Bütün üyeler toplantıda hazır mıydı? |
4138 |
All the members were present at the meeting. |
Tüm üyeler toplantıda hazır bulundu. |
4139 |
When did they register the names of the members? |
Üyelerin adlarını ne zaman kaydettiler? |
4140 |
The meeting will take place next Monday. |
Toplantı gelecek pazartesi gerçekleşecek. |
4141 |
The meeting was canceled because of the typhoon. |
Tayfun nedeniyle görüşme iptal edildi. |
4142 |
The meeting took place yesterday. |
Toplantı dün yapıldı. |
4143 |
The meeting was canceled because of the rain. |
Yağmur nedeniyle toplantı iptal edildi. |
4144 |
The meeting finished at nine. |
Toplantı saat dokuzda bitti. |
4145 |
The meeting broke up at five. |
Toplantı beşte dağıldı. |
4146 |
The meeting started at ten. |
Toplantı saat onda başladı. |
4147 |
The meeting was well attended. |
Toplantıya katılım iyiydi. |
4148 |
Ask him if he will attend the meeting. |
Toplantıya katılmayı isteyip istemediğini ona sor. |
4149 |
I wonder if you could find some time to see me. |
Beni görmek için biraz zaman bulup bulamayacağınızı merak ediyorum. |
4150 |
Nice seeing you! |
Seni görmek hoştu! |
4151 |
It’s been nice meeting you. |
Seninle tanışmak hoştu. |
4152 |
I’m glad to see you. |
Seni gördüğüme memnunum. |
4153 |
Every time I go to see him, he is in bed. |
Onu ne zaman görmeye gitsem, o yatakta. |
4154 |
It is Tom whom I want to see. |
Görmek istediğim Tom’dur. |
4155 |
I can’t put up with it. |
Ona tahammül edemiyorum. |
4156 |
I’ll bite the bullet. |
Sıkıntıya katlanacağım. |
4157 |
Bite the bullet. |
Sık dişini. |
4158 |
Not all of us can speak English. |
Hepimiz İngilizce konuşamıyoruz. |
4159 |
We all agree to the new plan. |
Hepimiz yeni plana katılıyoruz. |
4160 |
We consumers must buy more domestic products. |
Biz tüketiciler daha fazla yerli ürün tüketmeliyiz. |
4161 |
We came together to form a group. |
Bir grup oluşturmak için bir araya geldik. |
4162 |
We were cut off while talking on the telephone. |
Biz telefonda konuşurken bağlantı kesildi. |
4163 |
We should hold old people in reverence. |
Yaşlı insanlara hürmet göstermeliyiz. |
4164 |
We are very interested in the history. |
Tarihle çok ilgiliyiz. |
4165 |
We should obey our parents. |
Ebeveynlerimize itaat etmeliyiz. |
4166 |
We had to walk the last leg of the journey. |
Yolculuğun son etabında yürümek zorunda kaldık. |
4167 |
We rowed up the river against the current. |
Nehirde akıntıya karşı kürek çektik. |
4168 |
We entered the room by the back door. |
Arka kapıdan odaya girdik. |
4169 |
We had to put off the meeting because of the storm. |
Fırtına nedeniyle toplantıyı ertelemek zorundaydık. |
4170 |
We were caught in a storm. |
Biz bir fırtınaya yakalandık. |
4171 |
We agreed to start early the next morning. |
Ertesi sabah erken başlamayı kararlaştırdık. |
4172 |
We arrived here in the evening. |
Biz buraya akşam vardık. |
4173 |
We got together for short meeting after dinner. |
Akşam yemeğinden sonra kısa bir toplantı için toplandık. |
4174 |
We talked late into the night. |
Gece geç saatlere kadar konuştuk. |
4175 |
We discussed the problem far into the night. |
Geceye kadar sorunu tartıştık. |
4176 |
We advanced under cover of darkness. |
Karanlığın örtüsü altında yol aldık. |
4177 |
We have achieved all our aims. |
Biz tüm amaçlarımıza ulaştık. |
4178 |
We planted peanuts instead of cotton. |
Pamuk yerine fıstık ektik. |
4179 |
We danced in the subdued lighting. |
Loş ışıkta dans ettik. |
4180 |
We believe in democracy. |
Demokrasiye inanıyoruz. |
4181 |
We were looking for buried treasure. |
Gömülü hazineyi arıyorduk. |
4182 |
We cannot really predict anything. |
Hiçbir şeyi kesin olarak öngöremeyiz. |
4183 |
We should not resort to violence. |
Şiddete başvurmamalıyız. |
4184 |
We were attacked by swarms of bees. |
Arı sürüsü tarafından saldırıya uğradık. |
4185 |
We gave our mother a watch. |
Annemize bir kol saati verdik. |
4186 |
We broke up and went our own ways. |
Biz ayrıldık ve kendi yolumuza gittik. |
4187 |
We must preserve our peaceful constitution. |
Bizim barışçıl anayasamızı korumamız gerekir. |
4188 |
We parted, never to see each other again. |
Biz ayrıldık, birbirimizi asla tekrar görmeyeceğiz. |
4189 |
We are a peace-loving nation. |
Biz barış seven bir milletiz. |
4190 |
We are working in the interest of peace. |
Biz barış yararına çalışıyoruz. |
4191 |
We believe in Buddhism. |
Budizm’de inanıyoruz. |
4192 |
We sailed against the wind. |
Rüzgara karşı yelken açtık. |
4193 |
We see things differently, according to whether we are rich or poor. |
Biz zengin ya da fakir olup olmadığımıza göre, olayları farklı görürüz. |
4194 |
We should help the needy. |
Biz yoksullara yardım etmeliyiz. |
4195 |
We should not despise a man because he is poor. |
Fakir olduğundan dolayı bir insanı hor görmemeliyiz. |
4196 |
We should check the spread of the disease. |
Biz hastalığın yayılmasını kontrol etmeliyiz. |
4197 |
We’re banking on you to provide all the money we need. |
İhtiyacımız olan tüm parayı sağlamak için sana güveniyoruz. |
4198 |
We smell with our noses. |
Burunlarımızla koklarız. |
4199 |
We looked down at the beautiful sea. |
Güzel denize baktık. |
4200 |
We went to New York by plane. |
Biz uçakla New York’a gittik. |
4201 |
We traveled to Mexico by plane. |
Biz uçakla Meksika’ya gittik. |
4202 |
We furnished the refugees with blankets. |
Mültecilere battaniye sağladık. |
4203 |
We admire her for her bravery. |
Biz onun cesareti için ona hayranız. |
4204 |
We are anxious about her health. |
Biz, onun sağlığı hakkında endişeliyiz. |
4205 |
We got her to attend to the patient. |
Biz hastayı ona baktırdık. |
4206 |
We cannot distinguish her from her younger sister. |
Biz onu küçük kız kardeşinden ayırt edemeyiz. |
4207 |
We confirmed her death. |
Biz onun ölümünü teyit ettik. |
4208 |
We waited up for him until two o’clock and then finally went to bed. |
Saat ikiye kadar yatmadan onu bekledik ve sonra yatmaya gittik. |
4209 |
We delegated him to negotiate with them. |
Onlarla müzakere yapması için onu atadık. |
4210 |
We invited him to the dinner party. |
Biz onu akşam yemeği partisine davet ettik. |
4211 |
We appointed him as our representative. |
Biz onu temsilcimiz olarak atadık. |
4212 |
We assume that he is honest. |
Biz onun dürüst olduğunu varsayıyoruz. |
4213 |
We number him among our closest friends. |
Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz. |
4214 |
We look up to him as our leader. |
Biz ona liderimiz olarak bakıyoruz. |
4215 |
We should follow his example. |
Biz onun dersini izlemeliyiz. |
4216 |
We should follow his example. |
Onun örneğini takip etmeliyiz. |
4217 |
We elected him to be mayor. |
Biz onu belediye başkanı seçtik. |
4218 |
We banished him from the country. |
Biz onu ülkeden sürdük. |
4219 |
It appears to me that we misunderstand him. |
Bana öyle geliyor ki biz onu yanlış anlıyoruz. |
4220 |
We have lost sight of him. |
Biz onu gözden kaybettik. |
4221 |
We tried to cheer him up by taking him out. |
Onu dışarı götürerek ona moral vermeye çalıştık. |
4222 |
We elected him as our Representative. |
Biz temsilcimiz olarak onu seçtik. |
4223 |
We looked down on him as a coward. |
Biz onu bir korkak olarak aşağıladık. |
4224 |
We look up to him as a good senior. |
Biz onu iyi bir kıdemli olarak görünüyoruz. |
4225 |
We must not give way to their demands. |
Biz onların taleplerine boyun eğmemeliyiz. |
4226 |
We had to yield to their request. |
Onların ricasına boyun eğmek zorunda kaldık. |
4227 |
We thought their shop was a failure, but now they’ve gotten out from under and even expanded. |
Biz onların dükkanının bir başarısızlık olduğunu düşündük, fakat şimdi, zor günleri atlattılar ve hatta büyüdüler. |
4228 |
We will give them moral support. |
Biz onlara moral desteği vereceğiz. |
4229 |
We provided them with money and clothes. |
Biz onlara para ve giysi sağladık. |
4230 |
We went to court when they refused to pay for the damage. |
Zararı ödemeyi reddettikleri için mahkemeye gittik. |
4231 |
We were unable to follow his logic. |
Biz onun mantığına uyamadık. |
4232 |
We have specific proof of your innocence. |
Bizim masumiyetinle ilgili belirli bir kanıtımız var. |
4233 |
We cannot help respecting his courage. |
Onun cesaretine saygı duymamak elimizde değil. |
4234 |
We can rely on his judgement. |
Biz onun kararına güvenebiliriz. |
4235 |
We applauded his honesty. |
Biz onun dürüstlüğünü alkışladık. |
4236 |
We expect him to succeed. |
Biz onun başarılı olmasını bekliyoruz. |
4237 |
We accepted his offer. |
Biz onun önerisini kabul ettik. |
4238 |
We opposed his plan to build a new road. |
Biz onun yeni bir yol yapma planına karşı çıktık. |
4239 |
We got into his car and went to the sea. |
Biz onun arabasına bindik ve denize gittik. |
4240 |
We were surprised to see his injuries. |
Biz onun yaralarını gördüğümüze şaşırdık. |
4241 |
We are under his command. |
Biz onun emrindeyiz. |
4242 |
We were shocked at the news of his death. |
Biz onun ölüm haberine şok olduk. |
4243 |
We regret his death. |
Biz onun ölümüne üzülüyoruz. |
4244 |
We compared his work with hers. |
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık. |
4245 |
We appreciate his talent. |
Biz onun yeteneğini takdir ediyoruz. |
4246 |
We cannot help admiring his talent. |
Bizim onun yeteneğine hayran olmamamız elimizde değil. |
4247 |
We were surprised at his conduct. |
Biz onun davranışına şaşırdık. |
4248 |
We were greatly surprised at the news of his sudden death. |
Biz onun ani ölüm haberine büyük ölçüde şaşırdık. |
4249 |
We are sorry for his mistake. |
Biz onun hatası için üzgünüz. |
4250 |
We were afraid that we might hurt his feelings. |
Biz onun duygularını incitmekten korktuk. |
4251 |
We were all greatly amused by his jokes. |
Hepimiz onun şakalarıyla büyük ölçüde eğlendik |
4252 |
We came to the conclusion that we should help him. |
Ona yardım etmemiz gerektiği sonucuna vardık. |
4253 |
We should have told him the truth. |
Biz ona gerçeği söylemeliydik. |
4254 |
We demanded that he explain to us why he was late. |
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik. |
4255 |
We had no choice but to leave the matter to him. |
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu. |
4256 |
We had no choice but to leave the matter to him. |
Konuyu ona bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu. |
4257 |
We expect much of him. |
Biz ondan çok şey bekliyoruz. |
4258 |
We showed him some pictures of the Alps. |
Biz ona Alpler’in bazı resimlerini gösterdik. |
4259 |
We are expecting him any moment. |
Biz her an onu bekliyorduk. |
4260 |
We are, in large measure, responsible for students’ success in the entrance exam. |
Biz öğrencilerin giriş sınavındaki başarılarından büyük ölçüde sorumluyuz. |
4261 |
We took his success for granted. |
Onun başarısını doğal karşıladık. |
4262 |
We could not but give him up for dead. |
Cenazeyi ona teslim etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktu. |
4263 |
We received word of his death. |
Onun ölüm haberini aldık. |
4264 |
We expected him to support us. |
Onun bizi desteklemesini bekledik. |
4265 |
We expect that he’ll help us. |
Onun bize yardımcı olacağını umuyoruz. |
4266 |
We objected, but she went out anyway. |
Biz itiraz ettik ama o yine de dışarı gitti. |
4267 |
We admit that he is a man of ability. |
Biz onun yetenekli bir adam olduğunu kabul ediyoruz. |
4268 |
We went to the museum. |
Biz müzeye gittik. |
4269 |
We never work on Sunday. |
Biz pazar günü asla çalışmayız. |
4270 |
We are subject to the Constitution of Japan. |
Biz Japonya anayasasına bağlıyız. |
4271 |
We must maintain the amicable relations between Japan and the U.S. |
Japonya ve ABD arasındaki arkadaşça ilişkileri sürdürmeliyiz. |
4272 |
We should have taken the schedule into consideration. |
Programı dikkate almalıydık. |
4273 |
We must sleep at least eight hours a day. |
Bir günde en az sekiz saat uyumalıyız. |
4274 |
We must sleep at least eight hours a day. |
Günde en az sekiz saat uyumak zorundayız. |
4275 |
We are confronted with a difficult situation. |
Zor bir durumla karşı karşıyayız. |
4276 |
We learn to read and write. |
Okumayı yazmayı öğren. |
4277 |
We found that we had lost our way. |
Yolumuzu kaybettiğimizi anladık. |
4278 |
We took a ferry from the island to the mainland. |
Adadan ana karaya bir feribota bindik. |
4279 |
We met along the way. |
Biz yol boyunca buluştuk. |
4280 |
We talked on the telephone. |
Biz telefonda konuştuk. |
4281 |
We spent our holiday exploring rural France. |
Tatilimizi kırsal Fransa’yı keşfederek geçirdik. |
4282 |
We must have respect for tradition. |
Geleneklere saygılı olmalıyız. |
4283 |
We postponed our picnic pending a change in the weather. |
Havada beklenen değişikliklikten pikniğimizi erteledik. |
4284 |
We must try to conserve our natural resources. |
Doğal kaynaklarımızı korumaya çalışmalıyız. |
4285 |
We crept toward the enemy. |
Biz düşmana doğru süründük. |
4286 |
We took the enemy by surprise. |
Biz düşmanı gafil avladık. |
4287 |
We fired guns at the enemy. |
Biz düşmana silahları ateşledik. |
4288 |
We have to respect local customs. |
Yerel geleneklere saygı duymak zorundayız. |
4289 |
We must think about the community. |
Toplumu düşünmek zorundayız. |
4290 |
We haven’t known each other long. |
Uzun süredir birbirimizi tanımıyorduk. |
4291 |
We sang in loud voices. |
Biz yüksek sesle şarkı söyledik. |
4292 |
We roared with laughter. |
Kahkaha ile güldük. |
4293 |
We used to compete furiously in college. |
Üniversitedeyken öfkeyle rekabet ederdik. |
4294 |
We arranged the books according to size. |
Kitapları büyüklüklerine göre düzenledik. |
4295 |
We have no choice but to compromise. |
Uzlaşmaktan başka seçeneğimiz yok. |
4296 |
We must get over many difficulties. |
Birçok zorlukların üstesinden gelmeliyiz. |
4297 |
We must beef up our organization. |
Kuruluşumuzu güçlendirmeliyiz. |
4298 |
We agreed to start early. |
Biz erken başlamak için anlaştık. |
4299 |
We named my son after my grandfather. |
Oğluma dedemin adını verdik. |
4300 |
There are seven of us. |
Bizden yedi kişi var. |
4301 |
We all knelt down to pray. |
Dua etmek için hepimiz diz çöktük. |
4302 |
We shared the profit among us all. |
Kazancı hepimizin arasında paylaştık. |
4303 |
We are entering a new phase in the war. |
Savaşta yeni bir aşamaya giriyoruz. |
4304 |
We are against war. |
Biz savaşa karşıyız. |
4305 |
We sang songs in chorus. |
Koroda şarkı söyledik. |
4306 |
We work for our living. |
Biz yaşamımız için çalışıyoruz. |
4307 |
We eat to live, not live to eat. |
Yaşamak için yeriz, yemek için yaşamayız. |
4308 |
We found him alive. |
Biz onu canlı bulduk. |
4309 |
We must continue to study as long as we live. |
Yaşadığımız sürece çalışmaya devam etmeliyiz. |
4310 |
We will get to Tokyo Station at noon. |
Öğleyin Tokyo İstasyonu’na varacağız. |
4311 |
We are to meet at noon. |
Biz öğleyin buluşacağız. |
4312 |
We studied the government’s economic policy. |
Hükümetin ekonomi politikasını inceledik |
4313 |
We argued politics. |
Biz politika tartıştık. |
4314 |
We should observe the speed limit. |
Hız limitine dikkat etmeliyiz. |
4315 |
We are longing for world peace. |
Dünya barışının özlemini çekiyoruz. |
4316 |
We are anxious for world peace. |
Dünya barışından endişeliyiz. |
4317 |
We debated on the question of world population. |
Dünya nüfusu sorunu üzerinde tartıştık. |
4318 |
We talked in sign language. |
Biz işaret dili konuştuk. |
4319 |
We entered into a serious conversation. |
Ciddi bir konuşmaya girdik. |
4320 |
We went due north. |
Doğru kuzeye gittik. |
4321 |
We cleared a path through the woods. |
Biz ormanda bir patika açtık. |
4322 |
We are faced with new kinds of diseases. |
Biz yeni tür hastalıklarla karşı karşıyayız. |
4323 |
We began on a new project. |
Biz yeni bir proje üzerinde başladık. |
4324 |
We’ve got to move very carefully. |
Biz çok dikkatli hareket etmeliyiz. |
4325 |
We live in a three-bedroom house. |
Üç yatak odalı bir evde yaşıyoruz. |
4326 |
We must pay attention to traffic signals. |
Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz. |
4327 |
We went into a shop to get some food. |
Biraz yiyecek almak için dükkâna girdik. |
4328 |
We must always try to serve others. |
Her zaman başkalarına hizmet etmeye çalışmalıyız. |
4329 |
We must always do our best. |
Biz her zaman elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. |
4330 |
We must always be prepared for the worst. |
Her zaman en kötü için hazırlıklı olmalıyız. |
4331 |
We are always aiming at improving the quality of service. |
Biz her zaman servis kalitesini iyileştirmeyi amaçlıyoruz. |
4332 |
We have to stand up for minority rights. |
Azınlık haklarını korumalıyız. |
4333 |
We headed for the mountain cottage. |
Dağ evine doğru gittik. |
4334 |
We discussed our plan for the future. |
Biz gelecekle ilgili planımızı tartıştık. |
4335 |
We ought to win. |
Biz kazanmalıyız. |
4336 |
We should strike a balance between our expenditure and income. |
Kazancımız ve giderimiz arasında orta yolu bulmalıyız. |
4337 |
We looked about us. |
Etrafımıza baktık. |
4338 |
We are to preserve nature. |
Doğayı korumalıyız. |
4339 |
We cannot subdue nature. |
Doğaya boyun eğdiremeyiz. |
4340 |
We must keep up with the times. |
Zamana ayak uydurmalıyız. |
4341 |
We should sometimes expose our bodies to the sun. |
Bazen bedenlerimizi güneş ışığına maruz bırakmalıyız. |
4342 |
We are apt to waste time. |
Biz boşa zaman geçirmeye eğilimliyiz. |
4343 |
We value punctuality. |
Biz dakikliğe değer veririz. |
4344 |
We regard the situation as serious. |
Duruma ciddi olarak bakıyoruz. |
4345 |
We have to get at the truth of the matter. |
İşin gerçeğini kastetmek zorundayız. |
4346 |
We have limited resources. |
Sınırlı kaynaklarımız var. |
4347 |
We’ve run short of money. |
Bizim paramız bitti. |
4348 |
We enjoyed watching the game. |
Biz oyunu izlerken keyif aldık. |
4349 |
We should do away with the death penalty. |
Ölüm cezasını yürürlükten kaldırmalıyız. |
4350 |
We usually met at a certain place in the city. |
Biz genellikle kentteki belirli bir yerde buluşurduk. |
4351 |
We were forced to work hard. |
Biz çok çalışmak için zorlandık. |
4352 |
We yawn when we are short of oxygen. |
Oksijenimiz azaldığında esneriz. |
4353 |
We stood on the top of the mountain. |
Dağın zirvesinde durduk. |
4354 |
We were filled with anger against the murderer. |
Katile karşı öfkeyle doldurulduk. |
4355 |
We skied down the slope. |
Yamaçtan aşağıya doğru kaydık. |
4356 |
We climbed Mt. Fuji last summer. |
Geçen yaz Fuji Dağı’na tırmandık. |
4357 |
We can count on him for financial help. |
Mali yardım için ona güvenebiliriz. |
4358 |
We arrived first. |
Biz ilk olarak vardık. |
4359 |
We left the final decision to him. |
Son kararı ona bıraktık. |
4360 |
We must not go to war again. |
Biz tekrar savaşa gitmemeliyiz. |
4361 |
We are engaged in a difficult task. |
Zor bir görevle meşgulüz. |
4362 |
We found the footprints in the sand. |
Kumda ayak izleri bulduk. |
4363 |
We’ll go for a drive next Sunday. |
Önümüzdeki Pazar arabayla geziye çıkacağız. |
4364 |
We are in the era of atomic energy. |
Atom enerjisi çağındayız. |
4365 |
We’re in no danger now. |
Şu anda herhangi bir tehlike değiliz. |
4366 |
We need more workers. |
Bizim daha fazla işçiye ihtiyacımız var. |
4367 |
Even now, we still doubt that he is the real murderer. |
Şimdi bile, biz halen onun gerçek katil olduğundan şüpheleniyoruz. |
4368 |
We traveled around the country by car. |
Arabayla ülkeyi gezdik. |
4369 |
We searched the woods for the missing child. |
Kayıp çocuk için ormanı aradık. |
4370 |
We didn’t want to go, but we had to. |
Gitmek istemedik fakat zorunda kaldık. |
4371 |
We prepared for an attack. |
Biz bir saldırı için hazırlandık. |
4372 |
We stood face to face. |
Biz yüz yüze durduk. |
4373 |
We walked as far as the park. |
Biz parka kadar yürüdük. |
4374 |
We sat on a bench in the park. |
Biz parkta bir banka oturduk. |
4375 |
We must observe the traffic regulations. |
Trafik kurallarına uymalıyız. |
4376 |
We got involved in a traffic accident. |
Biz bir trafik kazasına karıştık. |
4377 |
We took turns with the driving. |
Biz dönüşümlü olarak araba sürdük. |
4378 |
We took turns driving the car. |
Arabayı sırayla sürdük. |
4379 |
We need to communicate with each other. |
Birbirimizle haberleşmeliyiz. |
4380 |
We need action, not words. |
Sözlere değil, eylemlere ihtiyacımız var. |
4381 |
We found the front door locked. |
Ön kapıyı kilitli bulduk. |
4382 |
We have to reduce the cost to a minimum. |
Maliyeti asgariye indirmeliyiz. |
4383 |
We elaborated on our study plan. |
Eğitim planımızın detaylarını konuştuk. |
4384 |
We will never agree. |
Biz asla anlaşamayacağız. |
4385 |
We will never agree. |
Asla kabul etmeyeceğiz. |
4386 |
We will never give in to terrorist demands. |
Teröristlerin taleplerine asla boyun eğmeyeceğiz. |
4387 |
We fought a hard battle. |
Sıkı bir savaş yaptık. |
4388 |
We fought a hard battle. |
Çok pis dövüştük |
4389 |
We had to abandon our plan. |
Biz planımızdan vazgeçmek zorundaydık. |
4390 |
We learn by experience. |
Biz deneyim ile öğreniriz. |
4391 |
We lost sight of her in the crowd. |
Kalabalıkta onu kaybettik. |
4392 |
We have a good opinion of your invention. |
Buluşunuzu önemsiyoruz. |
4393 |
We had a good opinion of your son. |
Oğlunuzla ilgili iyi bir fikrimiz vardı. |
4394 |
We are looking forward to hearing from you. |
Sizden haber almayı sabırsızlıkla bekliyoruz. |
4395 |
We can get along very well without you. |
Sensiz çok iyi geçinebiliriz. |
4396 |
We got an interesting piece of information. |
İlginç bir bilgiye sahibiz. |
4397 |
We went as far as Kyoto. |
Kyoto’ya kadar gittik. |
4398 |
We eat fish raw. |
Balığı çiğ yeriz. |
4399 |
There is no need for us to hurry. |
Acele etmemize gerek yok. |
4400 |
We are trying to keep the wolf from the door. |
Kıt kanaat geçiniyoruz. |
4401 |
We must be alert to dangers. |
Tehlikeler için tetikte olmalıyız. |
4402 |
We are free from danger. |
Biz tehlikede değiliz. |
4403 |
We are influenced both by environment and by heredity. |
Hem çevreden hem de kalıtımdan etkilendik. |
4404 |
We were moved to tears. |
Biz gözyaşlarına boğulduk. |
4405 |
We are all but ready for the cold winter. |
Soğuk kış için neredeyse hazırız. |
4406 |
We made a promise to meet at school. |
Okulda buluşmak için söz verdik. |
4407 |
We turned left at the corner and drove north. |
Köşede sola döndük ve kuzeye gittik. |
4408 |
We had to obey the foreign law. |
Yabancı hukuka uymak zorundaydık. |
4409 |
All of us want prices to decline. |
Biz hepimiz fiyatların düşmesini istiyoruz. |
4410 |
We all wondered why she had dumped such a nice man. |
Hepimiz onun böyle iyi bir adamı niye terk ettiğini merak ettik. |
4411 |
We all suffer from it to some degree. |
Bir dereceye kadar, biz hepimiz ondan muzdaribiz. |
4412 |
We all pondered over what had taken place. |
Hepimiz ne olduğunu düşünüp taşındık. |
4413 |
We face competition from foreign suppliers. |
Yabancı firmalardan kaynaklanan bir rekabetle karşı karşıyayız. |
4414 |
We are comfortably established in our new home. |
Yeni evimize rahatça yerleştik. |
4415 |
We should stick to our plan. |
Biz planımıza sadık kalmalıyız. |
4416 |
We are never so happy nor so unhappy as we imagine. |
Biz asla düşündüğümüz kadar çok mutlu, nede mutsuz değiliz. |
4417 |
We live in the age of technology. |
Teknoloji çağında yaşıyoruz. |
4418 |
We grew up within our family circle. |
Ailemizin çevresinde yetiştik. |
4419 |
We felt the house shake. |
Evin sallandığını hissettik. |
4420 |
We kept on working for hours without eating anything. |
Biz bir şey yemeden saatlerce çalışmaya devam ettik. |
4421 |
We live in a cozy little house in a side street. |
Yan sokaktaki küçük ve rahat bir evde yaşıyoruz. |
4422 |
We danced to the music. |
Biz müzik eşliğinde dans ettik. |
4423 |
We had the luck to win the battle. |
Şanslıydık, savaşı kazandık. |
4424 |
We have three meals a day. |
Bir günde üç kez yemek yeriz. |
4425 |
We are facing a violent crisis. |
Şiddetli bir krizle karşı karşıyayız. |
4426 |
We hit the right road in the dark. |
Karanlıkta doğru yola çıktık. |
4427 |
We went by bus as far as London. |
Londra’ya kadar otobüsle gittik. |
4428 |
We are familiar with the legend of Robin Hood. |
Robin Hood efsanesi bize tanıdık. |
4429 |
We often eat fish raw. |
Biz sık sık balığı çiğ yedik. |
4430 |
We enjoyed our travels in Europe. |
Avrupa’daki seyahatlerimizden zevk aldık. |
4431 |
We cannot follow your plan any longer. |
Artık planını izleyemeyiz. |
4432 |
We fought for everyone. |
Herkes için savaştık. |
4433 |
We all had such a good time. |
Hepimiz iyi vakit geçirdik. |
4434 |
We all desire success. |
Hepimiz başarı istiyoruz. |
4435 |
We all went in search of gold. |
Hepimiz altın aramaya gittik. |
4436 |
We all suspect him of murder. |
Hepimiz cinayeti onun işlediğinden şüpheleniyoruz. |
4437 |
We have to save for a rainy day. |
Kara gün için tasarruf etmek zorundayız. |
4438 |
We walked more quickly than usual. |
Her zamankinden daha hızlı yürüdük. |
4439 |
We saw another ship far ahead. |
İleride başka bir gemi gördük. |
4440 |
We killed time by playing cards. |
Kart oynayarak zaman öldürdük. |
4441 |
We are getting on first-rate. |
Çok iyi geçiniyoruz. |
4442 |
We will get through the jungle somehow. |
Bir yolunu bulup ormanı geçeceğiz. |
4443 |
We had a rough time. |
Bizim fırtınalı bir zamanımız oldu. |
4444 |
We enjoyed playing tennis. |
Biz tenis oynamaktan keyif aldık. |
4445 |
We finally decided to give him over to the police. |
Sonunda onu polise teslim etmeye karar verdik. |
4446 |
We didn’t go very far. |
Biz çok uzağa gitmedik. |
4447 |
We looked for it here and there. |
Orada burada onu aradık. |
4448 |
We will discuss the problem with them. |
Onlarla sorunu tartışacağız. |
4449 |
We debated the problem. |
Biz sorunu tartıştık. |
4450 |
We discussed the matter at large. |
Konuyu genel olarak konuştuk. |
4451 |
We discussed the problem. |
Sorunu tartıştık. |
4452 |
We discussed the matter. |
Biz konuyu tartıştık. |
4453 |
We captured the thief. |
Biz hırsızı ele geçirdik. |
4454 |
We are liable for the damage. |
Biz hasardan sorumluyuz. |
4455 |
We were not prepared for the assault. |
Saldırı için hazır değildik. |
4456 |
We didn’t actually see the accident. |
Aslında kazayı görmedik. |
4457 |
We actually saw the accident. |
Aslında biz kazayı gördük. |
4458 |
We have established friendly relations with the new government of that country. |
O ülkedeki yeni hükümetle dostça ilişkiler kurduk. |
4459 |
We stayed at a hotel by the lake. |
Gölün kenarında bir otelde kaldık. |
4460 |
We found a secret passage into the building. |
Binanın içinde gizli bir geçit bulduk. |
4461 |
We found a secret door into the building. |
Binaya giren gizli bir kapı bulduk. |
4462 |
We talked over the plan with him. |
Biz onunla plan üzerine konuştuk. |
4463 |
We obeyed the rules. |
Biz kurallara itaat ettik. |
4464 |
We made him go there. |
Biz onu oraya gönderdik. |
4465 |
We gathered all the books together and put them in the spare room. |
Birlikte bütün kitapları topladık ve onları boş bir odaya koyduk. |
4466 |
We got all the materials together. |
Bütün malzemeleri toparladık. |
4467 |
We have come a long way. |
Biz uzun bir yol geldik. |
4468 |
We have to start at once. |
Derhal başlamalıyız. |
4469 |
We chopped our way through the jungle. |
Ormanda balta ile yolumuzu açtık. |
4470 |
We sat up half the night just talking. |
Sadece konuşmak için gece yarısına kadar uyanık kaldık. |
4471 |
We often associate black with death. |
Genelde ölümü siyahla bağdaştırırız. |
4472 |
We often associate black with death. |
Sık sık siyahı ölümle ilişkilendiririz. |
4473 |
We were granted the privilege of fishing in this bay. |
Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi. |
4474 |
We’ve come to the conclusion that this is a true story. |
Vardığımız sonuca göre bu doğru bir hikaye. |
4475 |
We should face up to this issue. |
Bu sorunla yüzleşmeliyiz. |
4476 |
We should approach this problem from different angles. |
Bu soruna farklı açılardan yaklaşmalıyız. |
4477 |
We are in agreement on this subject. |
Bu konuda anlaşma içindeyiz. |
4478 |
We made fun of him about this. |
Bunun hakkında onunla alay ettik. |
4479 |
We’ve been living here since July. |
Temmuzdan beri burada yaşamaktayız. |
4480 |
We studied Greek culture from various aspects. |
Çeşitli yönleriyle Yunan kültürünü inceledik. |
4481 |
We bought a pound of tea. |
Bir paund çay satın aldık. |
4482 |
We agreed among ourselves. |
Biz kendi aramızda anlaştık. |
4483 |
We went up and down by elevator. |
Biz asansörle yukarı çıktık ve indik. |
4484 |
We must reduce energy demand. |
Enerji talebini azaltmalıyız. |
4485 |
We spoke about many subjects. |
Birçok konu hakkında konuştuk. |
4486 |
We talked of many things. |
Birçok şeyden bahsettik. |
4487 |
We should always keep our promise. |
Sözümüzü her zaman tutmalıyız. |
4488 |
We are always exposed to some kind of danger. |
Her zaman birtakım tehlikeye maruz kalırız. |
4489 |
We will someday make the world a better place. |
Bir gün dünyayı daha iyi bir yer yapacağız. |
4490 |
We must achieve our aim at any price. |
Ne pahasına olursa olsun amacımıza ulaşmalıyız. |
4491 |
We have every advantage over them. |
Onlar üzerinde her türlü avantaja sahibiz. |
4492 |
We were nearly frozen to death. |
Neredeyse donarak ölüyorduk. |
4493 |
We ran down the hill. |
Biz tepeden aşağı koştuk. |
4494 |
We are in a fierce competition with that company. |
Şu şirketle sert bir yarış halindeyiz. |
4495 |
We are looking to you for help. |
Yardım için sana güveniyoruz. |
4496 |
We were running to and fro. |
Biz ileri geri koşuyorduk. |
4497 |
We will fight to the last. |
Biz sonuna kadar mücadele edeceğiz. |
4498 |
We have breakfast at seven. |
Biz yedide kahvaltı yaparız. |
4499 |
We got to the station at six. |
Biz altıda istasyona vardık. |
4500 |
We arrived at an agreement after two hours’ discussion. |
İki saatlik tartışmadan sonra bir anlaşmaya vardık. |
4501 |
We should look after our parents. |
Anne babamıza bakmalıyız. |
4502 |
We regard him as a great man. |
Biz onu büyük bir adam olarak görüyor. |
4503 |
We arrived on the island two days later. |
İki gün sonra adaya vardık. |
4504 |
We will not tolerate anyone who engages in terrorism. |
Teröre bulaşan hiç kimseye müsamaha göstermeyeceğiz. |
4505 |
We have a plentiful supply of water. |
Bol miktarda suyumuz var. |
4506 |
We are cruising at an altitude of 39,000 feet. |
30,000 fit yükseklikte yol alıyoruz. |
4507 |
We cannot make a change in our schedule. |
Programımızda bir değişiklik yapamayız. |
4508 |
Let’s drink a toast to our friends! |
Arkadaşlarımıza kadeh kaldıralım. |
4509 |
Our friendship did not last. |
Arkadaşlığımız devam etmedi. |
4510 |
Our friendship remained firm. |
Bizim dostluğumuz güçlü kaldı. |
4511 |
We have the edge on them. |
Biz onlara göre avantajlıyız. |
4512 |
Our flight was canceled. |
Uçuşumuz iptal edildi. |
4513 |
In our culture, we can’t be married to two women at once. |
Bizim kültürümüzde, aynı anda iki kadınla evli olamayız. |
4514 |
Our plane took off exactly on time at six. |
Uçağımız tam saat altıda kalktı. |
4515 |
Our ownership in the company is 60%. |
Şirketteki hissemiz %60’tır. |
4516 |
All our effort ended in failure. |
Bütün çabamız başarısızlıkla sona erdi. |
4517 |
All our efforts were in vain. |
Tüm çabalarımız boşunaydı. |
4518 |
Our city sits on an active fault. |
Şehrimiz aktif bir fay hattı üzerindedir. |
4519 |
We have a traitor among us. |
Aramızda bir hain var. |
4520 |
Insofar as we know, he is guilty. |
Bildiğimiz kadar, o suçlu. |
4521 |
Our representative argued against the new tax plan. |
Bizim milletvekili yeni vergi planına karşı çıktı. |
4522 |
Our class consists of fifty boys. |
Bizim sınıfımız 50 tane oğlandan oluşur. |
4523 |
Our boat followed a school of fish. |
Bizim tekne bir balık sürüsünü izledi. |
4524 |
Our boat approached the small island. |
Teknemiz küçük bir adaya yaklaştı. |
4525 |
Our teacher is at once stern and kindly. |
Bizim öğretmenimiz hem sert hem de yumuşak huyludur. |
4526 |
Our lives are determined by our environment. |
Yaşamlarımız çevremiz tarafından belirlenir. |
4527 |
Our character is affected by the environment. |
Karakterimiz çevreden etkilenir. |
4528 |
Our true nationality is mankind. |
Hakiki uyruğumuz insanoğludur. |
4529 |
Our new head office is in Tokyo. |
Yeni merkezimiz Tokyoda’dır. |
4530 |
The outlook for our business isn’t good. |
İşimizin geleceği iyi değil. |
4531 |
Our debt is more than we can pay. |
Borcumuz ödeyebileceğimizden daha fazla. |
4532 |
Our experiment went wrong last week. |
Geçen hafta deneyimiz kötü geçti. |
4533 |
Let’s synchronize our watches. |
Saatlerimizi senkronize edelim. |
4534 |
Our factories are working at full capacity. |
Fabrikalarımız tam kapasite çalışıyor. |
4535 |
Our factory needs a lot of machinery. |
Fabrikamızın birçok makineye gereksinimi var. |
4536 |
Our plans are not yet concrete. |
Planlarımız henüz somut değil. |
4537 |
Our plan has lots of advantages. |
Planımızın bir sürü avantajı var. |
4538 |
It’s you who has broken our agreement. |
Anlaşmamızı bozan sensin. |
4539 |
Our ultimate goal is to establish world peace. |
Nihai amacımız dünya barışını kurmaktır. |
4540 |
Our company makes use of the Internet. |
Şirketimiz internetten faydalanmaktadır. |
4541 |
Our yacht club has ten members. |
Yat kulübümüzün on üyesi vardır. |
4542 |
Our meeting rarely starts on time. |
Toplantımız nadiren zamanında başlar. |
4543 |
Our team is winning. |
Takımımız kazanıyor. |
4544 |
Our team were wearing red shirts. |
Ekibimiz kırmızı gömlekler giyiyordu. |
4545 |
Our team won the game. |
Bizim takım oyunu kazandı. |
4546 |
Our team is five points ahead. |
Bizim takımımız beş puan ilerdedir. |
4547 |
Our team is two points ahead. |
Takımımız iki puan öndedir. |
4548 |
Our staff is eager to help you. |
Bizim personelimiz yardım etmeye isteklidir. |
4549 |
Our staff is eager to help you. |
Personellerimiz size yardım etmekte istekli. |
4550 |
Our staff is eager to help you. |
Personelimiz size yardımcı olmak için isteklidir. |
4551 |
Our soccer team beat all the other teams in the town. |
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi. |
4552 |
We are not short of oil in this country. |
Bu ülkede petrol sıkıntımız yok. |
4553 |
Our class has increased in size. |
Bizim sınıf boyut olarak büyümüştür. |
4554 |
Famine stared us in the face. |
Açlık burnumuzun dibinde. |
4555 |
We have a rich historical heritage. |
Zengin bir tarihsel mirasımız var. |
4556 |
We had no alternative but to fight. |
Kavga etmekten başka alternatifimiz yoktu. |
4557 |
We had a slight difference of opinion. |
Hafif bir düşünce farkımız vardı. |
4558 |
Stay here with us. |
Bizimle burada kal. |
4559 |
Let us do the work. |
İşi yapmamıza izin verin. |
4560 |
What if we should fail? |
Başarısız olursak ne olur? |
4561 |
The day will soon come when we will conquer space and travel to the moon. |
Uzayı işgâl edeceğimiz ve Ay’a yolculuk yapacağımız gün yakında gelecek. |
4562 |
It will be very important whether we win the battle or not. |
Savaşı kazanıp kazanmamamız çok önem arz edecek. |
4563 |
We actually didn’t see the accident. |
Aslında kazayı görmedik. |
4564 |
My name is Hopkins. |
Benim adım Hopkins. |
4565 |
Our company is going to be left behind too if we don’t create an environment in which we can get instant Internet access. |
Acil internet girişi olan bir çevre yaratmazsak, bizim şirketimizde geride kalacak. |
4566 |
Our company has a long, long history. |
Firmamızın uzun, uzun bir geçmişi var. |
4567 |
We do business with that company. |
Biz o firma ile iş yaparız. |
4568 |
The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years. |
Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz. |
4569 |
Our company’s base is in Tokyo. |
Şirketimizin merkezi Tokyo’dadır. |
4570 |
Our company has many clients from abroad. |
Firmamızın yurt dışından birçok müşterisi var. |
4571 |
You have, no doubt, heard of our company. |
Şüphesiz şirketimizi duymuşsunuzdur. |
4572 |
We must promote commerce with neighboring countries. |
Komşu ülkelerle ticareti desteklemeliyiz. |
4573 |
We import coffee from Brazil. |
Biz Brezilya’dan kahve ithal ederiz. |
4574 |
Our trading companies do business all over the world. |
Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar. |
4575 |
Our school adopted his teaching methods. |
Okulumuz onun öğretim metotlarını benimsedi. |
4576 |
Our army broke through the enemy defenses. |
Ordumuz düşman savunmasını yardı geçti. |
4577 |
Our army took the kingdom by surprise. |
Ordumuz krallığa baskın yaptı. |
4578 |
There’s no place like home. |
Ev gibi bir şey yoktur. |
4579 |
Our house is conveniently located. |
Evimiz uygun şekilde konumlanmıştır. |
4580 |
My house needs major repairs. |
Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var. |
4581 |
We are expecting an addition to our family. |
Ailemize bir katılım bekliyoruz. |
4582 |
There is a small garden in front of my house. |
Evimin önünde ufak bir bahçe var. |
4583 |
Our family budget is in the red. |
Bizim aile bütçesi borçludur. |
4584 |
We decorated the Christmas tree with lights. |
Noel ağacını ışıklarla dekore ettik. |
4585 |
We keep a collie as a pet. |
Biz evcil hayvan olarak İskoç çoban köpeği besliyoruz. |
4586 |
Our team lost all its games. |
Bizim takım bütün oyunları kaybetti |
4587 |
Our team lost the first game. |
Takımımız ilk oyunu kaybetti. |
4588 |
We are happy to have you join our team. |
Sizi ekibimize kattığımız için mutluyuz. |
4589 |
Tom bats cleanup on our team. |
Tom bizim takımda kurtarma vuruşu yapar. |
4590 |
I got a lot of mosquito bites. |
Bir sürü sivrisinek ısırıklarım var. |
4591 |
They say that he hates to study. |
Onun çalışmaktan nefret ettiğini söylüyorlar. |
4592 |
A mosquito just bit me. |
Bir sivrisinek az önce beni ısırdı. |
4593 |
What with overwork and poor meals, she fell ill. |
Aşırı çalışma ve yetersiz yemeklerden dolayı, o hastalandı. |
4594 |
Fatigue is the natural result of overwork. |
Yorgunluk, fazla çalışmanın doğal sonucudur. |
4595 |
Excessive indulgence spoiled the child. |
Aşırı düşkünlük çocuğu şımarttı. |
4596 |
Eating too much fat is supposed to cause heart disease. |
Çok fazla yağ yemek kalp hastalığına sebep olmalı. |
4597 |
I feel terrible about my mistake. |
Hatam hakkında kötü hissediyorum. |
4598 |
It is considered impossible to travel back to the past. |
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor. |
4599 |
Don’t dwell on your past mistakes! |
Geçmiş hatalarının üzerinde durma! |
4600 |
Don’t dwell on your past failures. |
Geçmiş hatalarının üzerinde durma. |
4601 |
Don’t worry about the past. |
Geçmiş hakkında üzülme. |
4602 |
It’s no use crying over spilt milk. |
İş işten geçti. |
4603 |
It’s no use crying over spilt milk. |
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye. |
4604 |
Have you ever had any serious illness? |
Hiç ciddi bir hastalık geçirdiniz mi? |
4605 |
You must live in the present, not in the past. |
Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın. |
4606 |
Our policy is to build for the future, not the past. |
Bizim politikamız geçmiş için değil gelecek için yapmaktır. |
4607 |
Although CFIT accounted for just over a third of crashes in the past six years, it caused 53% of the deaths. |
CFIT son altı yıldır çarpışmaların sadece üçte birinin üzerinde olduğunu açıklamasına rağmen ölümlerin %53’üne sebep oldu. |
4608 |
We haven’t had a price increase in the last five years. |
Son beş yıldır fiyat artışımız yok. |
4609 |
Prices have risen by 50 percent during the past ten years. |
Son on yılda fiyatlar yüzde elli arttı. |
4610 |
He who makes no mistakes makes nothing. |
Hiç hata yapmayan biri hiçbir şey yapmayan biridir. |
4611 |
It is no use crying over spilt milk. |
Son pişmanlık fayda etmez. |
4612 |
Do you have anything to declare? |
Bildirecek bir şeyiniz var mı? |
4613 |
Could I check my bags? |
Ben çantalarımı kontrol edebilir miyim? |
4614 |
Make room for the baggage. |
Bagaj için yer açın. |
4615 |
Would you carry my luggage upstairs? |
Bagajımı yukarı taşır mısın? |
4616 |
You don’t have to carry your baggage. |
Bagajını taşımak zorunda değilsin. |
4617 |
Could you carry my bags for me? |
Benim için çantalarımı taşır mısın? |
4618 |
Let me help you with your baggage. |
Bagajınıza yardımcı olmama izin verin. |
4619 |
Has the shipment arrived yet? |
Sevkiyat geldi mi? |
4620 |
How many bags do you have? |
Kaç tane çantan var? |
4621 |
Where should I put my baggage? |
Bagajımı nereye koymalıyım? |
4622 |
Where can I get my baggage? |
Bagajımı nereden alabilirim. |
4623 |
In case the shipment is delayed, we have special delay insurance. |
Nakliyatın gecikme ihtimaline karşı özel gecikme sigortamız var. |
4624 |
Have you finished packing yet? |
Eşyalarını topladın mı? |
4625 |
I filled a vase with water. |
Bir vazoyu suyla doldurdum. |
4626 |
I must apologize to you for breaking the vase. |
Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim. |
4627 |
The vase fell to the floor and shattered. |
Vazo yere düştü ve parçalandı. |
4628 |
The flowers in the vase are roses. |
Vazodaki çiçekler güldür. |
4629 |
There are some beautiful roses in the vase. |
Vazoda birkaç güzel gül var. |
4630 |
Hanako called his bluff. |
Hanako onun blöfünü gördü. |
4631 |
It was clear that Hanako did not wish to marry Taro. |
Hanako’nun Taro ile evlenmek istemediği açıktı. |
4632 |
Hanako has forgotten her umbrella again. |
Hanako yine şemsiyesini unuttu. |
4633 |
Hanako likes cake very much. |
Hanako keki çok fazla seviyor. |
4634 |
Hanako grew taller than her mother. |
Hanako annesinden daha uzun oldu. |
4635 |
Hanako has attended an American college for four years. |
Hanako, dört yıl boyunca bir Amerikan kolejine devam etti. |
4636 |
Hanako came all the way from Hokkaido in order to see her father. |
Hanako babası görmek için Hokkaido’dan tüm yolu geldi. |
4637 |
Hanako turned out to be a surprisingly nice person. |
Hanako’nun şaşırtıcı şekilde hoş bir insan olduğu ortaya çıktı. |
4638 |
The bride looked very beautiful. |
Gelin çok güzel görünüyordu. |
4639 |
Flowers and trees need clean air and fresh water. |
Çiçeklerin ve ağaçların temiz havaya ve taze suya ihtiyacı vardır. |
4640 |
Put some water into the vase. |
Vazoya biraz su koy. |
4641 |
Flowers soon fade when they have been cut. |
Çiçekler koparıldıkları zaman kısa süre içinde solarlar. |
4642 |
Flowers bloom. |
Çiçekler açar. |
4643 |
Flowers attract bees. |
Çiçekler arıları çeker. |
4644 |
I’ve finished watering the flowers. |
Çiçekleri sulamayı bitirdim. |
4645 |
Many weeds were growing among the flowers. |
Çiçekler arasında bir sürü ot büyüyordu. |
4646 |
Don’t touch the flowers. |
Çiçeklere dokunma. |
4647 |
I’ll expect to hear from you by Tuesday. |
Salı gününe kadar sizden haber bekleyeceğim. |
4648 |
I will have finished my homework by Tuesday. |
Salıya kadar ev ödevimi bitirmiş olacağım. |
4649 |
Are you free on Tuesday? |
Salı günü boş musun? |
4650 |
The Diet will meet on Tuesday. |
Meclis salı günü toplanacak. |
4651 |
It has been raining since Tuesday. |
Salı gününden beri yağmur yağıyor. |
4652 |
Gunpowder needs to be handled very carefully. |
Barut çok dikkatli şekilde işlenmeli. |
4653 |
Mars is all the more interesting for its close resemblance to our Earth. |
Dünya’ya en yakın benzemede Mars hepsinden en ilgi çekici olanı. |
4654 |
There is no sign of life on Mars. |
Mars’ta hiç yaşam işareti yok. |
4655 |
Is there any life on Mars? |
Mars’ta hayat var mıdır? |
4656 |
A burnt child fears the fire. |
Yanmış bir çocuk ateşten anlar. |
4657 |
A big crowd gathered at the scene of the fire. |
Yangın mahallinde büyük bir kalabalık toplandı. |
4658 |
The fire started in the bathhouse. |
Yangın hamamda başladı. |
4659 |
It transpired that fire was caused by a careless smoker. |
Yangına dikkatsiz bir sigara içicisinin sebep olduğu ortaya çıktı. |
4660 |
The fire went on for some time before it was brought under control. |
Yangın kontrol altına alınmadan önce önce bir süre devam etti. |
4661 |
Fire cannot be prevented by half measures. |
Yangın yetersiz tedbirlerle önlenemez. |
4662 |
The fire was put out before it got serious. |
Ciddileşmeden önce yangın söndürüldü. |
4663 |
The fire broke out toward midnight. |
Yangın, gece yarısına doğru patlak verdi. |
4664 |
The fire was put out at the cost of a fireman’s life. |
Bir itfaiyecinin hayatını pahasına yangın söndürüldü. |
4665 |
The fire was extinguished at once. |
Yangın derhal söndürüldü. |
4666 |
The fire broke out after the staff went home. |
Personel eve gittikten sonra yangın patlak verdi. |
4667 |
A fire broke out on the first floor. |
Birinci katta bir yangın patlak verdi. |
4668 |
A fire broke out on the fifth floor. |
Beşinci katta bir yangın patlak verdi. |
4669 |
A fire broke out on the fifth floor. |
5. katta bir yangın çıktı. |
4670 |
A fire may happen at any moment. |
Her an bir yangın meydana gelebilir. |
4671 |
The fire took 13 lives. |
Yangın 13 can aldı. |
4672 |
In case of fire, ring the bell. |
Yangın durumunda, çanı çal. |
4673 |
Break this glass in case of fire. |
Yangın durumunda bu camı kır. |
4674 |
In case of fire, dial 119. |
Yangın durumunda, 119’u çevir. |
4675 |
In case of fire, press this button. |
Yangın durumunda, bu düğmeye basın. |
4676 |
In case of fire, you should dial 119. |
Yangın durumunda 119’u tuşlamanız gerekmektedir. |
4677 |
In case of a fire, use this emergency stairway. |
Bir yangın durumunda, bu acil merdivenini kullanın. |
4678 |
In case of fire, use the stairs. |
Bir yangın durumunda, merdivenleri kullanın. |
4679 |
Please use this exit when there is a fire. |
Bir yangın olduğunda, lütfen bu çıkışı kullanın. |
4680 |
In case of fire, break the glass and push the red button. |
Yangın durumunda, camı kırın ve kırmızı düğmeye basın. |
4681 |
In the case of fire, dial 119. |
Yangın durumunda, 119’u arayın. |
4682 |
The cause of the fire is not known. |
Yangının nedeni bilinmemektedir. |
4683 |
The cause of the fire was his cigarette butt. |
Yangının nedeni onun sigara izmaritiydi. |
4684 |
There is not much doubt about the cause of the fire. |
Yangının nedeni hakkında çok şüphe yoktur. |
4685 |
The cause of the fire was known. |
Yangının nedeni biliniyordu. |
4686 |
In case of fire, telephone the fire station. |
Yangın durumunda itfaiyeyi ara. |
4687 |
In case of fire, break this window. |
Yangın durumunda, bu camı kır. |
4688 |
I lost my shoe in the fire. |
Yangında ayakkabımı kaybettim. |
4689 |
When the fire broke out, he was fast asleep. |
Yangın patlak verdiğinde, o derin uykudaydı. |
4690 |
Half of the town burnt down in the fire. |
Yangında kasabanın yarısı yandı. |
4691 |
The fire deprived us of our property. |
Yangın bizi varlığımızdan yoksun bıraktı. |
4692 |
The fire consumed the whole building. |
Yangın tüm binayı yakıp kül etti. |
4693 |
The fire caused a panic in the theater. |
Yangın tiyatroda paniğe neden oldu. |
4694 |
Four families were killed in the fire. |
Yangında dört aile öldürüldü. |
4695 |
Fire! Run! |
Yangın! Koşun! |
4696 |
Always keep a bucket of water handy, in case of fire. |
Yangın olursa diye el altında her zaman bir kova su bulundur. |
4697 |
The family had been sleeping for about two hours when the fire broke out. |
Yangın çıktığında aile yaklaşık iki saattir uyuyordu. |
4698 |
My mother happened to be there when the fire broke out. |
Yangın başladığında annem tesadüfen oradaydı. |
4699 |
The surface of the earth rose due to the volcanic activity. |
Dünya yüzeyi volkanik aktivite nedeniyle yükseldi. |
4700 |
The volcano shoots out flames and lava. |
Yanardağ dışarıya alevleri ve lavları fırlatıyordu. |
4701 |
Famine followed upon the eruption of the volcano. |
Yanardağ patlamasını kıtlık izledi. |
4702 |
The volcanic eruption threatened the village. |
Volkanik patlama köyü tehdit etti. |
4703 |
The volcano has become active again. |
Volkan tekrar aktif hale geldi. |
4704 |
The volcano is belching out flames and smoke. |
Volkan dışarıya alev ve duman fışkırtıyor. |
4705 |
The volcano is belching out flames and smoke. |
Volkan dışarıya alevlerini ve dumanlarını güçlü bir şekilde fırlattı. |
4706 |
The fire alarm sounded. |
Yangın alarmı çaldı. |
4707 |
The fire alarm rang. |
Yangın alarmı çaldı. |
4708 |
What caused the fire? |
Yangının nedeni nedir? |
4709 |
In case of fire, call 119. |
Yangın durumunda, 119’u arayın. |
4710 |
In case of fire, call 119. |
Yangın haline, 119’u ara. |
4711 |
Insure your house against fire. |
Evinizi yangına karşı sigortalayın. |
4712 |
The mail train lost most of its mail in the fire. |
Posta treni yangında postasının çoğunu kaybetti. |
4713 |
Twenty people perished in the blaze. |
Yangında yirmi kişi can verdi. |
4714 |
The origin of the fire is unknown. |
Ateşin kökeni bilinmemektedir. |
4715 |
Keep the fire alive. |
Ateşi canlı tut. |
4716 |
Put out the fire. |
Ateşi söndür. |
4717 |
Don’t forget to put out the fire. |
Ateşi söndürmeyi unutma. |
4718 |
It was as clear as day that Shinji would die from hunger. |
Shinji’nin açlıktan öleceği gün gibi açıktı. |
4719 |
Never forget to put out the fire. |
Ateşi söndürmeyi asla unutma. |
4720 |
Fire is very dangerous. |
Yangın çok tehlikelidir. |
4721 |
Fire burns. |
Ateş yanar. |
4722 |
The fire started in the kitchen. |
Yangın mutfakta başladı. |
4723 |
The fire was burning brightly. |
Ateş parlak bir şekilde yanıyordu. |
4724 |
Fire is always dangerous. |
Ateş her zaman tehlikelidir. |
4725 |
The fire had spread to the next building before the firemen came. |
Yangın, itfaiyeciler gelmeden önce yandaki binaya yayılmıştı. |
4726 |
The fire went out. |
Yangın söndü. |
4727 |
The fire went out by itself. |
Yangın kendiliğinden söndü. |
4728 |
Fanned by the strong wind, the flames spread in all directions. |
Rüzgarla körüklendiği için, alevler her yöne yayıldı. |
4729 |
The fire spread throughout the house. |
Yangın evin her tarafına yayıldı. |
4730 |
The fire burned up brightly. |
Ateş parlak bir şekilde yandı. |
4731 |
The house did not suffer much damage because the fire was quickly put out. |
Ev, yangın çabuk söndürüldüğü için fazla zarar görmedi. |
4732 |
I burned my forefinger on fire tongs. |
Ateş maşasıyla işaret parmağımı yaktım. |
4733 |
A fire can spread faster than you can run. |
Bir yangın senin koşabileceğinden daha hızlı yayılır. |
4734 |
Guard against the danger of fire. |
Yangın tehlikesine karşı korunun. |
4735 |
Making use of fire may be regarded as man’s greatest invention. |
Ateşin kullanılması insanın en büyük icadı olarak kabul edilmektedir. |
4736 |
Her cheeks were tinged with red by the warmth of fire. |
Ateşin sıcaklığı ile yanakları kızarmıştı. |
4737 |
It’s dangerous to play around the fire. |
Ateş etrafında oynamak tehlikelidir. |
4738 |
No one can deny the fact that there is no smoke without fire. |
Sebepsiz bir şey olmayacağı gerçeğini kimse inkar edemez. |
4739 |
There is no smoke without fire. |
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. |
4740 |
It only adds fuel to the fire. |
O, sadece ateşe yakıt ekler. |
4741 |
I warmed myself at the fire. |
Ben kendimi ateşte ısıttım. |
4742 |
Keep away from the fire. |
Ateşten uzak durun. |
4743 |
Stay away from the fire. |
Ateşten uzak durun. |
4744 |
Be on your guard against fire. |
Yangına karşı uyanık olun. |
4745 |
Oxygen is needed for combustion. |
Oksijen yanma için gereklidir. |
4746 |
Warm yourself while the fire burns. |
Ateş yanarken kendinizi ısıtın. |
4747 |
No one can deny the fact that fire burns. |
Ateşin yandığı gerçeğini kimse inkar edemez. |
4748 |
The fire has gone out and this room is cold. |
Ateş söndü ve bu oda soğuk. |
4749 |
Please keep the fire from going out. |
Lütfen ateşin sönmesini engelleyin. |
4750 |
The fire is out. |
Ateş söndü. |
4751 |
The fire is going out; will you add some wood? |
Ateş sönüyor; biraz odun ilave eder misin? |
4752 |
As he had no way of making fire, he ate the fish raw. |
Ateş yakma imkanı olmadığı için, balığı çiğ çiğ yedi. |
4753 |
The fire spread and licked the neighboring house. |
Yangın yayıldı ve komşu evi yaladı. |
4754 |
The fire spread and licked the neighboring house. |
Ateş yandaki evin duvarlarına kadar yayılmıştı. |
4755 |
The fire is burning furiously. |
Yangın şiddetli bir şekilde yanıyor. |
4756 |
Every rose has its thorns. |
Dikensiz bir gül yoktur. |
4757 |
Kabuki is an old Japanese art. |
Kabuki eski bir Japon sanatıdır. |
4758 |
Do you know kabuki? |
Kabukiyi biliyor musunuz? |
4759 |
A bad cold caused the singer to lose his voice. |
Kötü bir soğuk algınlığı şarkıcının sesini kaybetmesine sebep oldu. |
4760 |
He makes his living by singing. |
O, şarkı söyleyerek geçimini sağlıyor. |
4761 |
The boy singing a song is my brother. |
Şarkı söyleyen çocuk benim erkek kardeşimdir. |
4762 |
Let us sing a song. |
Bir şarkı söylememize izin verin. |
4763 |
She knew a lot of songs, too. |
O da çok şarkı biliyordu. |
4764 |
Let’s sing and dance. |
Şarkı söyleyelim ve dans edelim. |
4765 |
I wish I were a good singer. |
Keşke iyi bir şarkıcı olsam. |
4766 |
Do you like singing? |
Şarkı söylemeyi sever misin? |
4767 |
Would you like some fruit? |
Biraz meyve ister misin? |
4768 |
Please help yourself to some fruit. |
Lütfen biraz meyveye buyurun. |
4769 |
Please help yourself to the fruit. |
Lütfen meyveye buyurun. |
4770 |
Won’t you have some fruit? |
Biraz meyve almaz mısın? |
4771 |
I prefer apples to all the other fruits. |
Meyveler arasından en çok elmayı severim. |
4772 |
You seem to like fruit. |
Meyveden hoşlanıyor gibi görünüyorsun. |
4773 |
The fruits are dried in the sun. |
Bu meyveler güneşte kurutuldu. |
4774 |
Fruits have seeds in them. |
Meyvelerin içinde tohumları vardır. |
4775 |
I strolled along the streets to kill time. |
Zaman geçirmek için caddelerde dolaştım. |
4776 |
The more leisure he has, the happier he is. |
Ne kadar boş vakit bulursa o kadar mutlu olur. |
4777 |
Don’t you have anything better to do? |
Yapacak daha iyi bir şeyin yok mu? |
4778 |
What do you do in your free time? |
Boş zamanında ne yaparsın? |
4779 |
What do you do in your free time? |
Boş zamanlarında ne yapıyorsun? |
4780 |
I’m free. |
Ben boşum. |
4781 |
Being free, she went out for a walk. |
Boş olduğu için, dışarı yürüyüşe çıktı. |
4782 |
With every increase of scientific knowledge, man’s power for evil is increased in the same proportion as his power for good. |
Bilimsel bilginin her artışıyla insanın kötülük için gücü iyilik için gücü gibi aynı oranda artırılır. |
4783 |
Scientific truth is a creation of the human mind. |
Bilimsel gerçek insan aklının bir yaratılışıdır. |
4784 |
Scientists seem to have known the truth. |
Bilim adamları gerçeği biliyor gibi görünüyor. |
4785 |
Scientists can easily compute the distance between planets. |
Bilimciler gezegenler arasındaki uzaklıkları kolayca hesaplayabilir. |
4786 |
Scientists have come up with many explanations for why the sky is blue. |
Bilim adamları gökyüzünün mavi olmasıyla ilgili birçok açıklama ileri sürmüştür. |
4787 |
The scientist insisted on proceeding with the research. |
Bilimci araştırmaya devam etmekte ısrar etti. |
4788 |
According to scientists, the atmosphere is getting warmer year after year. |
Bilimcilere göre atmosfer yıldan yıla gittikçe daha fazla ısınıyor. |
4789 |
I am determined to be a scientist. |
Bilim adamı olmaya kararlıyım. |
4790 |
Scientists will come up with new methods of increasing the world’s food supply. |
Bilim adamları dünyanın gıda teminini arttırmak için yeni yöntemler bulacaklar. |
4791 |
Scientists began to find answers to these questions. |
Bilimciler bu soruların yanıtlarını bulmaya başladılar. |
4792 |
Scientists are working hard to put an end to AIDS. |
Bilim adamları AIDS’e son vermek için harıl harıl çalışıyorlar. |
4793 |
Some people argue that technology has negative effects. |
Bazı insanlara göre teknolojinin olumsuz etkileri var. |
4794 |
Science can be dangerous when applied carelessly. |
Dikkatsizce uygulandığı zaman bilim tehlikeli olabilir. |
4795 |
Science is based on careful observation. |
Bilim, dikkatli gözleme dayanmaktadır. |
4796 |
I do not like science. |
Ben bilimi sevmiyorum. |
4797 |
The aim of science is, as has often been said, to foresee, not to understand. |
Bilimin amacı, çoğunlukla söylenildiği gibi, anlamak değil, öngörmektir. |
4798 |
The primary aim of science is to find truth, new truth. |
Bilimin temel amacı gerçeği , yeni gerçeği bulmaktır. |
4799 |
The progress of science has brought about great change in our lives. |
Bilimdeki ilerleme hayatımızda büyük bir değişiklik yarattı. |
4800 |
Science has not solved all the problems of life. |
Bilim hayatın tüm sorunlarını çözememiştir. |
4801 |
My wife will be glad to see you, too. |
Karım da seni görmekten memnun olacak. |
4802 |
My wife is preparing dinner right now. |
Karım şimdi akşam yemeğini hazırlıyor. |
4803 |
I’m sick of listening to her complaints. |
Onun şikâyetlerini dinlemekten usandım. |
4804 |
There is no place like home. |
Ev gibi yer yoktur. |
4805 |
Are you happy in your house? |
Evinde mutlu musun? |
4806 |
The rent is due tomorrow. |
Yarın kiranın vadesi geldi. |
4807 |
How much is the rent per month? |
Aylık kira ne kadardır? |
4808 |
How much is the monthly rate? |
Aylık oran ne kadardır? |
4809 |
You’re a month behind with your rent. |
Kiranı bir ay geciktirdin. |
4810 |
The cattle starved to death. |
Sığır açlıktan ölüyordu. |
4811 |
Their cattle are all fat. |
Onların sığırlarının hepsi şişman. |
4812 |
His whole family is like that. |
Onun bütün ailesi öyledir. |
4813 |
May I bring my family along? |
Ailemi birlikte getirebilir miyim? |
4814 |
We are a family of four. |
Dört kişilik bir aileyiz. |
4815 |
May I take a few days off to visit my family? |
Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim? |
4816 |
How is your family? |
Aileniz nasıl? |
4817 |
How is your family? |
Ailen nasıl? |
4818 |
I’d like to call my family. |
Ailemi aramak istiyorum. |
4819 |
May I ask about your family? |
Ailen hakkında soru sorabilir miyim? |
4820 |
My family will be away for a week. |
Ailem bir haftalığına uzakta olacak. |
4821 |
It’s great to have a family. |
Bir aileye sahip olmak mükemmel. |
4822 |
More and more married couples share household chores. |
Gittikçe artan sayıda evli çift ev işlerini paylaşıyor. |
4823 |
I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. |
Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim. |
4824 |
I got him to help me when I moved the furniture. |
Mobilyayı taşırken onu bana yardım ettirdim. |
4825 |
The furniture was dusty. |
Mobilya tozluydu. |
4826 |
The furniture was dusty. |
Mobilyalar tozluydu. |
4827 |
Some furniture is put together with glue. |
Bazı mobilyalar tutkal ile monte edilir. |
4828 |
There are a great many people trying buy houses. |
Ev almak isteyenlerin sayısı oldukça fazla. |
4829 |
I mortgaged my house. |
Evimi ipotek ettirdim. |
4830 |
I’m getting a new house built. |
Yeni bir ev yaptırıyorum. |
4831 |
Don’t forget to turn off the gas before you leave the house. |
Evden ayrılmadan önce gazı kapatmayı unutma. |
4832 |
I had hardly left home when it began raining. |
Evden çıkar çıkmaz yağmur yağmaya başladı. |
4833 |
As soon as I left home, it began to rain. |
Evden çıkar çıkmaz yağmur yağmaya başladı. |
4834 |
I was leaving home when Tom telephoned me. |
Tom bana telefon ettiğinde evden ayrılıyordum. |
4835 |
I had hardly left home when it began to rain heavily. |
Evden ayrılır ayrılmaz şiddetli şekilde yağmur yağmaya başladı. |
4836 |
We have made numerous improvements to our house since we bought it. |
Aldığımızdan beri evde birçok iyileştirmeler yaptık. |
4837 |
I will take you home. |
Seni eve götüreceğim. |
4838 |
Could you please drive me home? |
Beni eve götürür müsün? |
4839 |
I’ll drive you home. |
Ben seni eve götüreceğim. |
4840 |
I’ll drive you home. |
Ben sizi eve götüreceğim. |
4841 |
Shall I drive you home? |
Seni eve götüreyim mi? |
4842 |
Let us go home. |
Eve gidelim. |
4843 |
Both buildings burned down. |
Her iki bina da yandı. |
4844 |
The house collapsed in an earthquake. |
Ev bir depremde çöktü. |
4845 |
The house was burned to the ground. |
Ev yanıp kül oldu. |
4846 |
The houses caught fire one after another. |
Evler birbiri ardına yandılar. |
4847 |
Each house is within shouting distance of another. |
Her ev diğerine bağırma mesafesindedir. |
4848 |
A house is built on top of a solid foundation of cement. |
Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir. |
4849 |
The house was in flames. |
Ev alevler içindeydi. |
4850 |
My house was on fire. |
Benim evim yanıyordu. |
4851 |
We have two cats; one is white, and the other is black. |
Bizim iki kedimiz var, biri beyaz, diğeri siyahtır. |
4852 |
The house burned down completely. |
Ev tamamen yandı. |
4853 |
The house looked good; moreover, the price was right. |
Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu. |
4854 |
My backyard can hold more than ten people. |
Benim arka bahçe on kişiden daha fazlasını barındırabilir. |
4855 |
I spent the holidays decorating the house. |
Ev dekore ederek tatili geçirdim. |
4856 |
There are scarcely any flowers in our garden. |
Bahçemizde yok denecek kadar az çiçek var. |
4857 |
Let me show you around our house. |
Sana bizim evin etrafını göstereyim. |
4858 |
We are not cold in the house. |
Biz evde üşümüyoruz. |
4859 |
All was silent in the house. |
Evde herkes sessizdi. |
4860 |
Every door in the house is locked. |
Evdeki her kapı kilitlidir. |
4861 |
I think the only problem I have now is being shut in at home. |
Sahip olduğum tek sorunun şu an evde kapalı kalmam olduğunu düşünüyorum. |
4862 |
There wasn’t anybody in the house. |
Evde kimse yoktu. |
4863 |
There wasn’t anybody in the house. |
Evde hiç kimse yoktu. |
4864 |
When we have a family argument, my husband always sides with his mother instead of me. |
Bir aile tartışmamız olduğunda, kocam her zaman benim yerime annesiyle taraftır. |
4865 |
When we have a family argument, my husband always sides with his mother instead of me. |
Aile tartışmamız olduğunda,eşim genellikle benim değil ailesinin tarafında yer alır. |
4866 |
Let’s take a rest in the garden instead of indoors. |
Ev yerine bahçede dinlenelim. |
4867 |
You can’t have lost your coat in the house. |
Ceketini evde kaybetmiş olamazsın. |
4868 |
The basements of the houses are likely to have problems. |
Evlerin bodrumlarının sorunları olması muhtemeldir. |
4869 |
A horse passed my house. |
Bir at evimi geçti. |
4870 |
My son can count up to a hundred now. |
Oğlum şu an yüze kadar sayabiliyor. |
4871 |
There is a garden in front of the house. |
Evin önünde bir bahçe vardır. |
4872 |
A number of cars are parked in front of my house. |
Çok sayıda araba benim evin önünde park edilmiş. |
4873 |
There was a traffic accident in front of the house yesterday. |
Dün evin önünde bir trafik kazası vardı. |
4874 |
I made my whole family leave home. |
Bütün aileme evi terk ettirdim. |
4875 |
She regretted deeply when she looked back on her life. |
Hayatında geriye baktığında, o derin üzüntü duymuştur. |
4876 |
A fence runs around the house. |
Evin etrafını bir çit kuşatır. |
4877 |
I had to help with the housework. |
Ev işine yardım etmek zorunda kaldım. |
4878 |
There is a garden at the back of my house. |
Evimin arkasında bir bahçe var. |
4879 |
There is a hut at the back of our house. |
Evimizin arkasında bir kulübe var. |
4880 |
My dog follows me whenever I go. |
Ne zaman gitsem, köpeğim beni izler. |
4881 |
Please wait outside of the house. |
Lütfen evin dışında bekle. |
4882 |
Our living room is sunny. |
Bizim oturma odası güneşli. |
4883 |
The side of the house was covered with ivy. |
Evin yan tarafı sarmaşıkla kaplıydı. |
4884 |
I was almost home when the car ran out of gas. |
Arabanın benzini bittiğinde neredeyse eve varmak üzereydim. |
4885 |
There was a large garden behind the house. |
Evin arkasında büyük bir bahçe vardı. |
4886 |
Can you deliver it to my house? |
Onu evime teslim edebilir misin? |
4887 |
When I got home, I was very tired. |
Eve vardığımda, çok yorgundum. |
4888 |
I’ll give you a call when I get home. |
Eve vardığımda seni arayacağım. |
4889 |
When I got home, I was very hungry. |
Eve vardığımda, çok açtım. |
4890 |
I will give you a call as soon as I get home. |
Eve varır varmaz seni arayacağım. |
4891 |
When I got home, I found I had lost my wallet. |
Eve vardığımda cüzdanımı kaybettiğimi anladım. |
4892 |
I’ve left my watch at home. |
Saatimi evde bıraktım. |
4893 |
I did not miss my purse till I got home. |
Eve varıncaya kadar cüzdanımın yokluğunu hissetmedim. |
4894 |
I would rather sit reading in the library than go home. |
Eve gitmektense kütüphanede oturup okumayı tercih ederim. |
4895 |
I went home and ate a hearty breakfast. |
Eve gittim ve doyurucu bir kahvaltı yaptım. |
4896 |
I was half asleep when I went home. |
Eve gittiğimde yarı uyuyordum. |
4897 |
My advice is for you to go home. |
Tavsiyem eve gitmendir. |
4898 |
We had a lot of furniture. |
Bir sürü mobilyamız vardı. |
4899 |
We have two television sets. |
İki televizyon setimiz var. |
4900 |
He is away from home. |
O evden uzakta. |
4901 |
I left my card at home. |
Ben kartımı evde bıraktım. |
4902 |
I have spent a lot of money on my house. |
Evime çok para harcadım. |
4903 |
We have two dogs. One is black and the other is white. |
Bizim iki köpeğimiz var. Biri siyah ve diğeri beyaz. |
4904 |
I prefer going out to staying at home. |
Dışarı gitmeyi evde kalmaya tercih ederim. |
4905 |
I’m just going to stay home. |
Ben sadece evde kalacağım. |
4906 |
I’ll fix you some coffee. |
Sana biraz kahve hazırlayacağım. |
4907 |
Staying home isn’t fun. |
Evde kalmak eğlenceli değildir. |
4908 |
I would rather stay at home. |
Evde kalmayı tercih ederim. |
4909 |
I’d rather stay at home. |
Evde kalmayı tercih ederim. |
4910 |
There was an unfortunate incident at home. |
Evde şanssız bir kaza vardı. |
4911 |
We will purchase a new car next week. |
Gelecek hafta yeni bir araba satın alacağız. |
4912 |
We had guests for dinner yesterday. |
Dün akşam yemeği için misafirlerimiz vardı. |
4913 |
Stop being lazy and find something to do. |
Tembellik yapmayı bırak ve yapacak bir şey bul. |
4914 |
I felt the house shake. |
Ben evin sallandığını hissettim. |
4915 |
The house is on fire. |
Ev yanıyor. |
4916 |
The house is on fire! |
Ev yanıyor! |
4917 |
Don’t go too far afield. |
Çok uzağa gitme. |
4918 |
We felt the house shake a little. |
Evin biraz sallandığını hissettik. |
4919 |
Natsume Soseki is one of the best writers in Japan. |
Natsume Soseki Japonya’daki en iyi yazarlardan biridir. |
4920 |
I was away from home all through the summer vacation. |
Ben tüm yaz tatili boyunca evden uzaktaydım. |
4921 |
I visited Hokkaido during summer vacation. |
Yaz tatili sırasında Hokkaido’yu ziyaret ettim. |
4922 |
We have five days to go before the summer vacation. |
Yaz tatilinden önce gitmek için beş günümüz var. |
4923 |
Summer vacation begins next Monday. |
Yaz tatili gelecek Pazartesi başlar. |
4924 |
Did you go anywhere during the summer vacation? |
Yaz tatili sırasında bir yere gittin mi? |
4925 |
How’s your summer vacation going? |
Yaz tatilin nasıl gidiyor? |
4926 |
How was your summer vacation? |
Yaz tatilinizi nasıldı? |
4927 |
The summer vacation has come to an end too soon. |
Bu yaz tatili çok çabuk bitti. |
4928 |
The summer vacation begins in July. |
Yaz tatili temmuzda başlar. |
4929 |
I’ll have exams right after the summer holidays. |
Yaz tatilinden hemen sonra sınavlara gireceğim. |
4930 |
Do you have any plans for the summer vacation? |
Yaz tatili için hiç planınız var mı? |
4931 |
I worked in a post office during the summer vacation. |
Yaz tatili boyunca bir postanede çalıştım. |
4932 |
How much money was saved in preparation for the summer vacation? |
Yaz tatiline hazırlık için ne kadar para biriktirildi? |
4933 |
Tourists poured into Karuizawa during the summer vacation. |
Turistler yaz tatili boyunca Karuizawa’ya döküldü. |
4934 |
I’m just going to rest during the summer vacation. |
Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim. |
4935 |
There is nothing like summer and ice cream. |
Yaz mevsimi ve dondurma gibi hiçbir şey yoktur. |
4936 |
The summer vacation is over. |
Yaz tatili bitti. |
4937 |
How soon the summer holiday is over. |
Yaz tatili ne kadar çabuk geçti. |
4938 |
I look forward to the summer vacation. |
Yaz tatili için sabırsızlanıyorum. |
4939 |
I like cold potato salad in the summertime. |
Yaz zamanı soğuk patates yemeyi severim. |
4940 |
In summer meat easily goes bad; you must keep it in the refrigerator. |
Yazın et çabuk kötü olur, eti buzdolabında saklamalısın. |
4941 |
Do you like summer? |
Yaz mevsimini sever misin? |
4942 |
The summer is over. |
Yaz bitti. |
4943 |
My plan for the summer is to go to Europe. |
Yaz için planım Avrupa’ya gitmektir. |
4944 |
It is so humid in summer here. |
Burada hava yazın çok nemli. |
4945 |
Summer days can be very, very hot. |
Yaz ayları çok çok sıcak olabilir. |
4946 |
My summer school dress is blue and white checkered. |
Yazlık okul elbisem mavi ve beyaz kareli. |
4947 |
I was in London most of the summer. |
Yaz mevsiminin çoğunda Londra’da idim. |
4948 |
I’m already accustomed to the heat of summer. |
Ben zaten yaz sıcağına alışkınım. |
4949 |
We live in the country during the summer. |
Biz yaz boyunca ülkede yaşarız. |
4950 |
What’s Scotland like in summer? |
Yaz mevsiminde İskoçya nasıldır? |
4951 |
We can see a lot of stars at night in summer. |
Yaz geceleri gökyüzünde birçok yıldız görebiliriz. |
4952 |
I often go swimming at the beach in the summer. |
Yazın sık sık plajda yüzmeye giderim. |
4953 |
Did you go anywhere for the summer? |
Yaz için bir yere gittin mi? |
4954 |
Which do you like better, summer or winter? |
Hangisini daha çok seversin, yazı mı yoksa kışı mı? |
4955 |
Summer has come. |
Yaz geldi. |
4956 |
Was Ms. Kato your teacher last year? |
Geçen yıl Bayan Kato senin öğretmenin miydi? |
4957 |
Was Ms. Kato your teacher last year? |
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi? |
4958 |
Was Ms. Kato your teacher last year? |
Geçen yıl Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi? |
4959 |
Was Ms. Kato your teacher last year? |
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi? |
4960 |
Mr. Kato teaches us English. |
Bay Kato bize İngilizce öğretiyor. |
4961 |
Kato asked him many questions about the United States. |
Kato ona Amerika Birleşik Devletleri hakkında birçok soru sordu. |
4962 |
Kato’s class consists of forty boys and girls. |
Kato’nun sınıfı kırk tane oğlan ve kızdan oluşur. |
4963 |
Allow me to introduce Mr Kato to you. |
Bay Kato’yu sizinle tanıştırmama izin verin. |
4964 |
Mr Kato was too old to work any longer. |
Bay Kato çalışmak için artık çok yaşlıydı. |
4965 |
I live in Kakogawa. |
Kakogawa’da yaşıyorum. |
4966 |
Some stores discount the price. |
Bazı mağazalar fiyatları indirdi. |
4967 |
I’ll agree to the terms if you lower the price. |
Fiyatı düşürürsen şartları kabul ederim. |
4968 |
Prices depend on supply and demand. |
Fiyatlar arz ve talebe bağlıdır. |
4969 |
The price is double what it was last year. |
Fiyat geçen yılkinin iki katı. |
4970 |
Prices seem to be going down. |
Fiyatlar düşecek gibi görünüyor. |
4971 |
What is the price? |
Fiyatı nedir? |
4972 |
The price includes the postage charge. |
Fiyata posta ücreti dahildir. |
4973 |
The price doesn’t include consumption tax. |
Ücrete tüketim vergisi dahil değil. |
4974 |
Observe his facial reaction when we mention a price. |
Biz bir fiyattan bahsettiğimizde onun yüz tepkimesini gözlemle. |
4975 |
Who do you think you are? |
Kim olduğunu sanıyorsun? |
4976 |
Do you have any CDs? |
Hiç CD’in var mı? |
4977 |
How long is the ride? |
Yolculuk ne kadardır? |
4978 |
Hundreds of people work in this factory. |
Bu fabrikada yüzlerce kişi çalışır. |
4979 |
Hundreds of buffaloes moved toward the lake. |
Yüzlerce manda göle doğru yöneldi. |
4980 |
I saw some monkeys climbing the tree. |
Ağaca tırmanan bazı maymunlar gördüm. |
4981 |
I saw some monkeys climbing the tree. |
Bazı maymunların ağaca tırmandığını gördüm. |
4982 |
What number bus do I take? |
Kaç numaralı otobüse bineceğim? |
4983 |
How many nights would you like the room for? |
Odayı kaç gecelik istiyorsun? |
4984 |
For how many nights? |
Kaç gecelik için? |
4985 |
Lately, I’ve been letting my English go. It seems I’ll never improve at it, no matter how many years I study. |
Son zamanlarda İngilizcemi önemsemiyorum. Kaç yıl çalışırsam çalışayım onu asla ilerletmeyeceğim gibi görünüyor. |
4986 |
I wonder if she will recognize me after all those years. |
Bunca yılın ardından beni hatırlayacak mı, merak ediyorum. |
4987 |
How long have you been studying English? |
Ne kadar süredir İngilizce öğrenimi yapmaktasın? |
4988 |
How long are you going to stay? |
Ne kadar kalacaksın? |
4989 |
It rained for several days on end. |
Birkaç gün durmadan yağmur yağdı. |
4990 |
How long are you going to stay here? |
Burada ne kadar kalacaksın? |
4991 |
How long will you be gone? |
Ne kadar süre gideceksin? |
4992 |
How long will it take? |
Ne kadar sürer? |
4993 |
He has lied to me again and again. |
Bana tekrar tekrar yalan söyledi. |
4994 |
Some books are worth reading over and over again. |
Bazı kitaplar tekrar tekrar okunmaya değer. |
4995 |
Read it again and again. |
Onu tekrar tekrar oku. |
4996 |
I tried again and again, but I couldn’t succeed. |
Tekrar tekrar denedim ama başaramadım. |
4997 |
After several delays, the plane finally left. |
Birkaç ertelemeden sonra, uçak nihayet kalktı. |
4998 |
Thousands of people gathered there. |
Binlerce insan orada toplandı. |
4999 |
Thousands of people wanted to know the answer. |
Binlerce insan yanıtı bilmek istedi. |
5000 |
Thousands of foreigners visit Japan every year. |
Her yıl binlerce yabancı Japonya’yı ziyaret eder. |